Devletçi sistemin hukuksuzluğu

Bir devlet düşününüz ki nüfusunun yarıdan fazlasını düşman bellesin ve onları düşman hukukuna tabii tutmuş olsun. Böylesine bir ülkede insanca yaşamak ne kadar zor olsa gerek… Kürtlerin, Ermenilerin, Asuri-Süryanilerin, Rumların, Arapların, Êzîdî Kürtlerin, Alevilerin ve ötekilerin yaşadığı Türkiye, hayatın kendilerine zehir edildiği ülke olmakta hız kesmiyor. Yüz yıldır Türk Ulus devleti farklı halkları, inançları ve düşünce sahiplerini her şart ve koşulda düşman görmüş, bu kesimlere dönük yaklaşımı hep gayri insani ve hukuk dışı olmuştur. Farklı halklara ve inançlara karşı saldırı ve katliamlarla her seferinde suç pratiği içinde olmuştur devlet.

Ötekilere karşı işlenen suç pratiğinin failleri adeta cezasızlıkla ödüllendirilmişlerdir. Bu toplum kesimlerinin hakları söz konusu olduğunda kendi Anayasasını ve yasalarının gereğini bile yerine getirmemiş, inkâr ve katliamda ısrar etmişlerdir tüm iktidarlar.
Alevilerin ibadethanesi Cemevi’ne cümbüş evi diyen Erdoğan bir yandan yaklaşan seçimleri fırsata dönüştürmek için Cemevi’ni ziyaret ediyor. Diğer yandan 400 Alevi Pîr’ini Kerbela’ya, 400 Alevi gencini medreselere götürmeye çalışarak Alevi inancına Sünni İslam’ı dayatırken, ortağı Bahçeli hızını alamayarak” Roboski diye bir yer yoktur, olmamıştır, olmayacaktır” diyerek Kürtlere Türklüğü dayatıyor.

Anayasasızlık halinin yaşandığı Türkiye’nin tüm illerinde, bu illerin önemli ilçelerinde toplamda 420 cezaevine yüzbinlerce Kürt’ü, Alevi’yi, muhalifi hapseden iktidar, bir bütün bizlere kültürel asimilasyonu dayatıyor. Neredeyse ülke siyasi tutsaklar ülkesine dönüştürülmüş, insanlar nefessiz takatsız bırakılmışlardır. İşsizliği, yoksulluğu ve sefaleti bitirmek adına fabrika açacağına, cezaevi açmakla övünen tekçi zihniyet inkârda dur durak bilmiyor.

Şu an Türkiye’ de 360.000 insan cezaevindedir. Denetimli serbestlik sonucu tahliye edilmiş, her hafta imza vermekle sorumlu olan yüzbinlerce insan… Hakkında dava açılmış milyonlarca insan… Aranan, sürgüne mahkûm edilenleri hesaba kattığımızda beş milyon insan devletin gözünde suçlu, devletçi hukuk tarafından terörist olarak görülmekte ve yaftalanmakta, hak mahrumiyeti yaşamaktadırlar.

Bireysel ve toplumsal ihtiyaçlar ve haklar meşru görülmediğinden, talep sahibi toplum kesimleri terörize edilmekte, hukuk dışı muameleye tabii tutulmaktadırlar. Terörize edilip cezaevinde tutulan siyasi tutsakların 1.500 kişisi ağır hasta olup cezaevinde kalamaz raporlarına rağmen tahliye edilmiyor. Hatta hasta tutsaklar arasında ayrım yapılmaktadır. Aynı hastalık tanısı konulan Çevik Bir asker olduğu için tahliye edilirken, Aysel Tuğluk Kürt, Alevi ve kadın siyasetçi olduğu için tahliye edilmemekte, her gün işkenceyi yaşamaktadır.

Devletçi sistemin hukuku adil değil, demokratik değildir. Tekçidir, inkârcı ve katliamcıdır. Kapitalist modernitenin hukuku, egemenliği ve mülkiyeti koruma ve geliştirmeye hizmet ettiğinden, insanın özgürleşmesine de mutluluğuna da yol açmaz. Ulus devlet, kendisini hukuk devleti olarak lanse etse de, insanlığın ahlâki ve politik değerlerini de evrensel hukuk değerlerini de inkâr etmekten asla geri durmaz. Ulus devlet ve onun hukuku ne denli yoğunlaşır ve yaygınlaşırsa, o oranda toplum ahlâki ve politik değerlerinden uzaklaşmış olur. Çünkü Anayasa ve ona bağlı olarak geliştirilen ulus devlet hukuku, egemenlikçi sistemin kâr ve iktidar biriktirme aygıtının esaslarını ve sınırlarını belirleyen hukuki metinler olmaktan öte bir anlamı yoktur. Buradan da toplumun ahlâki ve etik kuralları değil, hiyerarşiye ve onun mutlak iktidarına giden yolun çerçevesinin çizildiği, toplumun ve toplulukların değil, devlet ve onun ala çıkarlarını esas aldığı kolayca anlaşılır. İktidarcı devletçi zihniyet toplumun vicdanı olan ahlâkı bitirdiğinden, toplumda her türlü kötülük ve kirlenme önüne geçilmez boyuta ulaşmıştır. Kapitalist modernitenin yol açtığı Anayasa, sözleşme ve bildirgeler, yaşanan siyasal ve toplumsal sorunları çözmekten uzak metinlerdir. Devlet ve iktidarın çıkarlarını savunan bu metinler sorunu çözmek yerine, mevcut verili sistemi korumayı esas aldıklarından, sorunu daha da içinden çıkılmaz halde kangrenleştirmiş, hastalıklı haliyle toplumu ve onun değerlerini kuşatmıştır. Çünkü egemenlikçi hukuk; hiyerarşiyi, tahakkümü, mülkiyeti ve erkek egemenlikçi zihniyeti esas aldığından, kangrenleşme her boyutta toplumu kuşatmıştır. Kapitalist modernitenin, “Adalet Mülkün Temelidir” diyen egemen hukuku yerine, demokratik modernitenin ahlâki etik kuralları devreye girdiğinde, her tür siyasal, sosyal, kültürel ve inançsal sorunun çözümü mümkün olacaktır. Bu temelde bireysel ve toplumsal olaylarda toplumun ahlâki etik kuralları devletin hukukundan önce gelmelidir. Çünkü toplumun etik ve ahlâkı kuralları doğal, ekolojik toplumdan bu yana süzülerek tarihin binlerce yıllık köklü birikimleridir. İnsanın kök hücresi değerleri olmanın dinamizmi ile her tür sorunu toplumsal hakikatler temelinde çözüme kavuşturma kapasitesine sahiptirler. Bu tarihsel birikimler nasıl ki binlerce yıllık hiyerarşik saldırılarla yok edilemediyse, günümüzün modernite saldırılarıyla da yok edilemeyecek kadar köklüdürler. Bu nedenle insanlık bu değerleri dönemin hakikatine göre yaşamsal kılmalı, insan toplumsallığını anacıl toplumun ahlâki ve politik değerlerine göre inşa etmenin arayışı ve çabası içinde olmalıdır. İnsan toplumsallığını devletin ve iktidarların hükümranlığından kurtarıp, demokratik toplumu inşa edemediğimizde, devletçi sistemin bu zulmü devam edecek, kanser hücresi gibi toplumu dört bir yandan saracak, yokoluşu insanlığa dayatacaktır.

özgür politika

EN SON EKLENENLER