İktidar sansürde Abdülhamid dönemiyle yarışta

Resmi adıyla “Basın Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”. Tercümesi, İfade Özgürlüğünü Cezalandırma ve Sansür Kanunu. Hükümet bu düzenleme kısaca “Dezenformasyon Kanunu” olarak anılsın, sanki sadece yalan habere karşı bir düzenlemeymiş gibi algılansın istiyor. İktidarın seçim sathı mailinde basını, sosyal medyayı ve yurttaşları susturmak ve sindirmek için başvurduğu son araç olan bu düzenlemenin, Erdoğan için ne kadar önemli olduğunu, Dijital Mecralar Komisyonu’nun sabahın dördüne kadar, tam 14 saat çalıştırılmasından anlayın.

Adalet Komisyonu’ndan da çıkan kanun teklifi bu hafta Meclis Genel Kurulu’ndan Cumhur İttifakı oylarıyla geçecek. Peki zaten neredeyse her habere ya da Tweet’e suç muamelesi yapılan memleketimizde, bu yeni düzenlemeyle ne değişecek? Sınır tanımayan bir Ceza Kanunu ve Basın Kanunu’yla artırılan cezalar söz konusuyken, AKP-MHP’nin neden böyle düzenlemeye ihtiyacı olsun? Cevabı basit: Seçime tam bir yıl kala, haklarında en ufak iddianın bile gündeme gelmesini ve yayılmasını engellemek için.

Kanun teklifinde, “Sırf halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak saikiyle, ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi, kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayan kimse” diye bir tarif var. İktidarın gözünde bu tarife, her yurttaş girebilir. Hele konu seçim güvenliği olursa. Düzenleme bu suçu işleyenlerin 1 ila 3 yıl hapis cezasına çarptırılmasını öngörüyor. Bu ne demek oluyor?

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun mücahit eğiten güvenlik firması SADAT önünde yaptığı açıklamayı düşünün. Kılıçdaroğlu, “Seçimi gölgeleyecek, seçimin güvenliğini sarsacak herhangi bir şey olursa, sorumlusu burası (SADAT) ve saraydır” demişti. İktidar ve SADAT, seçim sonuçlarına bir itiraz olması halinde SADAT paramiliterlerinin devreye gireceği iddiasını yalanladı. Hatta SADAT Kılıçdaroğlu’na 1 milyon TL’lik bir tazminat davası da açtı. Yeni kanuna göre, Kılıçdaroğlu’nun bu söylediklerini yayanlar, gazeteci ya da sosyal medya kullanıcısı olsun, yukarıdaki cezaya çarptırılabilir.

Yine seçimlerde oy kullanımında ya da sayımında usulsüzlük olduğu iddiasını paylaşanlar hakkında da bu düzenlemeye göre cezai yaptırım uygulanabilir.

Nurettin Canikli’nin siyasi nüfuzunu kullanarak elde ettiği çıkarlara dair Metin Cihan’ın yaptığı, somut verilere dayanan paylaşımlar da bir bakmışsınız, “gerçeğe aykırı bilgi” olmuş. Olur mu, olur. Sonra derler ki, Metin Cihan ve onu retweetleyen binlerce takipçisi suç işledi.

Başka bir örnek verelim. Erdoğan ailesinin ya da AKP’nin diğer önde gelenlerinin Off-Shore hesaplarına ya da malvarlığına dair herhangi bir bilgi, herhangi bir rüşvet haberi de iktidara göre “gerçeğe aykırı bilgi” olabilecektir. Bu durumda da hem haberi yapan gazeteci, hem de yayan sosyal medya kullanıcıları suç işlemiş sayılabilirler.

Cumhurbaşkanlığı İletişim Merkezi CİMER’e, siyasi kariyer için AKP-MHP’ye yaranma ihtiyacıyla o kadar çok suç duyurusunda bulunan var ki… Bazıları oturup, işi gücü bırakıp, sosyal medya paylaşımı tarıyorlar belli ki. Benim de payıma düşmüş olan bu tür ihbarların sayısı nedir bilmiyorum, ama bu düzenlemeden sonra iyice artacağından, savcıların suç duyurularına yetişemeyeceğinden eminim.

Abdülhamid özlemi

Bugün olanlar tarih bilenlere Abdülhamid dönemini hatırlatıyor, ama kıvançla değil, utançla. Aradan neredeyse 150 yıl geçmiş, memleket hala sansürle, hala jurnalcilikle yönetiliyor. İktidar gelecek seçimi alması şu an imkansız gibi görünse de, statükoyu işte bu yöntemle korumak istiyor. İstibdat Dönemi’nin Matbuat-ı Dahiliye Müdürlüğü’nün 1888 yılında gazetelere ilettiği gizli bir talimatnameden alıntıyla bitirelim:

  • “Her türlü kişisel suçlamalardan en büyük dikkat gösterilerek kaçınılacaktır ve eğer size şu vali veya bu mutasarrıf hırsızlık, zimmetine para geçirme, cinayet gibi yüz kızartıcı fiillerle suçlanıyor denilirse olayı kanıtlanmamış bir vaka gibi kabul ediniz ve mutlaka saklayınız.”
  • “Sorumluların kötü yönetimlerinden şikâyet eden ve hükümdara sunulan kişilerin veya vilayetlerdeki çeşitli toplulukların dilekçelerinin yayınlanması katiyetle yasaktır.” (Kaynak için: Fatmagül Demirel, II. Abdülhamid Döneminde Sansür, İstanbul: Bağlam Yayınları, 2007)

İstibdat Dönemi’nde yasaklar öyle genişlemiştir ki, bu talimatların gazetelerde yayınlanması da yasaktır.

Bu iktidar Abdülhamid Dönemi’ni neden bu kadar özlüyor, anlıyor musunuz?

DW

EN SON EKLENENLER