Kiev önlerinde buluşan NATO’cu muhip!

ABD’nin komuta merkezinde olduğu NATO (Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü) ekseninin Ukrayna üzerinden Doğu Avrupa’yı Rusya’ya karşı yıkıcı temelde bir saldırı üssüne çevirme projesini halihazırda sonlandıran Rusya Silahlı Kuvvetlerinin Ukrayna’ya yönelik ‘özel operasyonu’ küresel düzlemde taşları yerinden oynattı. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in 21 Şubat günü Ukrayna’nın doğusunda bulunan ve çoğunlukla Rus aidiyetli halkın yaşadığı Donetsk Halk Cumhuriyeti ve Luhansk Halk Cumhuriyeti’ni bağımsız devletler olarak resmen tanımasıyla alevlenen tartışmalar pratik karşılığını buldu ve Batı’nın 2014 Maydan darbesiyle Kiev’e angaje ettiği rejimin bunu ‘savaş nedeni saymasıyla’ geri dönüşsüz sürece girildi.

24 Şubat günü harekete geçen Rusya Silahlı Kuvvetlerinin ‘özel operasyonuyla’ savaş realitesi geçerlilik kazandı.

Meseleyi medyada yaygın olarak kullanılan ‘’işgal’’ ve ‘’direniş’’ kavramlarıyla kategorize edemeyiz. Rusya; sınırlarına kadar dadanan, Doğu Avrupa’yı kendisine karşı bir saldırı üssüne dönüştürmek isteyen ve bu bağlamda NATO menşeili savaş araçlarını harekete geçiren düşman kuvvetlere ‘önleyici müdahalede bulundu’ diyebiliriz. Rusya’nın birincil derecede ‘güvenliğini tehdit’ eden Atlantik cephesine cevap vermesi onların perspektifiyle bakılırsa daha fazla ertelenemez bir zorunluluk barındırıyordu. Elbette müdahalenin biçimi, zamanlaması ve oluşan mağduriyetlere eleştiri getirebilir. Şahsen; Rusya’nın 2014 darbe sürecinde Kırım ve Donbass’la alakalı gösterdiği hassasiyet olumluluk taşımakla beraber Batılı güçlerin örgütlediği karşı-devrimin bastırılması hususunda atıl kaldığını düşünüyorum. Kiev’i ele geçiren radikal milliyetçilerin üzerine o tarihte gidilseydi tıpkı Kırım dosyasında olduğu gibi konu çok da çetrefilleşmeden kapanabilirdi.

Tabii ki bahsettiğimiz yıllar Rusya’nın Suriye dosyasını öncelediği bir hazırlık dönemine tekabül ediyordu. Batılı saldırgan devletlerin ‘kimyasal’ bahaneli askeri müdahale seçeneğini ısıttığı, sahadaki vekil terör araçlarının istenilen başarıyı sağlayamadığının kesinleşmesi üzerine kendi ordularını harekete geçirmeyi planladığı bir dönüm noktası söz konusuydu. Bir müddet sonra Şam’ın davetiyle sahaya inen Rusya’nın dengeleri kalıcı şekilde değiştiren askeri ve diplomatik hamleleri yaşandı.

Ukrayna rejiminin başat gücü neo-Nazi örgütler ‘Ukrayna ordusu’ ile entegre halde 2014 tarihten bugüne ülkeye karabasan misali çöktü. İlkel milliyetçi histeriye kurban edilenlerin sayısı her geçen süre daha da arttı. Rus aidiyetli halka, neo-Nazi terörüne hayır diyen politik hareketlere ve sendikalara karşı rejim destekli tasfiye saldırılarının ardı arkası kesilmedi. Bu neo-Nazi örgütler 2014 yılında Odessa şehrinde 48 kişinin yakılarak öldürüldüğü ve 250’den fazla kişinin yaralandığı sendika binası katliamını gerçekleştirdi. Şimdilerde alenen sokaklarda insanları direklere asan, kırbaçlayan ve işkence pratiğini uluorta uygulayan neo-Naziler rejimin aynasıdır.

Minsk II Protokolüne rağmen taahhüt ettiği adımları atmayan Ukrayna rejimi, tek taraflı olarak bağımsızlarını ilan eden Donetsk ve Luhansk cumhuriyetlerine karşı, 8 yıl boyunca saldırılarını aralıksız sürdürdü ve sivil katliamlara imza attı. Rejim güçlerinin bugüne kadar ki saldırılarında 14 bin kişi hayatı kaybetti. Bölgede yaşayan halk topraklarını savunmak için anti-faşist temelde ortaya koyduğu iradeyi çiğnetmedi ve Maydan darbesiyle Kiev’e angaje edilen rejimi tanımadı.

NATO muhibbi çevrelerin sempatik göstermeye çalıştığı Ukraynalı neo-Nazilerin tasfiyesine imkân tanıyan koşulları oluşturan Donetsk ve Luhansk halk güçlerini II. Dünya Savaşı’nda Avrupa cephelerinde faşist kuvvetlere karşı savaşan Kızıl Ordu askerleri ile çeşitli uluslardan Partizanlara benzetirsek abartmamış oluruz. Onlar ayrıca 1936-39 yıllarında Madrid sokaklarında ‘’faşizme geçit yok’’ diyen cumhuriyetçi, anti-faşist direnişçilerin günümüzdeki onurlu temsilcileri. Hem bu defa Madrid’de yaşandığı haliyle yenilgi değil zafere odaklı kazanımlarla tarih yazılıyor.
Rusya Federasyonu’nun ‘özel operasyon’ olarak adlandırdığı askeri müdahalesi Ukrayna’nın ‘demilitarizasyonu ve denazifikasyonu’ amacını içermekte. Bu açıdan hedeflenen tablo mevcut rejimin politikalarına hizmet eden odakların haricinde Ukrayna halkının lehine sonuçlar üretecektir.

Batının kuklası bir yönetim profili sadece musibet doğurur. Kiev’i Doğu Avrupa’dan Asya’ya uzanan yelpazede CIA-MI6 patentli ırkçı terörün beşiği haline getirmeleri en fazla Ukrayna halkına zarar veriyor. ABD’nin ipiyle kuyuya inen Volodimir Zelenski ve rejimin sahibi hırsız oligarkların dize getirilmesi gerekiyordu. Rusya’nın Batı devletlerini sarsan kararlılığı ile on yıllardır periferinde sahte devrimler ve renkli darbeler örgütleyenlere anladıkları dilden cevap vermesine tanıklık ediyoruz. Dünya tarihi açısından özellikle ‘Soğuk Savaş’ sonrası için muazzam bir kırılma noktası. Atlantik ötesinden kumanda edilen saldırganlık, entegrasyon dayatmaları yarattığı direnç noktalarıyla günden güne onları vuran silaha dönüşüyor.

Ukraynalı neo-Naziler Batı devletlerinin ‘’kahramanı.’’ Irkçı, saldırgan Batı devletleri ve güdümlü kamuoyları neo-Nazilerle aynı siperde buluştu. Dün Libya, Suriye ve Irak’ta selefi-tekfirci çetelerle olduğu gibi bugün Ukrayna’da faşistlerle ‘kader birliği’ içindeler. Dünyanın başına bela Anglo-Saksonların borazanlığını ‘Burjuva Demokrasisi’ cilası tel tel dökülen AB devletleri yapmakta. Patron ABD emrediyor; kokuşmuş Avrupa devletleri sıraya diziliyor. Bu devletlere hâkim olan egemen güçler, II. Dünya Savaşı’nda Nazizmin yayılmacılığına teslimiyet gösteren Avrupa kıtasını faşizmin girdabından çıkarıp kurtaran SSCB olduğu halde, kurgusal zafer hikayeleriyle Nazi Almanya’sını durdurdukları yalanını işledi ve halklar düşmanı rolleri NATO aracılığıyla devam etti. Kıta Avrupa’sını Atlantik cephesiyle buluşturan ortak çıkarlar sömürgeci-kolonyalist tarihsel bağlara yaslanıyor. Elde ettikleri hegemonyayı korumalarının yolu dünya halklarının boyunduruk altına alınmasından geçiyordu. Makyaj anlamında kullandıkları ‘değerlerde’ her fırsatta ayaklarına dolanan sahtelik içerdi. İşte, ‘Nazizm’ tehdidi konusunda makyajları buraya kadarmış…

II. Dünya Savaşı’ndan sonra ‘Nazizmi’ lanetleme yarışına giren kıta devletleri güncelde neo-Nazilerin biricik hamisi durumunda. İbretlik olduğu kadar sınıfsal gerçekliklerine denk düşen bir tavır.

Mali, diplomatik ve askeri yaptırımlarla rekora koşan Batı devletleri içinde ‘Rus, Sovyetler’ geçen her nesneye sansür getiriyor; spordan sanata, edebiyattan medyaya bir nevi ‘cadı avı’ uyguluyor. Cehaletleri hiç bu kadar ayyuka çıkmamıştı. AB üyesi devletlerin ‘Apartheid rejimine’ yelken açtığı çarpıcı gelişmeler oluyor. ‘Mavi gözlü, sarışın mağdurlara’ kapılar mizansenler eşliğinde açılırken teni, uyruğu ve dili farklı olanlara da nefret kusuluyor. Adolf Hitler, Francisco Franco ve Benito Mussolini bugünleri görseydi takipçileriyle övünç duyardı. Yine dünyanın dört bir yanında halkların kanını döken, birikimlerini çalan ve geleceklerini karartan ABD ve İngiltere’nin kendi kamuoyları önünde ‘’barışsever’’ roller takındığı, hegemonyalarını kabul etmeyen devletleri ‘’zalim’’ olarak gösterdiği küresel algı ve medya operasyonları sahnede. Özellikle bu operasyonların ilk alıcısının AB devletleri ile kamuoyları olması suç ortaklığının bariz ifadesidir.

24 Şubat günü başlayan ‘özel operasyonun’ pratik seyri hakkında servis edilen yalanlar bir yere kadar ‘savaş hilesi’ olarak olağan görülebilir. Psikolojik harp bilişim ve iletişim araçlarının bu denli yaygınlaştığı evrede daha bir önem arz ediyor. Ukrayna bahsinde Batı merkezli dolaşıma giren iddialar gerçeğin yerine yalanın ikame edildiği ucuz propaganda metinleri. Burada dezenformasyona bolca mesai harcayan tarafın Batı olduğu görülüyor. Medya araçlarının neredeyse tek sesli yayınlar yaptığı, saha kaynaklarına erişimin sınırlı olduğu koşullarda teyit edilemeyen enformasyona mesafeli yaklaşılmalı. Yansıtılan tabloların aksine sahada Rusya ordusu adım adım hedeflerine ilerliyor. Bazı lokasyonlarda sivil zayiatı minimum seviyeye indirmek için işin yavaştan alınması normaldir. Bu durum batı medyasının propagandalarına malzeme ettiği gibi ‘’zayıflık, batağa saplanmak vb.’’ değil, üstlendiği misyonu yerine getirmektir. Rusya kurmaylığı sivilleri kalkan olarak kullanan, hiçbir ahlaki değer taşımayan neo-Nazilerin provokasyonlarına zemin sunmamaya gayret ediyor.

Başkent Kiev’in Rusya ordusu tarafından çevrelendiği, ülkenin batı illeri dışında kalan büyük bir kısmının ya rejim güçlerinden alındığı ya da Rusya ordusunun ateş menzili içinde olduğu saha gerçekleri olanları/olacakların seyrini görmek isteyenlere gösteriyor. Rusya Federasyonu ilk günden itibaren deklare ettiği taleplerini kabul ettirene kadar durmayacak ve kazanan taraf olarak ‘kalıcı ateşkesin’ şartlarını belirleyecektir.

Rusya-Ukrayna krizinde şaşırtıcı olmayan şekilde Türkiye’den bakışta öne çıkan yaklaşımlara ve saha okumalarına da kısaca değinmek gerekir. İktidar cephenin krizin kırılgan Türkiye ekonomisinde ucu açık olumsuzlara yol açmasının önünü almaya dönük hamleleri dikkat çekiyor. Somut karşılığını tartışmalı olsa da taraflar arasında ‘arabuluculuk’ yapmaya çalışmaları, Moskova’nın tepkisine vesile olabilecek beyanlardan kaçınmaları ülke çıkarları açısından zaruridir. Bununla birlikte NATO konseptine bağlılık noktasında yaşanan açmaz gözler önünde. Ankara sürdürülebilirliği muğlak şu yaklaşımı benimsiyor; ‘Ekonomik, politik ve diplomatik anlaşmalarla karşılıklı ilişkiler geliştirdiğimiz, fayda sağladığımız Rusya’yla kötü olmak istemiyoruz; Stratejik ittifak gücü NATO’nun genişlemesine karşı değiliz ve bağımlılık ilişkileriyle örülü ABD ile işbirliğimizi büyütmek istiyoruz.’

Sarayın denge siyaseti sürecin devamında ABD eksenine alenen hizmet eden rötuşlar geçirebilir. Sarayı havuz medyası üzerinden takip etmek doğru olur. Havuz medya Ukrayna bahsinde Rusya karşıtı, Batı yanlısı propagandaya ağırlık verdi.
Türkiye’de muhalefet cenahı ve medyası ‘’Kraldan çok kralcı’’ iradesizlikle ABD-NATO tezlerine sarılmış vaziyette. Millet İttifakının müzmin ortakları CHP ve İYİP, Deva-GP klikleri ile uyum halinde NATO’nun kılıcını sallıyor. Millet İttifakının akıl hocalığını nitel ağırlığı olmasa da Davutoğlu yapıyor. Muhtemelen müstakbel Dışişleri Bakanı adayları. Bu cenahta rasyonalite kırıntılarından eser yok. CHP’den fonlanan medya (özelde Halk TV-KRT) Ukrayna konusunda havuz medyayla yalan yarıştıran kıyasıya rekabet halinde. Liberal, Saray onaylı yorumcu ve eski ülkücü profillerden oluşan manipülasyon ekibiyle neo-Nazilerle aynı bataklıkta debelendiklerini söyleyebiliriz. Bu kriz bir kez daha ABD’nin Türk siyaset kurumu üzerinde ne denli hâkim güç olduğu ve iktidardan düzen içi muhalefete yön veren kendi sözcülerini yetiştirdiği gerçeğini hatırlattı.

Ülke adına bugün olduğu gibi yarınlar açısından kaygı verici bir bağımlılık hali. Reformist çizgideki diğer muhalefet dinamikleri de kimi nüanslar taşımakla birlikte baskın siyasaya ayak uyduruyor.

Özcesi; nereye dokunursanız dokunun ‘NATO Muhipleri Cemiyeti’ fedaileri ile karşılaşıyorsunuz.
Yazımızı, Rusya Federasyonu Komünist Partisi’nin 4 Mart tarihli açıklamasında geçen bir pasajı paylaşarak sonlandıralım. RFKP şunları ifade ediyor; ‘’Komünistler her zaman Nazizme karşı mücadelenin ön saflarında yer aldılar. Ve bugün, dünyadaki sol ve ilerici güçlerin bu mücadelede bizi destekleyeceğinden eminiz. Dünya toplumu, Ukrayna’nın barışçıl vatandaşlarını rehin alan Bandera faşizminin canice taktiklerini kararlılıkla kınamak zorundadır.’’

EN SON EKLENENLER