10 Ekim Katliamı: İktidar için topluma ödetilen bedel

7 Haziran seçimleri öncesi DAİŞ hücreleri harekete geçirildi. İlk olarak Adana ve Mersin HDP binaları, daha sonra da 5 Haziran’da Diyarbakır’daki miting hedef alındı. Buna rağmen önlem alınmadığı için 102 kişinin hayatını kaybettiği 10 Ekim Ankara katliamı yaşandı. 2 yıl aradan sonra ortaya çıkan tablo gittikçe netleşiyor.

10 Ekim Ankara Katliamı’nın kim ya da kimler tarafından gerçekleştirildiği kadar neden gerçekleştirildiği de halen tartışılan önemli konuların arasında yer alıyor. Katliamın gerçekleştirildiği dönemdeki gelişmeler, aynı zamanda katliamın neden gerçekleştirildiğine de ışık tutacak nitelikte.
‘ÇÖZÜM SÜRECİ’
2012 yılında 10 binlerce Kürt tutsağın gerçekleştirdiği açlık grevi sonucu ağır tecrit koşulları altında bulunan PKK Lideri Abdullah Öcalan, çözüm ve müzakere sürecine öncülük etti. Mart 2013 yılında başlayan çatışmasızlık süreci ve görüşmeler kamuoyunda, “Kürt sorunun çözüleceği ve Türkiye’nin demokratikleşeceği” yönünde büyük bir beklenti yarattı. Hükümet bir yandan bu önü alınamaz gelişmeyi destekliyor öte yandan bunun siyaseten kendisine ne kazandırıp ne kaybettirdiğini de anketlerle ölçmeye çalışıyordu.
‘ÇÖZÜM SÜRECİ’NDEN BEKLENEN FAYDA SAĞLAMAYINCA
Ancak geri dönüşler hükümetin beklentilerini karşılayacak nitelikte değildi. Yıllarca toplumda büyük bir çaba ile adeta “nefret objesi” haline getirilen PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın görüşleri kamuoyunda tartışılıyor, Kürt siyasi hareketi toplumla buluşma imkanı buluyordu. İktidardan ziyade yıllar yılı kriminalize edilen HDP ve Kürt siyasetine yönelik ilgi artıyordu. Bir yandan çözüm ve barışın geleceği beklentisi öte yandan Kürt siyasetine yönelik ilgi iktidarı kaygılandırmaya başladı. Bu arada iktidar çözüm ve müzakereleri “iktidarını mutlaklaştırmanın aracı” haline getirmeye çalışıyordu. PKK Lideri Abdullah Öcalan kendisine bu yönlü yapılan teklifleri, “AKP hegemonya kurmak istedi, biz bu hegemonyaya karşı çıktık. Umarım AKP de bizi yanlış anlamaz. Yanlış anlarsa felaket olur. Buna rağmen AKP diktatöryasını bize dayatırsa kabul etmeyiz” sözleriyle değerlendirdi. Dönemin Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan, “çözüm süreci”nin HDP ve Kürt siyasetine yaradığını açıkladıktan sonra hükümet politika değiştirme kararı aldı.
MİLLİ GÜVENLİK KURULUNDA ALINAN KARARLAR
Ekim 2014’te gerçekleşen Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısında alınan kararlar güvenlikçi ve çatışmalı politikalara dönüleceğinin sinyalini verdi ve ihtimallere göre savaş hazırlıkları yapıldı. Bir yandan da AKP 7 Haziran’ı önemli bir dönemeç olarak görüyor ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, 400 vekil çağrısı yaparak beklentisini ortaya koyuyordu.
TENDÜREK PROVAKASYONU
Bunun için 7 Haziran seçimlerinden önce “çözüm süreci”nin bitirilmesinin sinyalleri verildi. Cumhurbaşkanı Erdoğan, 2015 Newrozundan hemen sonra önce “Dolmabahçe Mutabakatı’nı tanımadığını ardından “izleme kuruluna karşı olduğunu” açıkladı. Nisan ayında Tendürek’te askerler PKK’lilerin üzerine korunmasız bir şekilde gönderildi. Yapılan provokasyona rağmen halk “canlı kalkan” eylemi ile araya girerek bölgedeki asker cenazeleri ve yaralıları taşıdı, çözümden yana talebini ortaya koydu.
HDP’YE SALDIRILAR BAŞLADI
Seçim öncesi HDP il ve ilçe örgütlerine, etkinliklerine yönelik saldırılar organize edildi. DAİŞ’in uyguladığı yöntemlere benzer şekilde Erzurum’da HDP otobüsü içindekilerle birlikte yakılmak istendi. İHD verilerine göre; 150’den fazla irili ufaklı saldırı gerçekleştirildi. DAİŞ’in Antep hücresi devreye konularak HDP’nin Adana ve Mersin bürolarına eş zamanlı bombalı saldırı gerçekleştirildi. Bu DAİŞ’in de HDP ve Kürtlere yönelik saldırılarda kullanılacağının ilk işaretiydi. Seçimden iki gün önce de Kürt siyasetinin ve dolayısıyla HDP’nin kalbi sayılan Diyarbakır’daki mitinge yönelik DAİŞ eliyle yapılan bombalı saldırıda 5 kişi yaşamını yitirdi yüzlerce kişi yaralandı.
HDP’NİN SEÇİM ZAFERİ
Tüm saldırılara rağmen 7 Haziran’da Türkiye’de barış isteyen halklar sandık başına gitti ve tercihini barıştan ve barış isteyenlerden yana kullandı. HDP yüzde 13 oy alarak tüm saldırılara rağmen seçimlerden tarihi bir zafer ile çıktı. Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan ise, seçim sonuçlarından sonra “HDP artık çözüm sürecinin filmini çeker” diyerek daha sonra yaşanacakların sinyalini verdi. Cumhurbaşkanı Erdoğan da, bu yenilgiyi kabullenmeyerek seçimlerin yeniden yapılması için adeta koalisyon çalışmalarını sabote etti. Zira yasal süre içinde koalisyon kurulamadı ve 1 Kasım’da yeniden seçime gitme kararı alındı.
SURUÇ KATLİAMI
20 Temmuz 2015 tarihinde yine DAİŞ’in Antep hücresi harekete geçirildi ve Urfa’nın Suruç ilçesinden Kobanê’ye insani yardım götürmek amacı ile birleşen yüzlerce Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu (SGDF) üyesi gence bombalı saldırı düzenlendi. Saldırıda 33 genç yaşamını yitirirken onlarcası yaralandı. 2 gün sonra 22 Temmuz 2015’te Ceylanpınar’da da 2 polis, evinde uyurken şüpheli bir şekilde öldürüldü. 2 gün sonra 24 Temmuz’da da DAİŞ saldırısı bahane edilerek Diyarbakır’dan DAİŞ mevzilerini bombalamak için havalanan savaş uçakları Kandil’i bombalayarak “çözüm süreci”ni resmen bitirmiş oldu. 24 Temmuz’dan itibaren de savaş süreci resmen başlatıldı.
BARIŞ TALEBİ
“Çözüm süreci”nin bitişi, kırsal alanlarda başlayan çatışmalar ve yaşanan ölümler kamuoyunda AKP’nin yaratmak istediği korkuya sebep oldu, devamında Muş’un Varto ilçesinde ilan edilen sokağa çıkma yasağı ve şehirlere sıçrayan savaş Türkiye’deki “Emek ve Demokrasi Güçlerini” harekete geçirdi. Türk Tabipler Birliği (TTB), Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB), Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) ve Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu’nun (DİSK) öncülüğünde 10 Ekim tarihinde Ankara’da “Barış ve Demokrasi” mitingi tertip edildi.
ÇATIŞMASIZLIK UMUDU
KCK ise 1 Kasım seçimlerine doğru gidilirken, AKP’nin savaş politikalarını da boşa çıkarmak için tek taraflı çatışmasızlık sürecinin başlatılacağını duyurdu. 10 Ekim günü de tek taraflı ateşkes ilan etti. Ancak bu açıklamaya da Ankara’daki katliamla cevap verildi.
RUTİN KONTROLLER DAHİ YOK
Daha sonra açılan davalarla ortaya çıkan bilgilere göre, emniyet DAİŞ’in mitinglere yönelik saldırı gerçekleştirebileceği yönünde istihbarat almıştı; fakat bu bilgiyi tertip komitesi ile paylaşmamıştı. Miting tertip edilmiş 10 Ekim günü Türkiye’nin dört bir yanından on binlerce  yurttaş, “Barış ve Demokrasi” talebi ile “çözüm süreci”ne dönülmesi için Ankara’ya akmıştı. Emniyetin aldığı fakat tertip komitesi ile paylaşmadığı istihbarata rağmen miting çevresinde hiç bir güvenlik önlemi alınmamıştı. Hatta önceki mitinglerde şehir dışından gelen otobüsler durdurulurken, 10 Ekim’de rutin yol kontrolleri dahi kaldırılmıştı.
ELİNİ KOLUNU SALLAYARAK GELDİLER
MOBESE kameralarında mitinge katliam için gelen 2 canlı bomba elini kolunu sallayarak alana ulaşmış, hiç bir şekilde polis kontrolüne ya da fiziki takibe takılmamıştı. Hatta katliamcıların Antep’ten Ankara’ya karayolu ile geldiği, Ankara’ya girişi sırasında yol kontrollerine ara verildiği, açılan dava dosyasına gelen bilgilerle anlaşıldı.
BARIŞ İSTEMENİN BEDELİ
Türkiye’nin dört bir tarafından Ankara’ya on binlerce insana karşı 10.04’te çifte saldırı ile katliam gerçekleştirildi. 3 saniye farkla yaşanan patlamalarda 100 kişi olay yerinde, 2 kişi de hastanede hayatını kaybetti. Barış için bir araya gelen “yoldaşlar yan yana düşmüş”, annelere, gençlere, kadınlara barış istemenin bedeli en ağır şekilde ödetilmişti.
DAİŞ’İN BOMBASI, POLİSİN GAZI
Henüz patlamanın dumanı dağılmadan, insanlar can havliyle yaralılara ulaşmaya çalışırken, katliamdan önce görünmeyen polis devreye girmiş ve özellikle yaralıların bulunduğu bölgeye gaz bombaları ile müdahalede bulundu. TTB’nin raporlarına göre; onlarca kişi polisin sıktığı gaz ile boğularak can verdi.
AMBULANS SKANDALI
Yine olayın yaşandığı yer Numune, İbn-i Sina, Ankara Hastanesi, Hacettepe gibi büyük hastanelere sadece bir kilometre mesafede olmasına rağmen ilk yaralılar olaydan 40 dakika sonra ambulanslarla hastanelere ulaştırıldı. Oysa olay yerinden söz konusu hastanelere yürüyerek dahi 20-25 dakikada varmak mümkün. 102 kişinin öldüğü 400 den fazla insanın yaralandığı katliam için gün boyu sadece 51 ambulans görevlendirdi. Ancak bu ambulansların 9 tanesi yarım saat sonra olay yerine gitmiş ve 1 kilometre mesafede beklemişlerdi. Miting için ayrılan 3 ambulans insanlar can çekişirken yerinden hiç kıpırdamamış ve daha sonra cenazeleri taşımıştı. Adeta DAİŞ’in yarım bıraktığı iş tamamlanıyordu.
‘İSTİFA ETMEK Mİ, BUNA ANCAK GÜLÜNÜR?’
Patlamadan yaklaşık 5 saat sonra kameraların karşısına geçen dönemin üç bakanı, ölü sayısının 86’ya yükseldiğini ancak güvenlik zafiyetinin olmadığını savundu. Bir gazetecinin İçişleri Bakanı Selami Altınok’a sorduğu “İstifa edecek misiniz?” sorusu karşısında Adalet Bakanı Kenan İpek’in gülümseyerek cevap vermesi yaşananları özetliyordu.
‘KENDİNİ PATLATMADAN YAKALAYAMAYIZ’
Dönemin Başbakan’ı Ahmet Davutoğlu, canlı bomba listesinin ellerinde olduğunu ancak “Türkiye hukuk devleti olduğu için bu insanlar kendilerini patlatmadan bir şey yapılamayacağını” açıklıyordu. Davutoğlu, daha sonra seçim ile katliam arasındaki bağa da, “Ankara’daki terör saldırısı sonrasında anket yaptık ve kamuoyunun nabzını tutuyoruz oylarımızda bir yükseliş trendi var” sözleriyle dikkat çekiyordu.
‘KOKTEYL ÖRGÜT’
Cumhurbaşkanı Erdoğan, ”Saldırıyı DAİŞ’in yaptığı” söylemlerine sert tepki göstererek, “Kalkıyorlar ‘Burayı DAEŞ yaptı, bilmem kim yaptı’ diyorlar. Bu tamamen kolektif bir terör eylemidir. Hepsi beraber ortak olarak bu eylemi planlamışlardır” diyerek aslında katliamın DAİŞ tarafından yapılmadığını savunuyordu. Hemen sonrasında iktidar ve yandaşı basın tarafından “Kokteyl örgüt” söylemi dolaşıma sokuldu ve hatta katliamdan Kürtler ve sivil toplum örgütleri sorumlu tutulmaya başlandı. Bu o dönem için hedef şaşırtma ve olayın failleri üzerinden dikkatleri dağıtma yaklaşımı olarak nitelendirilmişti. Bu söylem daha sonra DAİŞ’lilerin de savunmasının temelini oluşturmaya başladı. Bütün bilgi ve belgelere göre, katillerin korunduğu, ellerini kollarını sallayarak Ankara’ya kadar ve belki de koruması altında geldiklerini gösterirken, ortaya çıkan bir kaç sınırlı sanıktan biri olan Mehmeddin Baraç, katliamdan 2 yıl sonra 25-26 Eylül tarihlerinde görülen 10 Ekim katliam davasında, “Bu olayı YPG DAEŞ ortak yaptı” diyerek Erdoğan’ın katliamın hemen başında söylediği sözleri üstelik de yine Erdoğan’a dayandırarak dile getirmişti.
MUHALEFET AÇIKLAMALARI
HDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş ise, “Çok acı bir durum var ama mafyalaşmış, katilleşmiş ve bunu seri katil gibi uygulayan bir devlet anlayışı ile karşı karşıyayız” diyerek hükümetin katliamdaki sorumluluğuna işaret ediyordu.
MA / Barış BOYRAZ

EN SON EKLENENLER