Adalet Kurultayında konuşan ABF Genel Başkanı: İbadethanemiz Camiler değil Cemevleridir

Adalet Kurultayı’nda ‘İnançta Adalet’ oturumunda konuşan ABF Genel Başkanı Muhittin Yıldız, “Bu Kimlikte namaz değil Cem vardır Ramazan değil. Muharrem Orucu vardır. Semah vardır, Deyişler vardır, Hakikat makamından Nefesler vardır. Bu inancın ibadethanesi camiler değil Cem evleridir” dedi.

CHP’nin Çanakkale’de düzenlediği adalet kurultayında geçtiğimiz gün ‘İnançta Adalet’ oturumu düzenlendi. KHK ile ihraç edilen Cihangir İslam’ın yönetiminde düzelenen panele İhsan Eliaçık (Antikapitalist Müslümanlar platformunun kurucusu), Tayfun Atay (Cumhuriyet gazetesi yazarı), Murtaza Demir (2 Temmuz Vakfı Başkanı), Fatma Bostan Ünsal (AKP kurucusu/ insan hakları aktivisti), Pakrat Eskutyan (Agos gazetesi yazarı), ve Muhittin Yıldız (ABF Genel Başkanı) katıldı.

Panelde bir konuşma yapan ABF Genel Başkanı Muhittin Yıldız’ın konuşması şöyle;

Ülkeyi karanlığa boğan zulüm, baskı ve haksızlıklara karşı tavır sergileyen, hak ve adalet inşası için çaba sarf eden, vicdan çağrısında bulunan tüm cümle canları Alevi Bektaşi Federasyonu adına; Şah-ı Şehidan Hüseyni duruşuyla, Hünkâr Hacı Bektaşi Veli’nin bilinciyle, Pir Sultan’ın direnciyle selamlıyorum.
Bir yandan dünden devraldığımız Dersim, Maraş, Çorum, Tokat, Malatya, Sivas davalarının adalet arayışını bugüne taşırken, diğer yandan da iktidarın nerdeyse günlük uygulamaya aldığı adaletsizliğin, zulmün karşısında duruyoruz. Kim olursa olsun haksızlığa uğramış herkes için adalet talebimizi her platformda dile getireceğiz. Adalet taleplerimiz karşılanmadığı sürece de dillendirmeye devam edeceğiz.

Çok kültürlü, çok inançlı, farklı etnisitelerin olduğu bu coğrafyaya hakkaniyetli olmayan tekçi dayatmalar nedeniyle, toplumsal barış yok edilmiştir. İktidar uygulamalarıyla, faşizmi kurumsallaştırma yönünde tüm süreçleri harekete geçirdiği, yaşamın her alanında, şeriat kurallarının yürürlüğe konulmaya çalışıldığına tanıklık ettiğimiz günlerden geçmekteyiz.
Parlamentonun tüm işlevleri kaybettirilmiş, kuvvetler ayrılığı ortadan kaldırılmış, basın özgürlüğünün esamesinin dahi okunmaması sağlanmıştır. Gerici zihniyetin yürüttüğü eğitim politikasıyla, okullar birer asimilasyon merkezleri ve cehaletin kutsandığı alanlar olarak işlev görmektedir.

Talan edilen, yakılan ormanlarla bu coğrafyanın nefes noktaları yok edilmiştir.

Sürekli ırkçı, gerici söylemlerle kaşınılan gündemler sayesinde sokaklar güvenliksiz olup kadınlara uygulanan şiddet tırmandırılmıştır.

Hakim yapının dışladığı, yok saydığı, yok etmeye çalıştığı tüm kesimlere uygulanan baskı ve şiddet neticesinde milletvekilleri, gazeteciler, eğitimciler, aydınlar cezaevine konulmuş, Kanun Hükmünde Kararnamelerle yüz binin üzerinde canımız işinden, gücünden, ekmeğinden edilmiştir. Uygulanan hukuk kurallarının artık ahlaksızlaştırıldığına, adalet kavramının gücü elinde tutanlarca eğilip büküldüğüne sayısız kez tanık olmaktayız.

Nereye bakarsak yıkıntıyla karşılaşırız, nereye dokunursak sorunlar yumağıyla buluşuruz.

Her noktada yaşadığımız adaletsizliğe karşı düzenlenen bu adalet kurultayını çok anlamlı buluyoruz. Emeği geçen herkese kurumum adına çok teşekkür ederim.
Aynı şekilde Halkların Demokratik Partisi’nin ‘Durmayalım Durduralım’ sloganı ile başlattığı Vicdan ve Adalet Nöbetleri, faşizme karşı birlik içerisinde, mücadele etmemizin önemi açısından çok kıymetli. Bu kıymetli mücadeleyi sevgi ve saygıyla selamlıyorum.

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı sayın Kemal Kılıçdaroğlu öncülüğünde başlayan “Hak, Hukuk, adalet” şiarıyla Ankara’dan İstanbul’a kadar gerçekleşen yürüyüşle ülkemizin acil adalet ihtiyacı kamuoyunun gündemine getirilmiştir. Sayın Kılıçdaroğlu’nu bu anlamlı mücadelesi nedeniyle kendilerini saygı ve sevgiyle selamlıyorum.

Gerek “Adelet Yürüyüşüne” gerekse Vicdan ve adalet nöbetlerine Demokratik, laik ve sosyal hukuk devletinin oluşturulması isteğiyle “Herkes için adalet” şiarıyla desteklerimizi sunduk. Arzumuz ve çabamız olabildiğince geniş bir demokrasi, özgürlük ve sosyal eşitlik cephesi oluşumunun bu kurultayla temellerinin atılmasıdır.

Dünden bugüne her dönem zalimin zulmüne baskısına, maruz kalmış olan biz Aleviler bir yanımızla mazlumluğun bir yanımızla da direnişin sembolü olduk. Her devirde iktidarlar ve iktidarın maşası olmuş besleme paramiliter güçler tarafından tehdit edildik, katledildik, hapsedildik ama teslim olmadık. Hüseyn-i Kerbelâ’dan, Baba İshaklara, Baba İlyaslardan Şeyh Bedrettinlere, Şah Kalenderden, Pir Sultan Abdallara, saraylara biat etmeyip direniş geleneğini geleceğe taşıyanlar olduk. Aynı ruhla şimdi de tüm etnik kimliklerin, tüm inanç sahiplerinin, ötekileştirilen kesimlerin taleplerine her daim yüreğimizi, aklımızı, mücadelemizi açık tuttuk. Kendi hak ve özgürlük mücadelemizde taleplerimizi, dertlerimizi, acılarımızı diğer kesimlerin taleplerinden ne öncelikli gördük ne de kendimize ötekileştirdik.

Hiçbir etnik ve inançsal kimliğin reddedilmediği, özgürlükçü bir anayasa talebimizi bulunduğumuz her platformda dile getirdik. Askeri vesayeti, dini tahakkümü, mahalle baskısını, ırkçılığı, çatışma tehlikelerini, şiddet üreten sistemi sonlandırabilecek bir anayasa ihtiyacı olduğunu 16 Nisan öncesi ve sonrasında da defalarca belirttik. Anayasada, dayatılmış kimlik tanımları yerine Türkiye’de var olan kimlikleri tanınmalı ve bir arada eşit koşullarda yaşamanın olanakları yaratılmalıydı. Biz Aleviler bu anayasayı kabul etmiyoruz. Yapılan son değişiklik bize eşitlik ve özgürlük getirmeyecek, yeni tehdit ve baskılarla bin yıllık inkâr ve asimilasyonu devam ettirecektir. Anayasa değişikliği, değişiklik değil bin yıllık zulmün güncellenmesidir.

Bu coğrafyada devletler değişse de, hükümetler değişse de Alevilerin asimilasyonuna yönelik politikalar yüzlerce yıldır sürdürülmektedir. Tıpkı Osmanlı’da olduğu gibi Cumhuriyet döneminde de sürdürülen Alevi Köylerine Camii yapma, Alevilerin ibadet ve inanç esaslarını yok sayma, ibadethanelerini kabul etmeme, okullarda Alevi çocuklarına zorla Suni inanç-ibadet esaslarını öğretme asimilasyonu günümüzde de artarak devam etmektedir. Bir tarafta asimilasyona tabi tutulan, diğer taraftan da kararnameler ile işlerinden, görevlerinden atılmakta, Aleviler bürokrasiden tamamıyla uzaklaştırılmaktadır. Alevilere yönelik bu yaklaşımlar bin küsür yılın biriktirdiği kinin bugüne akışıdır.

12 Eylül askeri darbe sonrası yapılan Anayasa ile, okullarda Anayasal zorunluluk haline getirilen Din derslerine yönelik Alevilerin itirazları yıllardır sürmektedir. Bu nedenle gerek yurtiçinde gerekse AİHM’e taşınmış davalar bulunmaktadır. Danıştay’da kazanılan davalar olduğu gibi AİHM’e giden tüm davalar da Alevilerin lehinde sonuçlanmıştır. Yani okullarda okutulan Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi adıyla verilen dersin bir Suni ibadet dersi olduğu ve Alevi çocuklarını asimilasyona tabi tuttuğu onaylanmıştır. Mahkeme kararları gereğince mahkûm olan o müfredatlar Laik eğitim sistemine göre değiştirilmesi gerekirken tam tersi Din dersi müfredatı daha da Sünni İslam eksenine çekilmiştir. Hatta bu yetmiyormuş gibi okullarda bilimsel eğitimden vazgeçilmiş; neredeyse tüm dersler Müslümanlık ekseninde birer Din dersine dönüştürülmüştür.

Din Derslerinde Sünni inanç ve ibadet şeklileri ezberletilmekte, ezberlemeyen geçer not alamamaktadır. Bu bir asimilasyondur. Asimilasyon bir insanlık suçudur ve bu müfredatı koyanlar, bu müfredatı savunanlar, itiraz etmeyenler bu insanlık suçunu işlemekte, onaylamakta ve ortağı olmaktadırlar.
Eğitimde Alevilikten hiç bahsedilmiyor değil; bahsediliyor bahsedilmesine de ancak MEB’in tarif ettiği ve okuttuğu Alevilik, Sünni anlayışın Aleviliği görmek istedikleri şekilde görme, istedikleri kalıba koyma amacına hizmet eder biçimde hazırlanmıştır.

Bu Kimlikte namaz değil Cem vardır
Ramazan değil Muharrem Orucu vardır.
Semah vardır, Deyişler vardır, Hakikat makamından Nefesler vardır.
Bu inancın ibadethanesi camiler değil Cem evleridir

Malumunuzdur 21 Mart Hz. Ali’nin doğumu nedeniyle AKP tarafından düzenlenen etkinlikte Başbakan Sayın Binali Yıldırım Alevilerle ilgili yaptığı konuşmasında: “Biz birbirimizin çocuklarına isim verecek kadar güçlü bağlarla, güçlü bir hukukla birbirimize bağlıyız. Aynı sofrada aynı tastaki çorbaya birlikte kaşık salladık. Birlikte semaha, birlikte halaya durduk. Bu kardeşiniz Alevi kültürüne çok yakın ve çok sıcak bir komşudur. Bu kültürün içinde büyüdüm. Biz iç içe yaşadık, birlikte yaşadık, bundan sonra da ilelebet yaşamaya devam edeceğiz.” Diyor ancak Alevileri anlamak için aynı tasa kaşık sallamak yetmemiş ki fiiliyatta Alevileri yok sayan politikalar yürütmektedirler. Sayın Başbakan Semahı Hakk için değil seyir için izlemiş. Bu anma Aleviliği yozlaştırma amacı güden, tekçi bir anlayışı dayatan suni bir anmadır.

Bizim adalet talebimiz tüm etnik ve inançsal kimliklerin eşit hak ve özgürlüklerini kapsayan bir anayasa; Laik, demokratik, insan haklarını tanıyan yasaların işlediği bir Türkiye; Hukuk üstünlerin hukuku değil herkesi kapsayan eşitlikçi bir hukuk; bilimsel, demokratik, özerk ve fırsat eşitliğine dayalı parasız eğitim; bütün karanlıkta kalmış cinayetlerin, katliamların aydınlığa kavuşturulması yönündedir.

Maraş, Sivas, Çorum, Tokat, Katliamları için Adalet
Hrant için Adalet
İşsizliğe açlığa mahkûm edilen Nuriye Gülmen ve Semih Özakça için Adalet,
Suruç’ta katledilen düş yolcuları için Adalet,
Ankara’da katledilen Barış elçileri için adalet
Gezi direnişleri esnasında katledilen Mehmet Ayvalıtaş, Ethem Sarısülük, Abdullah Cömert, Ali İsmail Korkmaz, Haşan Ferit Gedik, Medeni Yıldırım, Ahmet Atakan ve Berkin Elvan için Adalet istiyoruz

Sözlerime son verirken Biz Alevilerin dili barıştır, yanı mazlumdur, karşıtı zalimdir, Kâbe’si insanlık ve kardeşliktir.
ALEVİLER VARDIR, ALEVİLİK HAKTIR!
Sevgi ve barışın daim olması dileğimle….
Aşk ile Hak Eyvallah!

EN SON EKLENENLER