Adaletsiz ülkede adalet arayışları!

‘Vicdan’ toplumunda yaşıyoruz. Bizim toplumda Adalet, Hukuk, Kanun, yasa yönetici vicdanının hükmettiği kurallardan meydana gelir ve yönetici vicdanın emrinde olan kurumlar tarafından uygulanır.

Böyle toplumlarda, toplum vicdanlının ‘adaletine,’ vicdansızın zulmüne emanet demektir.

Gelişmiş toplumlarda Hukuk, Kanun, Yasa… Bunların hepsi, birey veya kurum yöneticilerinin vicdanıyla değil, toplumda bir karakter, bir Kültür haline gelen Adalet anlayışının sonucu oluşan mekanizmalar tarafından uygulanır. Bu kurumlar partiler üstü ve tarafsızdır.

Adalet uygulamasının en temel kurumu yargıdır. Yargı, toplumsal uzlaşı belgesi de denilebilecek anayasayı toplumun bütün bireylerine eşit ölçüde, uyum ve uyumsuzlukları oranında, hukuki yaptırımlar temelinde uygular.

Toplumun en alt bireyi ile en üst bireyi kanun karşısında aynı haklara sahiptir. Bireyin siyasi düşünce, İnanç, Kimlik aidiyeti, yâda makam ve mevki durumu kanun karşısında bir öncelik veya sonralık arz etmez.

Demokratik Devlet, bir yerde vuku bulan adaletsizlik, kanunsuzluk, haksızlık ve hukuksuzluk sorgulanmasında hakem rolü oynar.

Şimdi bütün bu kurallar, demokratik değerleri içselleştirmiş, adalet duygusunu toplumsal bir hafıza haline getirmiş toplumlar için geçerli olan kurallar olduğunu da belirtmek gerekiyor.

AKP’nin faşist diktatörlük heveslerine ver yansın etmek sadece sorunun bir yanı. Sorunun görülmesi gereken esas yönü, AKP dışında kalan siyasi partilerin bu süreç karşısındaki tutumlarıdır.

Hitler’in faşist diktatörlük yükselişini sadece Hitler’in kötü niyetinin veya çok zeki olmasının bir ürünü olarak elle alamayız.

Hitler’in yükselişinde Sosyal demokratlardan liberallere kadar toplumun her kesiminin büyük payı vardır.

Erdoğan’ın tek adam diktatörlüğüne, AK’nin devlet yöneticiliğine yükseliş süreci de ha keza ne Erdoğan’ın zekiliği,  nede AKP’nin kurnazlığıyla açıklanamaz.

AKP’yi devlet, Erdoğan’ı Milli şef yapan, ‘’Yetmez ama evet’’ süreciyle oluşan toplumsal destektir. Bu destek, Liberal, Demokrat, Sosyal demokrat ve bir takım ‘Sol’ çevreler tarafından sağlanmıştır.

Toplumun içinde bulunduğu çıkmazdan, AKP’yi ve Erdoğan’ı çıkış kapısı olarak gösteren bu çevrelerin, niyetten bağımsız olarak, Erdoğan önderliğindeki faşist diktatörlüğün tesisinde büyük payları vardır.

Bu eksik görülüp hesaplaşılmadığı sürece, faşizmle hesaplaşmanın o kadar kolay olmayacağı bilinmeli.

Kemal Kılıçdaroğlu öncülüğünde başlatılan ‘’Adalet’’ Yürüyüşüne dönersek, buradaki ‘’Adalet’’ arayışı,  ‘vicdana’ göre adalet aramanın tipik yansıması.

CHP ve Kılıçdaroğlu gerçekten Türkiye için Adalet arayışı dertleri olsaydı, bunu, bırakalım 40 yıllık kirli savaşı, devlet destekli Roboski, Amed, Suruç, Ankara, Cizre, Sur, Nusaybin, Şırnak katliam ve soykırım uygulamalarına karşı çıkarak, Adalet arayışı yolculuğuna çıkardı.

Onları da geçelim, HDP’nin eş başkan ve milletvekillerinin dokunulmazlığına sunulan destek, Kürdistan’da seçilen onlarca Belediye başkanın görevden alınarak yerine kayyum atanması karşısındaki sessizlik, maalesef CHP’nin Kemal Kılıçdaroğlu öncülüğünde başlattığı ‘’Adalet Yürüyüşünü’’ güvensiz kılıyor.

Bur da tipik bir vicdan ‘adaleti’ karşımıza çıkıyor. CHP ve Kılıçdaroğlu’nun Adalet anlayışı, ancak kendi çevresine zarar verilince bir vicdan meselesi olarak ortaya çıkıyor. Anlaşılması gerekenin vicdan adaletinin gerçek adalet olmadığıdır.

Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ ve diğer tutuklu HDP Milletvekillerinin tutuklanmasında imzası olan CHP’nin vicdan adaletinin çıtı çıkmamıştır.

Şimdi sorulması gereken soru şu: CHP’nin başlattığı ‘’Adalet’’ yürüyüşü Türkiye’ye adalet getirir mi? Hayır!

‘’Evet’ cevabı bana, ‘’Yetmez ama evet’i’’ hatırlatıyor. Erdoğan’ın AKP öncülüğünde başlattığı bu kampanyaya hemen hemen her kesim(Kürt özgürlük siyaseti hariç) katılmıştı.

Bizim gibi karşı çıkanlar ‘’sol sekter’’ ve hatta anarşistlikle suçlanmışlardı.

CHP’nin Adalet arayışı Türkiye’ye adalet getirmez derken, bu girişime karşı çıkılsın argümanında hareket etmiyorum. Tam aksine bu girişim desteklenmeli, ama CHP’nin de bu girişim içerisinde ayrışmayı yaşamak mecburiyetinde bırakılması gerektiği kanaatindeyim.

Tekçilik ideolojisi üzerine inşa edilmiş hiç bir parti, hiç bir siyasi hareket çoğulcu ve katılımcı demokrasiden yana olamaz!

Çoğulculuk tekçiliğin zıddıdır. CHP, ‘’Tek millet, Tek Dil, Tek Bayrak….’’ gibi ırkçı şoven tekçiliğin savunucusu ve uygulayıcısı. Tekçilikte AKP ve MHP’yi gölgede bırakacak dozlarda ırkçı söylemlere sahip. Bu CHP Türkiye’ye adalet getiremez!

Önemli olan bir durumda şu ki, Kılıçdaroğlu öncülüğündeki ‘’Adalet’’ arayışı, devlet partileri arasındaki iktidar çekişmesinin bir sonucudur.

Kumkapı mutabakatı çökmüş, açık faşizm cephesi, CHP’nin içindeki sosyal demokrat eğilimli kesimi ve CHP’nin demokrasi yanlısı tabanını devletin oyun sahasının dışına itmiştir.

CHP’nin içindeki sosyal demokrat kesim ve tabanı, ‘’Vicdan’’ adaletini arayan tekçi devlet geleneğinin mucibi CHP’yi ya yalıtmalı, yâda mensup olduğu cepheye gitmesini sağlamalı. Aksi durumda Türkiye’de gerçek bir sosyal demokrat muhalefetin oluşması imkânsızdır.

Bir sistem baştan aşağı çürümüşse, Sosyal demokratım diyen bir parti de bu kurumun yaşatılması için mücadele ediyorsa, o zaman o partinin, toplumu felakete sürükleyen faşist partilerden bir farkının olmadığını topluma anlatılmalıdır.

Savunulacak hiç bir değeri olmayan bir sistemi savunmak, ancak onu kendi çıkarları için, halka karşı kullanmak isteyen faşizmin işi olabilir.

CHP kararını vermeli. Tekçilikle demokrasi, Çoğulculukla Irkçılık Birbirini dıştalar. Demokrasinin olduğu yerde ırkçılığa, tekçiliğe, Adaletin olduğu yerde Vicdana sığınmaya yer yok.

Demokrasi çoğulculuğu ve hoş görüyü, Adalet vicdanlı olmayı zorunlu kılar. Birilerinin vicdanlılığı, yâda vicdansızlığı pek önemli değil. Adalete uyan aynı zamanda vicdanlıdır. Adalete karşı gelen ise, yargının hukuksal yaptırımıyla karşılaşmak zorunda kalır.

Türkiye’de aranması gereken adalettir. Toplumu adalete teslim etmek gerekir. Vicdanın ne zaman çıldıracağı, ne zaman cinnet getireceği bilinmez.

EN SON EKLENENLER