Afrin’e saldırı ve Türk devletinin komploları

Bir savaş ancak meşruiyeti kadar anlamlıdır. Aynı şekilde meşruiyeti kadar kazanılabilenir. Meşruiyeti olmayan bir savaşın yarattığı sonuçlar ne kadar başarılı görünürse görünsün, halklar nezdinde, hiçbir anlam taşımayacaktır.

Türk devleti meşru olmayan bir savaş sürdürdüğü için kitlesel destek alamayacağını bilmektedir. Anlatılan yalanların, kitleleri Afrin’e karşı sürdürülen bu savaşa ikna ettiği sanılmamalıdır.  Kitlelerin Erdoğan’ın ve Türk devletinin çıkarttığı bu haksız savaşı
benimsediğini söylemenin kendisi de büyük bir yalandır.  Türk kamuoyunun bu savaşta hiçbir çıkarı yoktur.   Bu gerçek ne kadar manipüle edilirse edilesin uzun süre mızrak çuvala sığdırılamayacak, inatçı gerçeklik kendisini dayatacaktır.

Gerçeğin böyle olduğunu gören Türk devleti, her faşist diktatörlük gibi, yalanlarla, provokasyonlarla Afrin’e saldırıdan zafer çıkartmaya çalışmaktadır. Bunun için akla ziyan ne kadar aşağılık yöntem varsa hepsini kullanmaktan bir an bile tereddüt etmemektedir. Halklara karşı toplu katliamlar dahil her türlü kanlı provokasyona baş vurmaktadır.

Bu kapsamda Kilis ve çevresine atılan roketlerin Türk devleti tarafında atıldığı bütün çıplaklığıyla ortaya çıkmış bulunmaktadır. Cami dahil çeşitli yerleşim yerlerine atılan bu roketlerin devlet tarafında atıldığını, hem PYD/YPG yetkilileri hem de CHP’li vekil
tarafında belirtilmiştir. Zaten Türk devleti de bu bilgileri çürütmemiş, tersini iddia etmemiştir.

Türk devletinin tarihi böylesine kanlı karanlık komplo ve katliamlarla doludur.   İTF’nin karanlık komplosundan sonra komploculuğu devralan Türk devletinin Topal Osman’lar marifetiyle yaptığı komplolar bilinmektedir. Meclisten vekil öldürmelerden, Mustafa Suphi’lerin katliamına, Koçgiri katliamından İzmir’in yakılmasına, birbirlerine
karşı yaptıkları komplolara kadar bir dizi karanlık kanlı operasyonun yapıldığı bilinmektedir. Bütün bu katliamların her biri kendi özgünlüğüne uygun yalanlara dayandırılmıştır.

Aynı şekilde 1978 yılında Malatya, Sivas, Maraş ve Çorum’da yapılan katliamlarından da “komünistlerin camilere bomba attığı” yalanı üzerinde inşa edildiğini, bu ve benzeri yalanlarla bu katliamların meşrulaştırılmak istendiğini biliniyor. Aynı yöntem Gezi direnişi
döneminden de “camilerde bira içildiği” yalanıyla sürdürülmüştür.

Bu yöntem, yazının girişinden de belirtildiği gibi, meşruiyeti olmayan, dolayısıyla kaybetme ihtimalinin de yüksek olduğu durumlarda kullanılan bir yöntemidir ve güçsüzlüğün ifadesidir.  Meşruiyeti, haklılığı olmayan bir savaşı sürdüren tüm faşist diktatörlükler, çıkarttıkları savaşlara kitleleri alet edebilmek için bu türden
sayısız yalanlarla bu yönteme başvurmaktadırlar. Türk devleti de Afrin’i işgal etmek amacıyla başlattığı savaşın, hemen ilk gününde, bu yönteme başvurmuştur.

Kilise ve çevresine roketler atarak, ancak bu roketleri YPG atmış gibi göstererek, savaşı meşrulaştırmaya yönelik algı oluşturma operasyonlarına başlamıştır. Bu roketleri attığında ırkçılık ve gericilik zehiriyle sarhoş edilmiş, güruha dönüştürülmüş olanların desteğini almayı amaçlamıştır. Halbuki YPG’de bütün askeri Kürt güçleri de savaşın belirlenmiş kurallarına bağlı kalarak bu savaşı sürdürdüklerini bütün dünya bilmektedir. Kürt askeri güçleri, sivil hedeflere saldırmamış, o hedeflere yönelmemişlerdir.

Anlaşılan o ki Türk devleti ve Erdoğan, sıkça ve en kanlı haliyle kullandığı bu yöntemi, önümüzdeki dönemden de kullanılacaktır.  Bu gerçeğin fazlasıyla emareleri bulunmaktadır. Her şeyden önce, yukarıdan da belirtildiği gibi, bu devletinin karakteristik özelliği
katliamcı/komplocudur.  Ayrıca kısa süre önce yayınlanan KHK’yle, “devlete karşı suç işlediğini” iddia ettiği herhangi birisi, görevli olmayan herhangi bir katil tarafında öldürülebilecek ve bu katil, cezasız kalabilecektir. Söz konusu kararnameyle bu türden saldırılar meşrulaştırılmak istenmiştir. Aynı günlerde paramiliter katillerinden
oluşan HÖH adlı çetelerin resimleri, röportajları yayınlandı. Birkaç gün önce yapılan bir üst düzey güvenlik toplantısına SADAT adlı katiller çetesinin “Reis’i” katılarak “onurlandırılmış”, anlaşılan o ki yeni katliamlar planlanmıştır.

Bütün bunların toplamında ortaya çıkan gerçeklik, Erdoğan’ın, Türk devletini karanlık komplolarla ve paramiliter çetelerle yönetmek istediğidir. Aslında bu yolla zaten hiçbir meşruiyeti, geçek anlamda toplumsal dayanağı ve desteği olamayan Türk devleti, korsan kimliğine dönmüş olmaktadır.

Bunun tam anlamı, önümüzdeki günlerde çok daha komplike ve çok daha kanlı provokasyonların yapılabileceğidir. Çünkü Türk devleti ve Erdoğan, artık Türkiye halklarını yönetememektedir. Yönetemediği için, bütün diktatörler gibi, savaş, komplo ve katliamlar dahil, her türlü kanlı oyuna başvurmaktadır.

Elbette bu durum, Erdoğan’a ve Türk devletine karşı sürdürülen mücadeleye engel olmayacak, etkilemeyecektir. Yapılması gereken Erdoğan’ın bu hilelerini anında ve zamanında ve en etkili yöntemlerle deşifre etmek, açığa çıkartmak ve teşhir etmektir. Erdoğan’ın ve Türk devletinin hem geçmiş tarihi yapılanması hem de bugün içinde bulunduğu “kaybediyor olma durumu” her yola başvurmak zorunda kalmanın çaresizliğini yaşatmaktadır.  Bu durum Erdoğan’ın katliamcı, savaşçı ve yayılması politikalarının temeli olmaktadır. Erdoğan’ın ve Türk devletinin faşizmine karşı en kararlı mücadelenin yükseltilerek sürdürülmesi ve katliamcı, komplocu politika ve pratiklerin teşhir
edilmesi, günün görevi ve kazanmayı sağlayacak olan hamlenin temelidir. Kim ki Erdoğan faşizmine karşıysa, ne yapacaksa bugün yapmalıdır, çünkü bugün halklar kazanmak durumdadırlar. Yapılması gerekenleri başka bir güne ertelemek, faşizme pirim vermek olacaktır. Halkların yüreği faşizmin alt edileceği enerjiyi büyütmekte,
yansıtmaktadır.  Özgürlük, yüreklerde biriken öfke ve inançla, gözlerdeki ışığın parıltısıyla kazanılacaktır.

 

EN SON EKLENENLER