AKP faşizmini algı operasyonları da kurtaramaz!

AKP medyası algı operasyonları ile içine girdiği çöküş sürecinden kurtulmaya çalışıyor.  Bir yandan Kürdistan’da taş üstünde taş bırakmama amacıyla savaşı sürdürürken, öte yandan bazı yazarları aracılığıyla sanki birkaç ay sonra bir çözüm süreci başlayacakmış propagandası yaparak, halkta sahte beklentiler yaratmaya çalışmaktadır.  Bu yöntemin esas amacı AKP faşizmine karşı sürdürülen mücadele de gevşeklik yaratmaktır.

AKP artık tamamen özel savaş güçlerinin psikolojik harekât planlarını uygulamaya koymuş bulunuyor.  Kendisine muhalefet adını takmış iki düzen partisi MHP ve CHP’de kendilerine verilmiş rol gereği oyuna dâhil olarak sistemi ayakta tutma görevlerini yerine getiriyorlar. Zaman zaman aralarında çelişki varmış gibi yapmak da, bu oynanan oyunun gereğidir sadece.

AKP içine girdiği baş aşağı gidişi durdurmanın planlarını yaparken, onu alaşağı yapması gereken güçler, özellikle CHP bu gerçeği görmezden gelerek, bile isteye AKP iktidarına koltuk değneği oluyor.  CHP AKP’yi eleştirirken bugün yürüttüğü kirli savaşı neden önceden başlatmadı diye eleştiriyor. PKK’ye ve dolayısıyla Kürt halkına karşı bu saldırıları yapmada geç kaldığı için eleştiriyor.  MHP ise AKP’ye açık çek vererek Kürtlere karşı savaştığı sürece AKP’yi destekleyeceğini açıktan deklare etmiş bulunuyor.

Düzen içi muhalefet güçleri AKP’nin yarattığı sahte gündemlerin arkasına takılarak, Kürt halkına karşı yürütülen soykırım amaçlı saldırıları toplumdan gizlemenin aracı oluyorlar. En son Meclis başkanını “Laiklik anayasadan çıkarılmalıdır” söyleminin üstüne atlayan CHP “Türkiye laiktir laik kalacak” sloganı eşliğinde kitleleri sokağa indirmeye çalışırmış gibi yaptı. Ama bunda da başarılı olamadı.

Bir kere Türkiye devleti hiçbir zaman laik olmadı ki, laik kalsın. TC devleti Sünni İslam’ın Hanefilik mezhebinin resmi devlet dini kabul edildiği bir devlettir. Osmanlıdaki hilafetin yerine ise, Hanefi mezhebi liderliğindeki Diyanet İşleri Başkanlığı’nı kurmuştur. Tekke ve Zaviyeleri kapatma yasasıyla, Alevi ibadet yerleri, Ezidi mabetleri ve Kürt Şafii kurumları yasaklanmıştır.

Türk devleti her şeyde olduğu gibi dini olarak da tekçidir. Ülkede yaşayan tüm etnisiteleri Türkleştirmenin yanında, tüm inanç mensuplarını da Hanefi İslam dinine katma amacı da bulunmaktadır.  Laikliği sahtedir. Laik bir devlette devlet himayesinde Diyanet İşleri Başkanlığı olmaz. Laik devlet tüm inançlara eşit mesafede durur. Türkiye bundan uzaktır ve dolayısıyla şimdi yürütüldüğü iddia edilen laiklik tartışmaları da sadece gündem çarpıtma amaçlıdır.

Bugün AKP faşizmi esas amaç olarak HDP’yi meclisten atmayı önüne hedef koymuş gibi görünüyor. Muhalefet olduğunu iddia eden MHP ve CHP ise bu işe dünden razı görünüyor. Kürt halkını göçe zorlayan, evlerini başına yıkan AKP’nin yaptıklarını görmezden gelen CHP, HDP’li milletvekillerine alçakça saldıran AKP’li faşistleri seyretmekle yetiniyor.

Yani aslında sorun Kürtler, işçiler, emekçiler, Aleviler olunca sözde çok partili gibi görünen sistem hemen tek partiye dönüşüyor. HDP milletvekillerinin dokunulmazlığı söz konusu olunca hepsi oybirliği ile söz konusu yasayı hemen onayladılar. HDP’li milletvekilleri linç edilirken seyretmekle yetindiler.

AKP algı operasyonlarına sığınarak kendisine çıkış ararken, muhalefet olması gerekenler, sanki çözüm masasından kalkan Kürtlermiş, sanki savaşı başlatan PKK imiş gibi propaganda yapmaya devam ediyorlar.

Oysa herkes de biliyor ki, Kürt sorunu çözülemiyorsa bu devletin politikalarından kaynaklanıyor.  Kürtlerle devlet arasında yüz yıldır süren sorunlar ve çatışmalar da, devletin politikalarından kaynaklanıyor. Kürt halkının varlığı resmi olarak tanınmadığı ve buna uygun pratik adımlar atılmadığı sürece çözüm olmaz.

Tüm TC hükümetleri gibi AKP’de yüz yıllık inkâr ve imha politikası koşullara uydurarak sürdürmektedir. Yani ortada iki taraflı bir çözümsüzlük durumu yoktur. Kürt halkı ta 90’lı yılların ortalarından itibaren çözüm için en makul yaklaşımları göstermiş, ama gerek AKP öncesi hükümetler, gerekse de AKP Kürt sorununun kalıcı çözümü için adımlar atmamıştır. AKP’nin adım atması için her türlü koşul ve imkânlar ortaya çıkarılmış, ama AKP önderlikli devlette sorunu çözme zihniyeti olmadığı için kalıcı sonuçlar alınamamıştır.

Çözüm amaçlı yürütülen görüşmeleri adım adım takip eden, her hareketten haberi olan, onayının olmadığı konuların gündeme gelmediği bilinen Tayyip Erdoğan, son ana kadar çözüm yanlısı imiş gibi yaparak, kendisinin de onayı ile Dolmabahçe’de Mutabakatın açıklanmasından hemen sonra bu Mutabakatı kabul etmediğini belirtmiştir.

Yani süreci bozan AKP iktidarıdır. Ya da daha doğru bir deyişle diktatörlüğünü ilan eden Tayyip Erdoğan’dır.

Çözüm masası orta yerdeyken 2014 ortalarında toplanan MGK’da (bu toplantıya CHP’nin de katıldığı söyleniyor) savaş kararı alınmıştır. Tayyip bu kararı uygulamaya sokan kişidir. Artık hükümet ve meclis sadece şekli olarak vardır. Tüm yetkiler saraydadır. Bu saray iktidarı çözümsüzlüğü, kaosu, baskı ve zulmü kendi iktidarını sürdürmenin biricik yolu olarak görüyor. Barış, kardeşlik, demokrasi diktatörlüklerin panzehiridir. Bu yüzden tüm diktatörler önce bunları yok ederler. Tayyib’in yaptığı da budur.

O zaman çözümün biricik yolu da Tayyip diktatörlüğünü yerle bir etmekten geçiyor. Tayyip Erdoğan şahsında somutlaşan zihniyet ve politikalar ortadan kaldırılmadan Kürt sorununun çözümünde bir süreç başlaması ve müzakerelerin yapılması mümkün değildir.

Kısacası Türk devletinin inkar ve imha politikaları bir kez daha boşa çıkarılmadan Kürt sorununda kalıcı çözüme gitmek söz konusu olamayacaktır.

Hatırlanırsa başta Abdullah Öcalan olmak üzere Kürt Özgürlük Hareketi ve Kürt halkı geçtiğimiz dönemde herkesin takdir ettiği gibi en makul yaklaşımları göstermiştir. Ancak iktidar hep daha fazla nasıl taviz koparırım, nasıl daha az hak verebilirim, nasıl daha az demokrasi uygulayabilirimin hesabında olmuştur.

Oysa Kürt hareketinin ve Kürt halkının bundan daha tavizkar yaklaşımları göstermesi, özgür ve demokratik yaşamdan vazgeçme anlamına geliyordu. Hükümet Kürt hareketinin Türkiye’nin birliğini esas alan demokratik çözüm projesini kabul etmemiş, tersine Kürt halkının özgürlük iradesinin kırılması kararını alarak uygulamaya sokmuştur. Bugünkü savaş bu nedenle ortaya çıkmıştır.

Türk devletinin şu andaki politikası ve pratiği Kürt halkını göçertme ve Kürt Özgürlük Hareketini ezme ve tasfiye etme politikasıdır. Uygulamaları da bu yöndedir. Bu yüzden hiç kimse direnme olmadan ve demokrasi mücadelesi vermeden, AKP’nin çökertme politikalarını boşa çıkarmadan AKP hükümetinin bu politikayı bırakıp Kürt sorununun çözümünde adım atacağını beklememelidir.

Bugün sorunun çözümü önünde engel olan, AKP’nin tekçi klasik inkar ve imha politikasıdır. Kürt Hareketi iktidarı ve klasik devleti hedeflemeyen, doğrudan demokrasiyi hedefleyen, sadece yerel demokrasiyi ve halkın özyönetimini esas alan bir projeyle çözüm yolunu göstermiştir. Ancak bunu reddeden ve soykırımcı ezme politikasında ısrar eden AKP iktidarı olmuştur.

Söz konusu düzen partilerinin tek bir parti gibi hareket etmesi bir yana, kendisine solcu diyen birçok çevre de sorun Kürtlerin yerinden yurdundan edilmesi olunca, en azından yürekli bir tutum sergileyemiyorlar. Elbette Kürt tarafının hataları vardır. Elbette HDP gereken her şeyi yapamamıştır. Tüm bunlar Türkiye solunun önemli bir kesiminin suskunluğunun gerekçesi olmamalıdır.

Bugün hepimize düşen HDP’li olmaktır. En azından HDP şahsında ezilenlere, emekçilere, ötekileştirilen toplum kesimlerine yapılan hakarete, alçakça saldırılara karşı çıkmak, yüksek sesle karşı çıkmak gerekiyor.

Kürt Özgürlük Hareketine yönelik yürütülen imha amaçlı saldırılar,  sadece Kürt halkına değil, Türkiye’nin tüm emekçilerine yapılmış saldırı olarak algılanmalı ve AKP faşizmine karşı aktif mücadele edilmelidir. Bugün susulursa, yarın ses çıkarmanın anlamı da kalmayacaktır.

AKP faşizmi Kürdistan’da tüm barbarca saldırılarına rağmen sonuç alamamıştır. Kudurganlığı bundandır. HDP milletvekillerine alçakça saldırısı da bundandır. Tüm imha amaçlı saldırılar bahar ile birlikte Kürt silahlı güçlerinin direnişine çarparak tuzla buz olmuştur. Kürdistan’da savaşı kaybeden AKP, iktidarı da kaybedeceğinin bilincindedir. Son olaylar AKP-DAİŞ ilişkilerini açığa vurmuştur.

Tayyip DAİŞ’e ısmarlama eylemler yaptırarak işin içinden sıyrılmaya çalışmaktadır.  Ancak artık kral çıplaktır. AKP içinde alttan alta gelişen kaynama giderek kendini açığa vurmaktadır. Davutoğlu artık uzun süre o makamda oturamayacaktır.

Hal böyle iken ana muhalefet partisi CHP bu gerçeği görüp ona uygun halkçı politikalar geliştirip AKP iktidarının çöküşünü hızlandıracağına, aksine bir tutumla Tayyip’in sultanlığına giden yoldaki taşları temizlemektedir. CHP için tehlike AKP’nin İslamcı faşist düzeni değil, HDP’dir. Yani CHP, MHP gibi düzen partileri için Kürtler, Aleviler, işçiler, memurlar tehlikedir.  Bu partiler Halkların birleşik gücünden korkuyorlar. Her üçü de AKP, CHP ve MHP bugün Türk derin devlet güçlerinin istemleri doğrultusunda gizli bir ittifak içindedir.

Son dokunulmazlık görüşmeleri ile bu gizli ittifak aleni hale gelmiştir. Biz devrimcilere düşen de bu kirli ittifak karşısında halkların demokratik iktidar yolunu açacak devrimci bir ittifak oluşturmak olmalıdır.

Böyle bir ittifak kuramazsak Türkiye tek parti ve tek şef sürecine doğru hızla ilerleyecektir.  Ömürlerini devrim mücadelesi uğruna büyük bedeller ödeyerek geçiren bizlerin önünde direnmek ve direnerek kazanmaktan başka bir seçenek bulunmamaktadır.  Tayyip’in iktidardan uzaklaştırılması gerekmektedir ve bunu sağlayacak olan da halkların birleşik devrimci gücüdür. Bu görev de bizlerin 68-78 kuşağının omuzlarındadır. Ömrümüzün son baharında göçüp gitmeden önce üzerimize düşeni yerine getirip,  yaratacağımız örgütlülüğü evlatlarımıza devredebilirsek gözümüz arkada kalmayacaktır.

 

EN SON EKLENENLER