Alevi Kürtlük yaşayacak ve yaşatılacaktır

mustafa_karasuMUSTAFA KARASU

Dêrsim, Kürdistan’ın en son teslim alınmış kalesidir. 1937-38 yılına kadar Dêrsim hep özerk kalmıştır. Bu nedenle dilini de, kimliğini de, kültürünü de, inancını da, toplumsal tüm özelliklerini de özüyle korumuştur. Kürdistan’ın başka bölgeleri fethedilmiş, hakimiyet altına alınmış, farklı siyasi ve toplumsal güçlerin etkisine girmiştir; etkilenmiş ve etkilemiştir; ama Dêrsim 1938 yılına kadar saf halini korumuştur. Bu açıdan 1937 yılına kadar hem Kürtlüğün hem de Alevi inancının özünü ve en çarpıcı farklılıklarını birlikte Dêrsim’de görmekteyiz. Bu açıdan 1937 öncesi Dêrsim’inin çok iyi öğrenilmesi ve bilinmesi gerekir. Çünkü 1938 yılından sonra Dêrsim’de bir özel savaş politikası uygulanmış, psikolojik savaş yöntemleriyle Dêrsim kimliğinden, dilinden, kültüründen, inancından, bir bütün olarak özünden koparılmaya çalışılmıştır. Dêrsim, Türkiye Cumhuriyetinin özel savaş politikasına en fazla muhatap olmuş bir coğrafyadır. Türk devletinin bu politikalarını anlamadan bugün Dêrsim’deki düşünce yapısını ve farklı eğilimleri anlamak zordur.

Dêrsim Katliamı ve kültürel soykırıma karşı Sait Kızıltoprak (Dr. Şivan)’ın bir çıkışı vardır. Kürt halkının mücadelesi içinde yer almak istemiştir. Bu dönemde Güney Kürdistan’daki Kürt hareketini Kuzey Kürdistan için de bir ışık olarak görmüş ve kendini Kuzey Kürdistan’a atmıştır. Ancak o dönemde Türkiye’nin NATO üyesi olma gerçeğini; Güney Kürdistan’daki hareketin de NATO müttefiklerinin desteğinde yürüdüğünü görmediğinden, Kuzey Kürdistan’da Özgürlük Hareketi’ni geliştirme isteğini yaşamıyla ödemiştir. ABD, İsrail, İran ve Türkiye ile ilişkileri nedeniyle KDP, Dr. Şivan’ın bu radikal kişiliğini kendileri için tehlikeli ve engel görerek tasfiyeye yönelmiştir.

Dêrsim gençliği, Dêrsim Katliamına, ezilmişliğine ve baskıya karşı tepkisini 1960’ların sonundan itibaren Türkiye’de gelişen devrimci hareketler içinde de yer alarak göstermiştir. Hüseyin Cevahir bu direniş kişiliğinin temsilcilerindendir. 12 Mart sonrası Türkiye’deki devrimci hareketin ve gençliğin direnişi Dêrsim başta olmak üzere tüm Kürdistan’ı da derinden etkilemiştir.

12 Mart’tan sona Dêrsim gençliği devrimci hareketler içinde daha aktif yer almaya başlamıştır. Bunlardan biri de Apoculardır. Apocu grubun kuruluş günü olarak belirtilen 1973 Newroz’undaki Çubuk Barajı toplantısına katılan altı kişiden üçü Dêrsimli’dir. Böylece Dêrsim’de 1938 soykırımına karşı Kürt kimliği, dil ve kültürüyle bir devrimci çıkış başlatılmıştır. Apocular, Kürdistan’daki zulümden, fiziki ve kültürel soykırımdan hesap sorma hareketi olarak tarih sahnesine çıktığı gibi, Dêrsim’de 37’de geliştirilen fiziki ve kültürel soykırımdan hesap sorma hareketi olarak da gelişmiştir. PKK’yi 1937-38’de yapılan fiziki soykırımın beyaz soykırımla tamamlanmasına yönelik bir direniş hareketi olarak değerlendirmek gerekir.

Kuşkusuz Dêrsim’de fiziki ve kültürel soykırıma karşı bir direniş gelişmesine rağmen fiziki ve kültürel soykırımın yarattığı sonuçları da küçümsememek gerekir. Bugün hala CHP gibi 1937-38 Dêrsim Soykırımından sorumlu olan bir parti Dêrsim’de oy alıyorsa, iddialı parti durumundaysa bu, 1937-38 fiziki soykırımı üzerinden yürütülen beyaz soykırımın belirli düzeyde sonuç aldığını gösterir. Dolayısıyla bu gerçekliğe göre bir politika ve mücadele içinde olmak gerekir. Hiç kimse 37-38 fiziki soykırımın ve devamı olan beyaz soykırımın sonuç almadığını söyleyemez. Fiziki soykırım öncesi Dêrsim değerlerine sahip çıkan ve bunları korumaya çalışanların bu gerçeği görerek Dêrsim’deki bu kültürel soykırımcı sisteme bir tutum almaları gerekmektedir. Yoksa 37-38 soykırımına ve onun devamı olan beyaz soykırıma teslim olunmuş olur. Dêrsimliler için bundan daha onur kırıcı bir şey olamaz.

Yakında yerel seçimler olacak. Bu seçim de bir yönüyle 1937-38 soykırımının sonuçları ile buna karşı direnenler arasında olacaktır. CHP 37 soykırımını ve onun devamı olan beyaz soykırımın yarattığı kişilikleri temsil ederken, demokratik devrimci ittifak ise Seyit Rıza’da temsilini bulan direnişçiliğin bugünkü temsilcilerini ifade etmektedir. CHP’ye gidecek her oy 37-38 soykırımı ve sonrası yürütülen özel savaşın sonuçlarını kabul etmeye, buna teslim olmaya verilmiş oy olacaktır. BDP adayına, HDP bileşenlerine verilmiş oy ise Seyit Rıza’dan bugüne fiziki ve kültürel soykırıma direnen büyük devrimcilere verilmiş oy olacaktır. Bu gerçek demagojilerle saptırılamaz. Bugün CHP’den milletvekili olan Kamer Genç, 1938 beyaz katliamının ürünüdür; beyaz soykırım yapımıdır. Hüseyin Aygün ise Kamer Genç’in artık miadını doldurduğu ve uyanan Dêrsim gerçeğinde toplumu uyutma gücünden çıktığı dönemde piyasaya sürülmüştür. O da 1937 katliamının bitirmek istediği Dêrsim kimliği ve kültürünün farklı biçimde bitirilmek istenmesinin kişiliğidir. 38 soykırımı ve onun beyaz rengine direnenlere karşı bir zihniyet ve yaklaşım içinde olması, bu gerçekliğini ortaya koymaktadır.

Dêrsim hem Kürt hem de Alevi kimlikli bir bölgedir. Bugünkü devletin çizdiği sınırlardan daha geniştir. Karakoçan, Kiğı ve Kemah’a kadar uzanan bir coğrafyayı kapsamaktadır. Dêrsim coğrafyasında hem Kirmançkî, hem de Kurmancî konuşulur. Kürt dili en eski bir halk olan bir toplum içinde ve en eski dil ve kültürlerin coğrafyası olan Kürdistan’da şekillenmiştir. Kurmancî, Soranî, Kirmançkî, Kelhorî, Hawramani, Lorî gibi birçok dil grubunu içinde taşır. Kürtçe denilirken tüm bu diller ve diyalektin anlaşılması gerekir. Sadece Kurmancî Kürtçe değildir; Soranca da, Kelhorca da, Hawramanice de, Kirmançkî de Kürtçedir. Kurmancî de Kürtçenin bir koludur. Zaten dil yapısı ve kelimeler birbirine yakındır. Birçok kelime ise aynı kökten gelir. Farklı biçimde telaffuz edilseler de aynı kökten gelen sözcüklerdir.

Şimdi Soranca, Kelhorca, Hawramanice, Kurmancî konuşanlar biz Kürt değiliz demiyorlar, ama ne hikmetse Dêrsim’de Kirmançkî konuşanların bir kısmı biz Kürt değiliz diyorlar. Kirmançkînin de Kürtçe dil grubundan biri olduğunu bilinçli olarak reddediyorlar. Kuşkusuz Kirmançkî de, Soranîce de, Kelhorca ve Hawramanice de özgünlükleri olan dillerdir. Sosyal ve kültürel olarak da özgünlükleri vardır. Şu kesindir, Kurmançki de, Soranî de, Kelhorî de kendi özgünlüklerini korumuşlardır. Hiçbir biçimde erimemişler ve tek bir dil haline gelmeyi kabul etmemişlerdir. Bu açıdan ulus-devletlerin tüm farklı lehçeleri, diyalektleri ve dil özgünlüklerini yok edip tek bir ulusal dil yaratma projelerine karşı çıkmak lazım. Bu tür tek ulusal dil yaratma eğilimleri ulus-devletçi gerici eğilimlerdir. Bu tür eğilimler, ulusal dil yaratma değil, ulusal zenginlikleri yok etme projeleridir.

Dilin özgünlüğünün korunması gerekirken sosyal ve kültürel özgünlükleri de korunmalıdır. Bu nedenle Kürdistan içinde de Soranî, Kurmançki, Hawramanî ve Kelhorî dili konuşanlar bulundukları yerlerde özerk olmalıdırlar. Ulus-devlet zihniyeti Kürt dil ve kültür zenginliğine karşı bir katliam olarak görülmelidir. Kürt Özgürlük Hareketi Kürt dilinin kültürel ve sosyal yapısının farklılıklarını böyle ele almaktadır. Bir kere herkes Kürt Özgürlük Hareketi’nin böyle bir projeye sahip olduğunu bilecektir. Yerel yönetimlere ve Kürdistan içindeki tüm özgünlüklere yaklaşımı budur. Tabii ki Süryaniler, Ermeniler, Êzidiler, Araplar, Mahelmiler, Türkmenler de bu zihniyet ve proje içinde özgünlüklerinin özerkliği ve özgürlüğü temelinde yer alacaklardır.

Bu çerçevede bir daha vurgulayalım, Dêrsim Kürdistan’ın özgün ve özerk bir kimliğe sahip bölgesi olacaktır. Tüm farklılıklarının özgürlüğünü sonuna kadar yaşayacaktır. Hiçbir biçimde başka farklılıklar ve kimlikler içinde erimeyecek, eritilmeyecektir. Bunun güvencesi de Kürt Özgürlük Hareketi’nin zihniyeti, yaklaşımı ve yapılanmasıdır. Özgürlük Hareketi her türlü kültürel soykırım ve asimilasyona karşı bir isyan hareketidir. Tarih sahnesine bu kimliğiyle ortaya çıkmıştır. Bu açıdan ne Aleviliğin asimile edilmesine, başkalaştırılmasına, Sünnileştirilmesine izin verecektir, ne de Kirmançkînin asimile edilmesine. Bu açıdan Alevi kimliğini ve Kirmançkînin özgünlüğünün de en temel savunucusu bu Özgürlük Hareketi’dir.

Dêrsim, Alevi Kürt’tür. Aleviliği savunma merkezidir. Sadece Dêrsim Aleviliği için değil, Sivas, Malatya, Maraş, Adıyaman, Erzurum Aleviliği için de önemli bir bölgedir. Bu nedenle Dêrsim Aleviliğinin asimile edilmeden, başkalaşıma uğratılmadan farklılığını sürdürmesi çok çok önemlidir. Tüm Dêrsimlilerin bu bilinçle hareket etmesi, Aleviliklerine güçlü sahiplenmesi ve her türlü asimilasyona karşı çıkması gerekir.

Aleviliğin kendi kimliğine sahiplenmesi ve korunması konusunda Kürt Özgürlük Hareketi’nin yaklaşımı ve çabası inkar edilemez. Zaten bu nedenle birçoğu Dêrsimli olan binlerce Alevi Kürt genci bu saflarda şehit düşmüştür. Binlercesi zindanlarda onlarca yıl yatmıştır. Hala da binlercesi Özgürlük Hareketi saflarında her düzeyde mücadele etmektedir. Bu gerçeklik bile bu hareketin karakterini ortaya koymaktadır. Bu nedenle Türk devleti bu hareketi Sünni Kürt toplumundan koparmak için “PKK Alevi hareketidir” gibi değerlendirmeler yapmaktadır. Doğrudur, Alevi’si, Êzidi’si, Sünni’siyle PKK tüm Kürtlerin Özgürlük Hareketi’dir. Sadece Kürtlerin değil, tüm ezilen toplulukların Özgürlük Hareketi’dir. Hiçbir çarpıtma ve yalan propaganda bu gerçekliği değiştiremez.

Dêrsim’de devlet çok çalışmaktadır. Dêrsim’i Kürtlükten ve Özgürlük Hareketi’nden koparmak için özel çaba sarf etmektedir. Türk devleti artık Dêrsim’de “Biz Türk’üz” propagandanın tutmayacağını görmüştür. Kürt Özgürlük Hareketi mücadelesiyle “Biz esas Türk’üz, Horasan’dan gelmişiz” hikayesini de çürütmüştür. Zaten değerli araştırmacı yazar Mehmet Bayrak bu “Horasan’dan geldik” hikayesinin ne olduğunu ortaya koyarak Türklüğe argüman yapılmak istenen bu söylentiye son vermiştir.

Şimdi artık açıkça biz Türk’üz demenin Dêrsim’de bir karşılığı kalmamıştır. Türk devleti 1938 fiziki soykırım ve sonrası beyaz soykırımla Dêrsim’i Türkleştirip Kürt kimliğinden koparmak istemiştir. Bu tutmayınca şimdi Kürtlükten koparmak istemenin başka tezleri ortaya atılmaya ve bu tezler üzerinden Dêrsim Kürtlükten koparılmaya çalışılmaktadır. “Biz Kürt değiliz Zaza’yız” denilerek bu yapılmaya çalışılmaktadır. Hakim Türk kimliği içinde eritmenin yeni projesi bu olmaktadır. Özgürlük Hareketi karşısında bu tezi bizzat devlet savunmaktadır. Arkasında 1938 soykırımını yapan devlet zihniyeti vardır.

Kuşkusuz Dêrsim’de hakim dil Kirmançkî’dir, Kurmancî değildir. Kurmancî az konuşulsa da Dêrsim’in esas olarak Kirmançkî’yi konuştuğu kesindir. Bunu zaten tüm Kürtler bilmektedir. Kürtçe de sadece Kurmancî değildir. Kirmançkî’nin Kurmancî ile aynı kökten geldiği ve çok yakın akraba olduğu açıktır. Bu ne aynılıktır ne de tümden ayrılıktır. Türk devleti şimdi Kürtleri bölme çabasını “Biz Kürt değiliz” üzerinden yürütmektedir. Benzer bir şeyi İran da Kelhorlar ve Lorlar için söylemektedir. Hatta Türkiye “Bizim Kürtlerimiz Güneydekilerden ayrıdır” diyerek Kurmançlarla Soranları karşı karşıya getirmek istemektedir. Öyle ki, Güney Kürdistan’da Soranca dilinin hakim olmasını istemektedir.

Dêrsim’de biz Kirmançkî’yiz ya da Zaza’yız söylemiyle Kürtlükten ayrıyız deyip Özgürlük Hareketi ve Kürt demokratik hareketine karşı tutum almak isteyen bir eğilim vardır. Böylece Dêrsim’i HDP ve BDP’den koparıp CHP’ye yamamak istemektedirler. Tabii ki böylece Türkleştirmenin ara aşamasını gerçekleştirmektedirler. Biz Zaza’yız diyenler bunu Türklüğe karşı koruma amacıyla değil de, esas olarak Kürtlükten koparmak için yapmaktadırlar. Hatta Türk’üz dememeleri de Kürtlüğü reddetmenin yeni yolu olmaktadır. Yani Kürtlükten koparmanın yeni yolu böyle bir meşruiyetle yapılmak istenmektedir. Doğrudur, Dêrsim Kirmançkî’dir, ama bu Kürt olmadıklarını göstermez. Atatürk 1919’da Erzurum’dan Sivas’a geçerken başta Dêrsim Kürtlerinden tehlike gelebileceğini söyleyerek tedbirlerini almıştır. Yine Şark Islahat Planı’nda Dêrsim ve çevresi (Sivas, Malatya, Maraş vd) tedbir alınmazsa Türklükle bütünleştirilmeyip Kürtlüklerinde ısrar edecekleri söylenmektedir. Bu nedenle Kürtlükten çıkarmak için bir soykırım planı olan Şark Islahat Planı uygulamaya sokulmuştur. Şark Islahat Planı’nın en önemli hedefinin Dêrsim, Malatya, Maraş, Adıyaman, Sivas ve Erzindan Alevi Kürtleri olduğu açıktır.

Şark Islahat Planının uygulanması ve Dêrsim Soykırımı sonucu bazı Dêrsimli, Sivaslı, Maraşlı, Malatyalı Alevi Kürtler  “Biz Kürt değiliz, esas Türk biziz” demişlerdir. Bunu kendiliğinden ve öz iradeleriyle değil, üzerlerinde uygulanan beyaz soykırım sonucu söylemişlerdir. Kürtlüğünden kaçışın bundan başka bir ifadesi olamaz.

Dêrsim Kürt olduğu gibi, Sivas, Malatya, Maraş, Erzincan Alevi Kürtleriyle Dêrsim tarih içinde ciddi bir ilişki içindedir. Birbirlerine hep destek vermişler ve birbirlerine muhtaç olmuşlardır. Böyle bir Alevi Kürt coğrafyası vardır. Tarih içinde bir bütün olmuşlardır. Varlıklarını sürdürmeleri biraz da bu ilişki ve birbirini tamamlamayla olmuştur. Yakın yerlerde olan Kurmancî ve Kirmançkî konuşanlar hem Kurmancî hem de Kirmançkî’yi öğrenmişlerdir. Dêrsim Kurmançlarının çoğu Kirmançkî’yi de konuşurlar. Kirmançkî konuşanlar da Kurmancî konuşanlarla rahatlıkla anlaşırlar. Bu, tarihsel bir gerçeklikken şimdi “Biz Kürt değiliz” diyerek Dêrsim’de Kurmancî konuşan Kürtlerden kendilerini ayırmaya çalışmaktadırlar. Hatta Sivas, Malatya, Maraş, Adıyaman Kürtlerinden de kendilerini ayırmaktadırlar. Kuşkusuz Kirmançkî’nin özgünlüğü vardır, farklılığı vardır. Biz ayrıyız demeleri bu özgünlüğü ve farklılığı belirtmek için değil kendilerini tümden Kürtlükten, tabii ki Alevi Kürtlerden de koparmak içindir. Böylece Kürtlerin Özgürlük Mücadelesini zayıflatmaktadırlar. Türk devleti buna dayanarak kültürel soykırımcı sistemini Kurmançki ve Kırmanci konuşanlar dahil tüm Kürtler üzerinde sürdürmede ısrar etmektedir.

Sivas, Malatya, Maraş ve Adıyaman Alevi Kürtleri de Dêrsim’i hep kendi parçaları görmüşlerdir. Dêrsim Kürtleri demişlerdir. Yani Alevi Kürtler Dêrsimlileri hem Alevi hem de Kürt olarak kendilerinden saymışlardır. Kuşkusuz Kirmançkî konuştuklarını bilmektedirler. Ama bu ortak kimliklerinin Kürt olduğu gerçeğini değiştirmemiştir. Alevi Kürtler Dêrsim’i böyle değerlendirirler. Dêrsimliler de kendilerini Kürt görerek Kurmanç Kürtlerinin bir parçası olarak görmüşlerdir. Şimdi bunu zorlama ile tersyüz etmek tabii ki kültürel soykırımcı Türk devletinin başka bir oyunu olarak değerlendirilir. Yoksa Kirmançkî dilinin geliştirilmesi ve farklılığının ortaya konulması kadar doğru ve güzel bir şey olamaz. Kürt Özgürlük Hareketi zaten bunu desteklemekte ve güçlendirmek için her türlü çabayı ve desteği sürdürmektedir. Bu açıdan Kirmançkînin farklılığı üzerinden Kürtleri bölme çabaları tabii ki iyi niyetli olarak görülemez Ne denirse densin 1937 soykırımcılarını desteklemekten başka anlam taşamaz. Zaten beyaz soykırım olmasaydı bu çevreler böyle konuşmazlardı.

Dêrsim, Alevi ve Kürt kalacaktır. Tabii ki Kürtlüğünü Kirmançkî dili ve Dêrsim kültürüyle sürdürecektir. Özgürlük Hareketi’nin mücadelesi bunun için de vardır. Dêrsim’i Aleviliğinden ve Kürtlüğünden koparmaya çalışanlar da karşısında Özgürlük Hareketi’ni bulacaktır.

Dêrsim’deki sol güç birliği, Aleviliğin, Kirmançkî Kürtlüğünün, demokrasinin ve Demokratik Özerkliğin temsilcisidirler. BDP adayı aynı zamanda Dêrsim’in Demokratik Özerkliğinin de adayıdır. Dêrsim, Kürt Özgürlük Hareketi gerçeğinde Kürdistan’ın nadide özerk bölgelerinden biri olacaktır. Kürdistan Demokratik Özerkliği de ulus-devletçi zihniyetten ayrı olarak Kürdistan’daki tüm farklılıkları kendi özgün kimliğiyle yaşatacaktır. Örneğin Botan alanı da özerk Kürdistan içinde kendi Demokratik Özerkliğini yaşayacaktır. Aynı gerçeklik Adıyaman, Maraş, Malatya ve Sivas Kürtlüğü için de geçerli olacaktır. Kürdistan beş altı konfederal birimden, yani demokratik özerk ünitelerden oluşacaktır.

Bu yerel seçimlerde devletin Dêrsim’deki oyunları bozulmalıdır. Bu yerel seçimlerde Alevi Kürt kimliği Dêrsim üzerinden kültürel soykırım politikası uygulayan Türk devletinin beşinci kolu CHP’yi yenilgiye uğratmalıdır.

Kürdistan’ın diğer yerlerinde devlet partisi AKP’dir; Dêrsim’de ise CHP’dir. Bu seçimde devlet partisinin yenilmesi Dêrsim dahil Kürdistan’da Demokratik Özerkliğin önünü sonuna kadar açacaktır.

EN SON EKLENENLER