Alevî sorunları

Nimet DEMİR

Geçen hafta Ankara Milletvekili Haluk Özdalga’nın “cemevleri ibadet yeri olarak kabul edilsin” önerisine, Başbakan’ın verdiği olumsuz cevap basında yer aldı. Biz de bu yazımızda Alevî Sorununu ele almayı uygun gördük. Hemen belirtmeliyim ki Alevî vatandaşlarımızın sorunu kolektif haklar cümlesindendir. Önce sorunun tarihî sürecine bakalım.

ALEVÎ SORUNUNUN TARİHİ:

Alevî sorununun kökü Osmanlıya kadar gitmektedir. Osmanlı-Safevî mücadelesinin dorukta olduğu dönemlerde, mezhep bakımından Safevîlere yakın olan Alevîler, Osmanlı iktidarınca bir tehlike olarak algılanmışlardır. Bu nedenle Osmanlı-Safevî mücadelesinin kızıştığı bu dönemlerde Alevîler Osmanlı’nın baskısına maruz kalmışlardır. Osmanlı-Safevî mücadelesinin sükûn bulmasından sonra genel olarak Osmanlı idaresinin Alevîlere karşı yaklaşımının olumlu yönde değiştiğini görmekteyiz. Bu dönemde Alevî-Bektaşî ocaklarına bir takım imtiyazların tanındığına da şahit olmaktayız. Bu olumlu yaklaşım 2. Mahmut dönemine kadar devam eder. 2. Mahmut döneminde Alevî-Bektaşi ocakları kapatılıp, Alevîler yeniden baskı görmüşlerdir.
Cumhuriyet dönemine gelince; Cumhuriyet’in kuruluşunda, kurucu irade, modern bir ulus meydana getirmeyi amaçlamış, bu amaç çerçevesi içerisinde toplumda hâkim olan Sünnî İslâm’ın Hanefî Mezhebini esas almış ve merkezî dini buna göre tanımlamıştır. Bilindiği gibi, ulus devlet, etnik temelde olduğu gibi, dinî temelde de tekil ve totaliterdir. Bu yapısı gereği, merkezce tanımlanan din ve mezhep dışında kalan tüm dinî oluşumları dışlar. Onları tanımaz. Tanımlanan merkezî din dışında kalan farklı din ve mezhep mensuplarını asimile etmek, ulus devletin tipik yaklaşımıdır. Yeni Cumhuriyet idaresi ulus devletten beklenen bu tavırların tamamını Alevîlere yönelik sergilenmiştir. Bu çerçevede çıkarılan ve Devrim Kanunları içerisinde yer alan 677 sayılı “Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Seddine ve Türbedarlıklar ile Bir Takım Unvanların Men ve İlgasına Dair” Kanunla Alevî Dergâhları kapatılmış, dergâh mallarına el konulmuştur. Keza Alevî inancı yok sayılmıştır. Alevîlerin bu projeye karşı duruş sergilemeleri üzerine, o zamanki iktidarca Cumhuriyet tarihindeki en kanlı Dersim Katliamı gerçekleştirilmiştir.

GÜNÜMÜZE GELİNCE:
677 sayılı “Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Seddine ve Türbedarlıklar ile Bir Takım Unvanların Men ve İlgasına Dair” Kanun halen yürürlükte olup Anayasanın 174. Maddesi kapsamında koruma görmektedir. En son Yargıtay 7. Hukuk Dairesi bu kanuna dayanarak Alevîlere ait cemevlerinin ibadethane sayılamayacağına dair karar vermiştir. “Alevî sorunu kolektif haklar kapsamında ele alınmalıdır” demiştik. Kolektif haklar, toplulukların kendi inançlarını kendilerinin belirlemesine, inançlarına uygun ibadet ve ibadethane serbestliğine mündemiçtir. Yani bu toplulukların eline, kendi inançlarının hikâyelerini yazma ve kendi inanç öykülerini anlatma kudretini vermektir. Bu inanç topluluklarının başkaları tarafından tanımlanmaları, inanç özgürlüğüne, bu tanımlamaya uygun ibadethane isteklerine sınır çizilmesi, ibadet özgürlüğüne bir müdahaledir. Alevîler bugün bu tarz bir müdahaleye maruzdurlar. Bu müdahale demokrasimizin ayıbıdır.

SONUÇ:
Günümüzde Alevîler, devletten, kendilerini tanımlamaya kalkışmamasını, kendilerini tanımladıkları şekilde kabul edilmeyi talep etmekte ve cemevlerini ibadethane saymayan yasal düzenlemelerin kaldırılmasını istemekteler. Bu isteklerin tamamı kolektif haklar cümlesinden olup, Alevîlerin en doğal haklarıdır. Yeni anayasa çalışmalarında Alevîlerin kolektif haklarının önündeki engellerin kaldırılması, kusurlu demokrasimizin, özgürlükçü demokrasiye evrilmesinde bir adım teşkil edecektir.

EN SON EKLENENLER