Anayasa değişikliği: RTE’nin fantezisi olarak Türk-İslam Devleti tesis edilirken…

Nihayet AKP ve Türk devleti, yıllardan beri tartışılan anayasa sorununda son dönemece girmiş bulunmaktadır. Yaşananla tarihselliği ise cümlenin malumudur. Türk devleti yüz yıllık tarihinin en köklü değişikliğini yaşamaktadır. Bunu bilen hükümet cenahının “hık deyicileri” büyük bir ikiyüzlülükle, yapılan değişikliğin kapsamını gizleme telaşıyla kafaları karıştırmaya çalışmaktadırlar. Aynı anda demokratik kamuoyunun mücadelesinin bastırılması ve etkisiz kılınması için yoğun bir çaba gösterilmektedir. Öte yandan da anayasa değişikliği adı altında gerçekleştirilmek istenen bu köklü düzenlemenin kapsamını ve sonuçlarını doğru ele alamayan/almayan bir kesim ise, AKP’nin tuzağına düşerek, konunun özünü tartışmak yerine, ayrıntılarda boğulmaktadırlar. Çünkü şu an yapılan şey, bir anayasa değişikliği değil, imparatorluk kurmayı amaçlayan yeni bir devletin yapılandırılmasıdır. Sorun bu kapsamda ele alınmazsa, gerçeğe ulaşamaz, çevresinde dolaşırız.

İşin özü çok net. Bu anayasa değişikliği ile Türkiye Cumhuriyeti adıyla kurulmuş olan mevcut devletin temel politik dayanakları ve tercihleri değişmekte, farklı bir devlet örgütlendirilmektedir. Aynı şekilde mevcut toplumsal yapı, yeni devlet tarafından dönüştürülerek, dinsel ve ırkçı referanslara göre yaşamı biçimlendirecek olan bir toplumsal- kültürel yapı oluşturulacaktır.

Oluşturulan/oluşturulacak olan ‘Türk-İslam devletinin’ temel paradigmalarından en öncelikli ve önemli olanı Kürtleri ifadesizleştirmektir. Yeniden organize edilen ve bu vesileyle birçok düzenlemenin yapılacağı yeni ‘Türk- İslam İmparatorluğu’nun en temel sorunu Kürtlerin etkisizleştirilmesi, o olmaz ise ‘Türk –İslam Devleti’nin etkisi altına alınması olacaktır.

Oluşturulacak olan ‘Türk İslam imparatorluğu’, başta Aleviler ve Yezidiler olmak üzere, tüm Sünni İslam dışı inançları, sadece Türkiye’de ve Kürdistan’da değil, tüm Ortadoğu’da temizlemeyi bir diğer önemli paradigması olarak belirlemektedir. Yaşanan sosyo-politik pratiklere ve söylemlere bakıldığında bu gerçek, cok açık bir biçimde ortaya çıkmaktadır.

Yeni devlet, ülkede varlığını sürdüren tüm demokrasi güçlerini her türlü zor, baskı ve komplo yöntemlerini kullanarak, etkisizleştirmeyi, giderek esemesi okunmaz hale getirmeyi, bir diğer temel amacı olarak belirlemiştir.

Elbette politik çevrelere yönelik olarak yapılan bu yoğun baskı ve operasyonların dışında, toplumun dokularını ve kimyasını tahrip edecek olan toplumsal müdahalelerde yaşanacaktır. Toplumun farklılıklar içeren yaşam tarzları kontrol altına alınarak, değişik kültürel tercihlere izin verilmeyecek ve giderek dinsel normlarla belirlenmiş bir yaşam tarzı egemen kılınacaktır.

Toplumsal kültür, insanlığın ortak değerlerinden arındırılarak çoraklaştırılacak, her türlü sosyal, siyasal gelişme, dinsel veya ırksal kriterler üzerinde ele alınarak değerlendirilecektir. Barış, özgürlük, demokrasi, emek, eşitlik gibi insanlığın evrensel değerleri yeni devletin gündemi olmayacak, bunların yerine ‘İslam’ın ve Türk ırkçılığının yüceliği’ dayatılacak, bunlar “değer” diye kabul ettirilmeye çalışılacaktır.

Yeni devlette dış politika tamamen değiştirilerek, Türk devletinin bugüne kadar izlediği klasik dış politikanın yerine bölgeyi kontrol altına almayı amaçlayan emperyal, yayılmacı bir dış politika uygulamasına geçilecektir. Bu yeni dış politikayı hayata geçirecek, bölge ülkelerine yönelik işgal dâhil her yöntemi kullanmaktan kaçınmayacak olan bir devlet yapılandırılmak isteniyor. Bu anlamda dünya İslam devletlerini kendi etki alanına almayı hesaplayan, bunun icin islam dinini politik bir argüman olarak daha çok kullanacak olan bir devlet tasarlanıyor.

Yeni ‘Türk-İslam devleti’, Hıristiyan Yahudi “gâvurların” dünyasını, İslam’ın kadim ve temel düşmanı olarak görmektedir. Silahlı İslami grupları da İslam’a yönelik “gâvur düşmanlığına” tepki gösteren “öfkeli gençler” olarak değerlendirmektedir. Böylece ‘Türk-İslam devleti’ kendisini, bir İslam devleti olmak hasebiyle, bu “öfkeli gençlerin” hamisi, bunlardan sorumlu olan, onların koruyup kollayıcısı olarak düşünmektedir. Böyle olunca bilinen eli kanlı çeteler, ‘Türk-İslam devletinin’ doğal ordusu olarak düşünülmektedir. ‘Türk-İslam devleti’ hem içerdi, hem dışarda bu “gayri-meşru ordusuyla” her türden operasyonu, saldırıyı ve savaşı sürdürmeyi tasarlamaktadır.

Bu anlamda oluşturulacak olan yeni ‘Türk -İslam devleti’ Ortadoğu’da Kürdistan’ın her parçasını işgal, talan, yağma yangın dâhil, her biçimde ve her halükarda kontrol altında tutmayı, temel stratejik bir amaç olarak belirlemektedir. Bu durum aynı zamanda iç politika açısından da zorunlu bir sonuçtur.

Yine dış politikada yeniden yapılandırılacak olan ‘Türk-İslam devleti’, dünya devletlerine karşı daha çok kaba güç ve zorbalıkla ilişkilenmeyi hesaplamaktadır. Ekonomik ilişkilerin, uluslararası yükümlülüklerin yarattığı bağımlılıktan bu zorba, çeteci yaklaşımlarla kurtulabileceğini varsaymaktadır. Bir anlamda “Belalı Kasımpaşalı” kabadayılığı, dış politikaya uyarlanmak istenmektedir. Dünya devletlerinin “belaya” bulaşmamak adına ‘Türk- İslam devletine’ taviz verebileceği hesapları öngörülmektedir. Zaten uzun süredir benzer bir politika uygulanmaktadır.

Yeniden yapılandırılacak olan ‘Türk İslam Devleti’nin bundan sonra izlemeyi tasarladığı politikayı tek cümleyle ifade etmek gerekirse, “İçeride Faşizm, Dışarıda Savaş” demek yeterli olacaktır.

Bir yanılgıya düşmemek gerekir. Bu gün bütün bunların yapıla biliniyor olması RTE’nin başarısı ve gücünün büyüklüğü olarak görülmemelidir. Türk devletinin tarihsel hafızası ve ideolojik kodları hep bu yönlü şekillenmiş ve bu doğrultuda çalışmıştır. Enver Paşa sürecini hatırladığımızda bugün olanların nasıl da geçmişte gizli olduğunu görebiliriz. Bugün yapılan bu denli köklü bir değişikliğin bir oylama yöntemiyle gerçekleşmesi bugünlerin hazırlandığı, bugünleri içinde taşıyan, geçmişle mümkündür. Türk devleti ırkçılığı ve dini gericiliği tarihsel olarak doğumunu sağlayan bir araç olarak değerlendirmiştir. Varlığını tamamıyla dinsel gericiliğe ve ırkçılığa borçludur. Toplumun kültürel, sosyal ve siyasal yapılanması da bu gerçeğe uygun olarak şekillendirilmiştir. O nedenle, bugün çok basit bir yöntemle böylesine kapsamlı bir değişiklik yapılabilmektedir.

Dolayısıyla olan şey, bir anlamdan da devletin başından beri, kültürel, sosyal -siyasal boyutlarıyla, alt yapısını oluşturduğu dinci- ırkçı devlet ve toplum yapılanmasının, bugün nihai hedefine vardırılmak istenmesidir. Başka bir deyişle bugün olanlar, devlet içindeki bütün cuntaların başından beri arzu ettiği, ama ilk iki devlet başkanından sonra kimsenin sonucuna götürmeyi göze alamadığı bir faşist fantezinin gerçekleştirilmek istenmesidir.

Böylesine faşist politik programlar, “büyük” “ulu” ve ‘halifelik’ gibi kutsanmış, padişahlık gibi sınırsız yetkilerle donanmış tek adamlar gerektiren hesaplar, hedeflerdir. O nedenle RTE “güçlü”, “dokunulmaz” ve tek adam haline getirilmiş ve herkesin kendisine biat etmesi sağlanmıştır. Şu an yapılan ise onu “halife” olarak kutsamak ve “padişah” olarak sınırsız yetkilerle donatmaktan ibarettir.

RTE`nin bu fanteziyi gerçekleştirmesi mümkün mü? Kesinlikle mümkün değildir. İçerde faşizme, dışarıda savaşa karsı sürdürülen direniş, RTE’nin kaybetmesini sağlayacak yegane gerçekliktir. Bu gerçekliği, yani ‘umut, direniş ve zafer’ gerçekliği, sadece başka bir yazının konusu değil, günlük hayatın değişmez olgusu olarak yaşanmaktadır.

EN SON EKLENENLER