Antik Batini Kızılbaş Aleviliğin Türk-İslam Sentezci Alevi Bektaşiliğine evrilmesi

ERDOĞAN YALGIN

Bilindigi gibi; İtteat ve Terraki (1889-1918) Partisi, 1909-1918 yılları arasında Anadolu ve Kürdistan’daki Batıni zümreleri araştırması için, Dağıstanlı Baha Sait Bey‘i (1882-1939), görevlendirmişti. Alan araştırmaları sonucunda bazı kanaatlere vasıl olan Baha Sait Bey, bu topluluklar için haklı olarak şunları dile getirir: “ (…) Bu tepki eski İran dini ile yeni Arap dini arasında bir takım bağlantı noktaları bulmakla göze çarpıyordu. Zend Avesta ya da Jend-Vest kutsal kitabının ışık ve karanlık, yer ve gök, başlangıç ve son birliktelikleri bir karma felsefe oluşturmuştu” der. (Baha Sait Bey, “İttihat-Terakki’nin Alevilik Bektaşilik Araştırması. Haz. Nejat Birdoğan, Berfin yay. İst. 1995: 85) Keza bu yönlü alan çalışmaları, Kemalist Cumhurriyetin raportörleri tarafından da devam ettirilmiştir. Örneğin, ilahiyatçı Prof. Yusuf Ziya Yörükan (1887-1954), Güneş–Dil teorisyeni ve CHP miletvekillerinden Prof. Hasan Raşit Tankut (1891-1980) ve yine İstihbaratcı, Jandarma Albay Nazmi Sevgen (1890-1980), bu ekibin başında, adı öne çıkanlardır.

Günümüzde; Alevi kavramı üzerinde farklı bir çok nazariyeler üretilmiştir. Oysa işin esasında kısaca şu gerçeklik yatmaktadır: Aşağıda zikredeceğimiz, farklı isimlerle anılan Batıni toplulukların genel tanımı, artık Alevi şemsiyesi altında sınıflandırıldı. Oysa Alevi tanımı, esas itibariyle başlıbaşına büyük bir asimilasyonun ilk temel ayağını teşkil etmekteydi. Zira 19. yüzyıla kadar yazılan, doğaçlama söylenen hiçbir Batıni beyit‘te/ayet‘te/ kılam‘da Alevi tanımı geçmemektedir. Yine 1800’ün sonlarında, bölgede gezen batılı misyonerlerin hiçbir çalışmasında; “Alevi“ tanımı yer almazken, buna karşın Kızılbaş Kürtler, Dersim Kürtleri, Yol Uşağı-Ewladé Ré ve benzeri adlandırmalara yer verilmiştir. Öte yandan inancın felsefik boyutunu anlatan Haq ve yol kavramlarına sıklıkla vurgu yapılmaktadır. Bilindiği üzere Alevi tanımıyla, Ali yandaşlığı ve onun yolundan gidenlerin toplumsul adlandırılması kastedilmiştir. İslam tarihçilerinin verdiği genel bilgiler içinde, özellikle Emevi mensubu ve İslamiyetin 3. Halifesi (644-656) olan Osman bin Affan (580-657) döneminde, toplumda kaynayan halifelik tartışmaları doruk noktasına varmıştı. Halife Osman taraftarları için ”Osmaniyye”, Halife Ali taraftarları için de ”Aliyye” tabiri kullanılmıştı. Sonraki aşamalarda Aliyye deyimi, Şia kavramıyla birlikte, özellikle İslam‘a aykırı Zerdüşt motifli kolları için; ”Şia-i Aliyye”, ”Şia-i Aleviyye” tanımları zikredilmekteydi. Ali’nin yolundan gidenler, onun davasını güdenler manasında bu isim tamlaması, derinlemesine ezoterik-felsefik boyutlarla doktrinleşti. Fakat bu taraftarlık; soya bağlı değil, yola (düşünce felsefesine) dayalı bir birliktelikti. Bütün Zerdüşti-Batıni ayaklanmalar; Kerbela (680) şahitliği ekseninde Aliyye, Aleviyye akımlarına dayanarak kendisine toplumsal muhalefet alanları yaratmıştı. Kaldı ki; yukarıda kısaca verdiğimiz şekliyle Alevi tanımındaki Ali taraftarlığının, esas itibariyle sadece bir takkiye’ye işaret ettiği de gözardı edilmemelidir!

Örneğin tasuvvuf konuların bir uzmanı olan Abdulbaki Gölpınarlı (1900-1982) çalışmasında; ayrı ayrı ele aldığı ve Batıniliğin zaman içinde evrilerek günümüze kadar gelen akımları arasında şunları sıralar: “Dürzilik, Hallacilik, Nusayrilik, Şeyhilik, Ali Allahiler, Bahailik, Babilik Kaadıyanilik, Kalnderiler, Hayderiler, Bektaşiler, Hurufilik, Bedreddiniler, Sabiilik, İsmaili, Melameti, Yezidilik, Alevilik” (Gölpınarlı, “Türkiye’de Mezhepler ve Tarikatler“ İnkilap kitabevi, İst, 1997: 115-183). Umumiyetle Osmanlı ve Cumhurriyet’in resmi yazışmalarında, katliam fetvalarında ve sözlü sataşmalarında Zedüşti, Manici, Mazdeki, Mecusi, Huremi, Batıni, Zındık, Rafızi, Kızılbaş, Şii, Zeydi, İsmaili, Karmati, İhvan-ul Safa, Işık Taifesi, Mülhid, Erdebiliye, Güruhu Naci, Tayfa-i Bektaşiyan ve benzeri isimlerle adlandırdıkları topluluğun yeni ve tek ismi, yüzyılın başında Alevi, Alevi/Bektaşi oluvermişti! Konu hakkında bir çok etno-raporlar ve programlarla Batıni topluluklar içinden devşirilen sözde kanaat önderleriyle, bu alanda maalesef hızla yol alınmıştır.

Emevi (661-750) ve Abbasi (750-1258) erklerine karşı bu Zerdiüşti/Mecusi ekoller; kurtarıcı Mehdi, kayıp İmam kültünü, tenasuh, hulül felsefesiyle ve dai Réberler aracılığıyla başta Mevali (Arap olamayan) halkları ayaklanmalara sevketmişlerdi. Bu takkiyeci yaklaşımla hem doktrinsel yeni bir akım geliştirmeyi ve hem de Emevi, Abbasi gücünü içten parçalamayı hedeflemişlerdi. Bütün bunlarla birlikte, bilhassa Kürdistan‘da gelişen Batıni felsefe (Yaésan); Êzîdîlikle birlikte, İran/Irak Kürdistan’ında Ehli Haq, Kakai, Dersim ekseninde ise Réya Heq itikatı olarak adlandırılmıştır. Bundan dolayıdır ki; yukarıda da bahsini açtığımız gibi; 19. yüzyılda İtteat ve Terakki Partisi kurmayları tarafından, Kürdistan ve Anadolu‘daki Batıni zümrelerin genel bir şemsiyesi olarak Alevi tanımı öngörüldü.

İsimde yaşanan bu değişiklik, Osmanlı/Cumhurriyet kadrolarının planlı asimilasyonlarının ilk ayağını oluşturmaktadır. Aslında bu süreç; programlı bir şekilde topluluğun antik değerlerini hafızalardan yok etmeye yönelik sinsice bir girişimdir. Özellikle günümüzdeki, Kürt Réya Heq İtikatı (İtikat Ocakları/Ocakzadeleri) bağlıları tarafından bu temel asimilasyonun helen görülmemesinin, şu ana kadar yaşanmış, yaşatılan ve yaşanacak olan büyük handikaplara işaret ettiği asla unutulmamalıdır.

EN SON EKLENENLER