‘Ben sofraya oturmadan önce oturmadılar’

Gece yarısı evine yapılan baskın sonucu gözaltına alınan ve Sincan Cezaevine konulan 26 yıllık eğitimci Sevgi Kişin Sazan, Demokratik Alevi Dernekleri (DAD) Ankara Şubesi’nde kadın sekreterliği yapıyordu. Görevinden ihraç edilen Sazan’ın iddianamesinde suç unsuru olarak DAD bünyesinde yürüttüğü Alevi kadın çalışmaları, Eğitim-Sen bünyesinde yürüttüğü kadına yönelik şiddetle mücadele ve Anadili Kürtçeyi öğrenmek için gittiği kursta aldığı sertifika da var.

20 Ekim 2016 tarihinde gece yarısı evine yapılan baskın sonucu gözaltına alınan ve altı gün sonra Sincan Cezaevi’ne konulan 26 yıllık eğitimci Sevgi Kişin Sazan Demokratik Alevi Dernekleri Ankara Şubesi’nde (DAD) kadın sekreterliği yapıyordu. Aynı zamanda Eğitim-Sen üyesi olan Sazan dört ay sonra tutuksuz olarak yargılanmak üzere tahliye edildi. Görevinden ihraç edilen Sazan’ın iddianamesinde suç unsuru olarak DAD bünyesinde yürüttüğü Alevi kadın çalışmaları, Eğitim-Sen bünyesinde yürüttüğü kadına yönelik şiddetle mücadele ve Anadili Kürtçeyi öğrenmek için gittiği kursta aldığı sertifika da var.

Sazan Xızır’ı cezaevinde karşılamış. Oradaki kadınlarla birlikte oruç tutmuşlar. Çıla yakmak için kantinden mum istemişler. Verilmeyince yağa bandırdıkları bezi, kulak çöpüne dolayıp öyle yakmışlar umuda yanan çıralarını.

Çıktığı ilk mahkemede savunmasını anadili Kürtçe ile veriyor. “Asimilasyon politikalarının bir sonucu olarak belki çok güçlü kendimi ifade edemedim ama en azından kendi Kürt kimliğimle, dilimle, kadın ve Alevi kimliğimle varım ve ben buradayım demek için kendi dilimde savunma yaptım” diyen Sevgi Kişin Sazan, PİRHA’nın sorularını yanıtladı.

Öncelikle geçmiş olsun. Bize olup biteni anlatır mısınız? Hapse konulmanızı nasıl izah ediyorsunuz?

20 Ekim günü evime yapılan baskın sonucu gözaltına alındım. Oraya gittiğimizde de görünen oydu ki hemen hemen Ankara’da demokratik mücadele veren tüm kurumlardan kadın arkadaşlar getirilmişti. Tüm bunlar da aslında 7 Haziran’dan sonra başlayan bir savaş konseptinin sonucuydu. Sonuçta 7 Haziran’dan sonra da siyasi ve demokratik mücadele veren özellikle kadınlara yönelik bir operasyon olduğu anlaşılıyordu. Hemen hemen her kurumdan; işte ben DAD kadın sekreteriydim. HDP’deki yönetici kadınlar, gençlikteki kadınlar, sendikadaki kadınlar, Kurdi-Der’dekiler, basındaki kadınlar vardı. Hemen hemen Ankara’da demokratik mücadele veren tüm demokratik kurumlardan birer ikişer kişiyi toplamışlardı. Bize verilmek istenen mesaj şuydu: Bu savaş konsepti sürecektir. Barıştan yana olan, kendi kimlik mücadelesini veren insanlara bir gözdağı vermekti. Tabi ki benim de taşıdığım kimlikler, Amin Maalouf’un da dediği gibi ‘ölümcül kimlikler’dir. Çünkü kadın, Kürt, Alevi, emekçi ve devrimci bir kadın olarak da bu Türkiye koşullarında özellikle şu anki hükümete karşı en tehlikeli kimlikleri taşıyorum. Bu kimlikler üzerinden alındım. Verdiğim mücadele tamamen demokratikti. Meşruydu. Farklı inançların, kadın kimliğinin en çok baskı altında olduğu bir dönemde ben de bunu yüksek sesle seslendiriyordum. Kadın olmayı, Alevi olmayı, Kürt olmayı. Bundan dolayı alındım. 6 günlük bir gözaltı süreci yaşadım. Orda da o kadar kişinin içerisinde özel olarak özel bir baskıya maruz kaldım. Özellikle orda da iddianameye geçmese de en çok da Alevi kimliğim üzerinde duruluyordu. Neden DAD diye soruluyordu sürekli. ABF’ye neden alınmadınız. Bu kadar dernek varken Kürtlerin daha çok içerisinde olduğu bir dernek niye kurdunuz. Ama ilginçtir ki bunlar iddianameye hiç konmadı. Bire bir olarak bu anlamda tehdit edildim açıkçası. İddianameme konmamasının nedeni de aslında hala Türkiye’de Aleviliğin sanki ötekileşmediği, sanki meşru olduğu bir görüntüsünü vermekti. Burada da anlaşılıyor ki aleni yapmasalar bile yani legal olarak yapılmasa bile illegal olarak böyle bir baskı, böyle bir zihniyet hepsinin içerisinde vardı.

Başka neler vardı?

Ben ayrıca tabi ki coğrafyamızda, dünyada ama özellikle ülkemizde yaşanan kadına taciz, tecavüz ve şiddete karşı da her mücadelenin içerisindeydim. Ama özellikle benim bu anlamda da bu eylemler değil sadece KJA’nın eylemleri üzerinden beni terörize etme, illegalize etme gibi bir çabaları vardı. Oysa ben kadın cinayetlerinin her türlüsüne karşıydım ve bunların hepsinin basın açıklamalarına katılıyordum. Ama onlar özellikle verilmemişti. Benim orada yaşadığım en ilginç şey de Kurdi Der’de gittiğim kursta aldığım Nasname yani Kürtçe dil öğrendiğime dair belgeydi. Bu belge en önemli suç delili olarak iddianameye konmuştu. Bu benim dilimin yasak olduğunu gösteriyor. 25 Kasım kadına şiddetle mücadele günündeki eylemlere katılışımın özellikle üzerinde duruluyordu. Bundan dolayı da benim bu kimliklerim hem sorgulandı ve aynı zamanda da bu kimlikler üzerinden aslında tehdit edildim. Daha sonra orada tutuklandık. 25 Kasım’da üç kadın arkadaşla birlikte tutuklandık. Cezaevi süreci böyle başladı.

Kadın, Kürt ve Alevi kimliğinizi öne çıkardınız, cezaevinde bu kimlikleriniz nasıl karşılandı?

Cezaevinde de tabi ki Alevi kadın arkadaşlarımız vardı. Ama Alevi kimliğinden dolayı tutuklanan bir tek bendim. Orada da Hızır ayı yaklaştı. Ben bildirdim. Hızır’ın benim için kutsal bir ay olduğunu, Kürt Alevilerde özellikle Hızır’ın darda ve zorda kalanlara yardım etmek için hazır ve nazır olduğu düşünülüyor. Bunun için sonuncu gün mum yakmam gerektiğini bildirdim. Bazı güvenlik şeyleri bahane edilerek verilmedi. Ama ben orada, o koşullarda yine bunu arkadaşlara bildirdim. Hatta bağırmak zorunda kaldım. Hangi gün olursa bize bildirin diye. Burada özellikle Muhabbet arkadaşa bunu söylerken çok zorlanmıştım. Çok yüksek sesle bağıramıyordum. O da biraz yanlış anlamıştı. Bir gün önce başlamıştı. O yüzden dört gün tutmak durumunda kalmıştı. Oradaki Alevi kadınlarla biz Hızır orucunu tuttuk. Ben inancım gereği Hızır’da lokma dağıtmam gerektiğini söyledim. Buna da yine OHAL koşulları bahane edilerek izin verilmedi. Tüm kadın arkadaşlara, siyasi tutsak bütün kadın arkadaşlara dağıtmak istedim ama maalesef bu sadece benim kendi koğuşum ve bir yan koğuşla sınırlı kadı.

Lokma dağıtamadım ama kantinde olan çikolatalardan kadın arkadaşlarımıza dağıttım. Bazılarına göğsüme koyup gizli bir şekilde götürmek durumunda kaldım, bazılarına aleni olarak verdim. Oradaki kadın arkadaşlar da bu inancıma değer verdiler. Hatta hepimizin bir dilek tutarak mum yakmamız gerektiğini söylediler. Mum bulamayınca çözüm olarak kulak çöplerine yağlı bez sararak yapmaya çalıştık. Şunu da söyleyeyim ki benim de mahkemem bu aya denk geldi ilk duruşmam. Ben Hızır bana yardımcı olacak dedim. Gerçekten de yardımcı oldu. Ben çıktım ve bütün kadın arkadaşlar da “Biz bugünü hiç unutmayacağız, bir daha ki Hızır’da hepimiz aynı günde tutacağız. Biz çok dua ediyorduk ama seninki daha kuvvetli çıktı” dediler. Bu da bir espri konusuydu. Espri derken yani hakikaten ben inancım gereği yapmıştım.

Bunun dışında da kadın arkadaşlara Hızır’ın ne anlama geldiğini, biz Kürtlerin bunu nasıl kutladığını, nasıl bu ritüeli yerine getirdiğimiz konusunda da arkadaşlarla sınırlı bilgimle paylaşmaya çalıştım. Bu da arkadaşlar için güzel bir deneyim oldu. Hatta Alevi arkadaşlar, “Biz de küçükken böyle yapardık. Benim annem de böyle yapardı.” Aslında baktım ki herkes de bir şeyler var. Şu anda çok sahip çıkmasalar da. Onlar da böyle bir heyecan yarattı. Diğer arkadaşlar da çok saygılı bir şekilde yaklaştılar. Gerçekten de ben sofraya oturmadan önce oturmadılar. Hepsi aynı şekilde duyarlılık gösterdi. Bunu da onların devrimci, kadın kişiliğine bağlıyorum.

“ASLINDA BİZ DE ALEVİYİZ”

Onun dışında orada tabi ki diğer ritüelleri yapmak çok zordu. Biz gazetemizi alamıyorduk. Bizim Zülfikar gazetesi geliyordu ama ben ancak iki ay sonra birini alabildim. Zaten gazetede belli bir süre okumadığın zaman güncelliğini kaybediyor. Alevi inançlarıyla ilgili araştırmalarıyla ilgili gelen kitaplarda, gardiyanların böyle çok sessiz bir şekilde aslında biz de Aleviyiz, utangaç ve korkak bir şekilde fısıldayarak söylemeleri vardı tabi. Onlar da okuyup öyle bana veriyorlardı. Bu da iyi oluyordu aslında bir şekilde. Çünkü okunduğunu görüyordum bayağı.

Tutuklanmanızı 7 Haziran sonrası konsepte bağladınız. Biraz açar mısınız?

Ben şunu da tekrar belirtmek istiyorum ki benim yaptığım bütün çalışmalar demokratik, meşru, yasal bir çalışmaydı. Derneğimizin kadın sekreteriydim. Kadın sekreteri olmamdan kaynaklı diğer kadın kuruluşlarıyla da ilişkiler içerisindeydim. Özellikle bu ilişkiler sürekli illegalize edilmeye çalışıldı. 8 Mart dünya emekçi kadınlar gününde aldığım notlar dahi benim dosyama suç delili olarak konmaya çalışılmıştı. Ankara kadın platformunun atacağı sloganlar dahi benim örgütlenmeden dolayı slogan attırdığım, benim kendi derneğimde hazırladığım raporlarım dahi çok farklı yerlere çekilmeye çalışıldı.

Şu da bir gerçektir ki dünyanın her yerinde olduğu gibi Türkiye’de de savaş hızlandığı zaman en çok kadınlar üzerine gelindiğini görüyoruz. Türkiye’de de bu süreç böyle. Latin Amerika’da ki faşist diktatörün ‘önce kadınları vurun’ şiarını bütün faşist diktatörler kendi ülkelerinde de uygulamaya çalışıyorlar. Türkiye de bunun örneklerinden biridir.

Ama sağduyunun mutlaka hakim geleceğine inanıyorum. Hiçbir şekilde bizim şavaşa karşı olan duruşumuz değişmeyecek. Her şeyden önce inancım gereği biz sadece insanı değil evrende var olan her varlığı kutsayan bir inanca sahibiz. Bu düşüncem ve inancım gereği de zulme ortak olmamam gerektiği gibi, zulme karşı suskun kalmamam gerektiğini de biliyorum.

Benim yaptığım çalışmaların hepsi meşrudur, demokratiktir ve insan hakları çerçevesindedir. İnsanların ölmemesi, kadınların katledilmemesi, şiddet görmemesi ve bu taciz tecavüz zihniyetinin son bulması için verilen bir mücadeledir.

Bu zihniyetin ortadan kalkması gerektiğine inanıyorum. Çünkü bu zihniyet öncelikle kadınlara, Alevilere ve bütün ötekilere bir şekilde dokunacaktır, zarar verecektir. Önemli olan bize dokunmadan önce bunun karşısında bir duruş sergilemektir.

Kürtçe öğrenmek için gittiğiniz bir kursta size verilen sertifika dosyanıza suç unsuru olarak konulmuş. Eğitimcisiniz, Türkçe ve Almanca biliyorsunuz. Risk alarak savunmanızı anadiliniz Kürtçe ile yaptınız, neden?

Savunmamı kendi anadilimde yapmak istememin en önemli nedenlerinden birisi; bu bir kere kazanılmış bir haktır. Bu hakkın devam etmesi için. İkincisi de; İnsan Hakları Evrensel bildirgesinde de yer aldığı gibi her insanın kendi anadilinde konuşması ve eğitim görmesi meşru bir haktır. Ayrıca yöneticisi olduğum Ankara Demokratik Alevi Derneği de yaptığı çalışmalarda zorunlu din dersinin kaldırılması ve Anadilde eğitim hakkını savunmuştur. Üyesi olduğum Eğitim-Sen Sendikası da her şekilde Anadilde laik, bilimsel eğitim hakkını dile getirdi, her platformda savundu.

“ANADİLİMİZ BİZİM YAŞAMIMIZDIR”

Dünyanın hiçbir yerinde en geri ülkelerde bile bir insanın kendi anadilini öğrenmek için bir kursa gidip aldığı belgeden dolayı yargılandığı nadir görülen bir durumdur. Hiçbir yerde böyle bir şeye rastlanmaz.

Üniversite mezunuyum, 26 yıllık öğretmendim ve Türkçeyi de çok iyi biliyorum. Ama hiçbir zaman insan kendi gerçek duygularını kendi anadili dışındaki başka bir dille ifade edemez. Doğrudur farklı dilleri öğreniriz ama ana dilimiz bizim yaşamımızdır. Bizim bütün duygularımızdır. Mesela çok üzüldüğümde veya çok sevindiğimde aklıma ilk gelen sözcükler ana dilimdeki sözcüklerdir. Kürtçe ifade vermemin sebeplerinden biri de budur. Bir de anadilimi öğrenmek amacıyla kursa gidip sertifika aldığım için yargılandığımdan dolayı, Kürtçe savunma yapmak benim için kişisel bir mecburiyetti de yani. Bunu savunmam gerekiyordu. Eğer bunu savunmasaydım, yani dilimi savunmasaydım, dilimi öğrenmekle suç işlemiş olacaktım. Dilimi öğrenmenin suç olduğunu kabul etmiş olurdum. Oysaki bu yaştan sonra gidip kendi anadilimi bir kursta öğrenmem benim ayıbım değil bu devletin asimilasyon politikalarının sonucudur.

Asimilasyon politikalarının bir sonucu olarak belki çok güçlü kendimi ifade edemedim ama en azından kendi Kürt kimliğimle, dilimle, kadın ve Alevi kimliğimle varım ve ben buradayım demek için kendi dilimde savunma yaptım.

Turabi Kişin

 

EN SON EKLENENLER