Bir deklare ettim ki dönemem! -V- NASIL DÜŞÜNÜYORSAN O MUSUN?

AYHAN YALÇINKAYA

Hacı Bektaş deklarasyonu en başta bir saptama ve bir iddiayla ortaya çıkıyor. Buna göre, deklarasyoncular bakımından temel sorun Aleviliğin karşı karşıya kaldığı asimilasyon. Bu asimilasyona karşı mücadele etmek gerekiyor ve bunun için bir de ilk adım atmak. Asimilasyona ilişkin deklarasyonun temel saptaması şu ve aslında genel geçer ve içi boş birkaç cümleden ibaret. Ama ben bu iç boş cümleleri biraz doldurmak niyetindeyim ama deklarasyoncuların kendilerinden kimliklerinden hareketle değil, doğrudan yazdıklarından hareketle; artık kimlikleri bu aşamada –şimdilik- beni ilgilendirmiyor. Deklarasyona göre: “Birçok nedene bağlı olan asimilasyonun kaygı verici bir noktaya gelmesine ve sonucunda Alevilerin hızla özlerinden uzaklaşıyor olmasına dikkat çekmek ve özüne bağlanmaları için çözüm önerileri üzerine tartışmalar” yapmak üzere deklarasyoncular bir araya gelmişler ve bunun sonucunda da şu tespite ulaşmışlar: “Yüzyıllardır asimile edilmeye çalışılan, kadim ve özgün bir inanç olan Alevilik (“inanç, yol ve erkân”ı), son dönemlerde sadece dışarıdan değil, içeriden de başlatılan asimilasyon politikaları ile var olduğundan bu yana en tehlikeli süreci yaşamaktadır.” Biraz burada durarak açık hale getirelim bu cümleleri:

  1. Alevilik kadim ve özgün bir inançtır.
  2. Kadim ve özgün bir inanç olan Alevilik yüzyıllardır asimile edilmeye çalışılmaktadır.
  3. Asimilasyon birçok nedenin sonucudur ve kaygı verici bir noktaya ulaşmıştır.
  4. Aleviler ulaşılan sonuç gereği hızla özlerinden uzaklaşıyorlar. Yani kendi kadim ve özgün inançlarını terk ediyorlar.
  5. Asimilasyon sadece dışarıdan değil, özellikle son dönemlerde içeriden de, yani Alevi toplulukların içinden, Alevi hareketinin bileşenlerinden de kaynaklanmaktadır.

Bakın ne güzel, ne açık oldu ki bir-iki söz söyleyip bir-iki soru sorabilelimJ (Bu arada bu metni blog sitesinden okuyanlar J sembolünü gördüklerinde gülücük işaretinin J’ye dönüştüğünü hatırda tutmalıJ)

Buradan hareketle deklarasyoncular devam ediyor: “Alevilik inancının; önce içini boşaltmaya, sonra başka bir inancın içinde eritip yok etmeye yönelik bu sinsi planın her gün biraz daha acımasızca hayata geçirildiğini ve bunun sonucu olarak da Alevilere her türlü baskı-zülüm -ayırımcılık yapıldığını görüp sessiz kalmak, suça ortak olmaktır.” Bu cümle kendini söylüyor. Ama yine de açık hale getirmek gerekiyorsa deneyelim:

  1. Asimilasyonla el ele giden Alevilere yönelik baskı-zulüm-ayrımcılık bir suçtur.
  2. Bu suça sessiz kalmak da suça ortak olmaktır.
  3. Öyleyse deklarasyoncular sessiz kalmayarak suç ortağı olmak istemediklerini beyan ediyorlar.
  4. Alevilere yönelik sinsi bir plan var çünkü.

Peki nasıl suç ortağı olmaktan kurtulacaklar: Gerçeği haykırarak! Öyle diyorlar ya: “Takiye yapmanın değil, gerçeği haykırmanın zamanı gelmiştir.” Demek ki şimdiye kadar, bu deklarasyona kadar Aleviler, deklarasyoncular dahil, takiyye yapmışlar ama artık bıçak kemiğe dayanmış, deklarasyoncular herkesten bir adım öne çıkıp gerçeği haykırmaya karar vermişler. Gerçeğin neyle ilgili olduğunu biliyoruz ve birazdan göreceğiz.

Deklarasyoncularla “Asimilasyon nedir?” diye sorup incelikli bir akademik-kavramsal tartışmaya girmeye niyetim yok. Çünkü daha baştan verilecek bir yanıtları olmadığını biliyorum. Onlar için açıkça asimilasyon dediğimiz şey, hayali bir özden uzaklaşma, hayali bir öze sahip Aleviliğin kendi özsel özelliklerinin yerine, sözüm ona kendisine yabancı ve hatta düşman özelliklerin geçirilmesi. Biz de bunu kabul edelim ve zorunlu olmadıkça kavramsal tartışmaya girmeyelim, peki.

Asimilasyon denilen şey, yüzyıllardır olan bir “hikaye” deklarasyonculara göre. Demek ki yüzyıllardır da Aleviler takiyye yapıyor. Hala geride deklarasyoncuların bir elmas gibi keşfettiği, bir inci tanesi gibi keşfettiği bir Alevilik özü ya da kestirmeden öz Alevilik kaldığına göre, demek ne asimilasyon gerçekten de tam bir başarıya ulaşmış, ne de takiyye o kadar kötüymüş! Asimilasyon üzerine düşünme gereği duymayan zihniyet, takiyye üstüne de düşünme gereği duymuyor. Takiyye yalnızca gizleme, saklama, hakikatin üstünü örtme çabasının adı değildir. Takıyye aynı zamanda, bir direniş biçimidir, uyum gösterme tekniği, uyum gösterilirken kendi korumak istediği özellikleri uyum gösterdiğine şırınga ederek kendi özelliklerini geleceğe aktarma tekniğidir de. Dolayısıyla örneğin İslam dediğiniz her ne ise, kendi mantığınız gereği, eğer Alevilik İslam’dan ayrı kadim bir inançsa, İslam Aleviliğin içine girmemiştir, aynı anda ve hatta tersine Alevilik dediğiniz şey İslam’ın içine girmiştir! İçine girmiş, kendi özelliklerini ona şırınga etmiş ve o hakim biçim olduğu için, bu hakimiyet altında dahi kendini yaşatmayı bilmiştir! Bunun örneklerini merak ediyorsanız Sünni topluluklar içinde karşınıza çıkan Alevilerle ortak kimi kültlere, ritlere bakıverin; eğer gözünüz bu kadar Sünnilikle körleşmemişse. Siz, tıpkı Sünni araştırmacılar gibi, sanıyor musunuz ki onlarla ortak kimi kültlerimiz, aslında onların Alevilere şırınga ettiği şey; neden tersini düşünmüyorsunuz? Alevilikle Sünniliğin ortak kültleri, Alevilerin Sünnilerden aldığı değil, tam tersine Aleviliğin onlara şırınga ettiği şey olmasın sakın? Meğer ki Alevilik İslam’dan da kadimmiş! Bari, kendi tezlerinizin mantığını az çok izlemeyi becerin de tezlerinizi benim gibi “düşmanlarınız” ilerletmek zorunda kalmasın! Bu mesele babında, Aleviler dışında da örnekler bulabilirsiniz. Örneğin Antik Yunan Şehirlerinin Helenistik dönemdeki dönüşümlerine, nihayet Roma kültleriyle karşılaşma anlarına ve serüvenlerine bir bakın derim. Deklarasyoncular içinde antropoloji formasyonuna sahip biri de bulunuyor, yanlış görmediysem, ilgili kaynakları o bulacaktır size.

Antropolojiden geçip şimdi biraz tarih çalışalım. Yüzyıllardır sürdüğü iddia edilen bir politika, yani asimilasyon politikası, sözüm ona gerçeği haykırmakla ortadan kalkmayacağı gibi, ilk adımı da hiç de bu olmak zorunda değildir. Hatta tarihsel koşullar iyi okunmazsa bu ilk adım, intihar adımı da olabilir. Asimilasyonun tarihini yüzyıllarca geriye götürüp, bugün geldiği özgün biçimler üstüne söz söylememek, açıkça “aslında asimilasyon hakkında bir şey bilmiyoruz” itirafıdır. Hacı Bektaş Dergahı’nı inşa ettiren Sünni zihniyet asimilasyoncuydu, Yavuz Selim de. Peki, IV. Murat da asimilasyoncu, II. Mahmut da. Peki, Abdülhamit de asimilasyoncuydu, İttihat-Terakki de. Peki, kurucu Kemalist kadrolar da asimilasyoncu, sürdürücü İnönü çizgisi de. Peki, Menderes de asimilasyoncuydu, Cemal Gürsel darbecileri de. Gidelim mi, sıçrayalım mı? Sıçrayalım: 12 Eylül faşizmi de asimilasyoncuydu, AKP faşizmi de. Bu mudur? Deklarasyonun deklare ettiği budur. Bu durumda Hacı Bektaş Dergahını inşa ettiren ile AKP faşizmi arasında düz bir çizgi çekmek zorundasınız ki bu düz çizgisel aynılık sayesinde her derde deva düz çizgisel bir reçeteniz olsun; takiyye yapmamak gibi. Bu düz çizgisel yaklaşım, “bütün darbeler darbe olmaklığıyla kötüdür” diyen Türk usülü liberallerin klişe yaklaşımından bir milim bile sapmıyor!

Ama bu arada asimilasyonun tarihi gözden kaçırılınca, takiyyenin tarihi de elbette gözden kaçırılmış olacaktır. Aleviler kendi özlerinden yüzyıllardır uzaklaştırılmaya çalışmışlar, hatta kendi içlerinden asimilasyoncular çıkmış, takiyye yaparak asimilasyona direnmemişler. Şimdi burada herkesin diline doladığı şeye ben de değineyim: Yani, Aleviliğin sermayesinin en önemli unsurlarını oluşturan deyişler, nefesler sizin için boş küme mi? Bunlar da mı takiyye? Bektaşi fıkralarımız, dedelerimizin yüzyıllardır besleyip getirdiği kavgalar boş küme mi? Alevi tarihinin cümle bileşenleri hain miydi? Bu ne haddini bilmezliktir? Sözü geçelim –ki geçemeyiz ama- Alevilerin ürettikleri onca belge, size hiçbir şey ifade etmiyor mu? Özetle, size gelene kadar cümle Aleviler ve onların örgütleri (ocaklar da birer örgüttür hatırlatayım, tıpkı dergah örgütlenmesi gibi) takiyyeci, işbirlikçi, korkak, cahil filan mıydı? Eğer öyleyse, siz bu iddia ettiğiniz Alevilik gerçeğinin bilgisine nereden vakıf oldunuz? Vahiy mi indi? Rüyanızda görü mü geldi? Ak sakallı beylerbeyi mi haykırdı? Hayırdır? Yok eğer, kendinizin gerçeğin bilgisine vakıf ilk grup olarak görmeyecekseniz, Aleviler içinden kimleri, nasıl ayrıştırıp önümüze çıkaracaksınız ve dahası, niçin bir tasnife, ayrıştırmaya, özel işaretlemeye, sözüm ona varlığını iddia ettiğiniz olguyu (ki ben de yokluğunu savunmuyorum) özgülleştirmeye ihtiyaç duymadınız?

Deklarasyonun başına asimilasyon gibi pek iri bir söz koyup arkasından bunun gündelik kullanım biçimlerinin aslında doğrudan modern biçimlere karşılık geldiğini fark etmeksizin, geçmişe doğru yansıtırsanız, yaptığınız şey şimdiki zamanı insanlık, özel olarak Alevilik tarihinin köküne yerleştirip mutlaklaştırmaktır ki bunun da bizzat sizin iddia ettiğiniz Alevilikle hiçbir ilgisi yoktur; bu, doğrudan Ortodoks bir tutumdur; şimdiki zamanı sonsuzca sabitlemek isteyen “Yezit (özel isim olarak kullanıyorum şimdilik)” tutumudur.

Hadi asimilasyonun da bir tarihi ve buna uygun olarak çoğul biçimleri olabileceğini ve hatta bu biçimlerin aynı terim üzerinden birbirine indirgenemeyeceği gerçeğini bir yana bırakalım ve gelelim bugüne. Bugün asimilasyondan ne anlıyorsunuz? Tekraren söyleyelim: Var olduğunu iddia ettiğiniz özden uzaklaşma, özün kaybı ya da bozulması ama esasen bunu söyleyebilmemizi mümkün kılan şey bir özün varlığı. Peki, Aleviliği asimile edenler nasıl asimile ediyor, hiç düşündünüz mü? En başta, tam da sizin yaptığınızı yaparak, sizin gibi düşünerek başlıyorlar işe. Yani şunun gibi: “İslam dininin bir özü vardır. Alevilik de bu özün bir parçasıdır. (Hatta kimi Alevilere göre, bu özün ta kendisi Aleviliktir.) Ancak Aleviliğe dışarıdan sızan kimi unsurlar bu özü soysuzlaştırmış, yerinden etmiştir. Mesela ateistler, Marksistler, eşcinseller, Kürtler, (ve hatta belki Türkler) Araplar, Şiiler, Yahudiler, Çingeneler, Ermeniler, Rumlar filan gibi. Eh zaten Alevi topluluklar dağlı, cahil topluluklar olduğundan, yani İslam’ın özünün öz kaynaklarına erişme ve bunu okuyup hayata geçirme imkanları olmadığından, sapmışlardır. Oysa öz olarak onlar da İslam içinde ve dahi müslümandır! Öyleyse yapılması gereken şey, onlara öz, gerçek ya da sizin dilinizle söyleyelim, kadim İslam’ı öğretmek olmalıdır! Böylece özlerine kavuşacaklardır.” Şimdi bu örnek girişimle kendi girişiminizi yan yana koyun: Aslında aynı şeyi yapıyorsunuz. Onlar sözüm ona İslam’ın öz kaynaklarıyla Aleviliği terbiye etmeye çalışıyor, siz sözüm ona kadim olduğunu iddia ettiğiniz Aleviliğin öz kaynaklarıyla terbiye etmeye çalışıyorsunuz ki bu öz kaynakların neler olduğunu da söylemiyorsunuz bile. İslamcılar hiç değilse bunu söylüyor. Ama aranızda en küçük bir fark yok: İkiniz de bir öze sırtınızı yaslayıp, bir özle, bir topluluğu bir öze döndürmeye çalışıyorsunuz ve ikiniziniz de sahih ve öz olduğunu iddia ettiği kaynaklar, ne sahih ne de öz! Ve esasen ikiniz de gücünüzü, ya sırtınızı bir iktidara, dünyanın iktidarına dayamış olmaktan ve dininizi dünyaya satmış olmaktan ya da buna uygun yeni bir dine olan ihtiyacınızdan devşiriyorsunuz! Bu durumda asimilasyona uğramış olan kimdir? Uğradığını iddia eden Alevi topluluklar mı, yoksa tam tersine, siz tam da asimilasyonun mükemmel bir örneği olmayasınız? Tam da bu yüzden kendi dışınızdaki bütün Alevi toplulukları ve örgütlerini düşman ilan ediyor olmayasınız? Nasıl mı?

Size göre, kadim ve öz ve dahi özgün bir inanç olan Alevilik anlayışı dışındaki her Alevilik anlayışı, asimile edilmiş bir Alevilik anlayışı olmak zorundadır. Somut olarak, Aleviliğin sizin için İslam’la (İslam’ın tasallutu dışında) bir ilişkisi olmadığına göre demek ki Aleviliği İslam’la tasallut bağı dışında ilişkilendiren her Alevilik yaklaşımı, her Alevi topluluk, her Alevi örgüt asimile edilmiş demektir. Bunun açık anlamı da özüne döndürülmesi gereken, yani terbiye edilmesi gerekendir! Bunu da siz yapacaksınız elbette. Terbiye edilerek özüne döndürülmesi gereken tüm bu kesimler, ya takiyye yaparak ya sessiz kalarak suç ortağı olduklarına göre, pek de dostlarınız olmasa gerek! Dostlarınız olmadığı şuradan da belli Alevilerin bazı bileşenleri bizzat asimilasyoncu! Bizzat bu politikanın aktif unsurları. Peki, hangi bileşenleri? Aleviliği İslam’la ilişkilendiren, İslam sayan her bileşen, bunu üstlenen, savunan her bileşen; ben dahil! Sanırım bu durumda önce onları terbiye etmek gerekir. Eğer izlediğim bu yolu, indirgemeci, genelleyici sayacaksanız, dönün kendinize bir bakın derim: Asıl indirgemeci ve genelleyici olan tam da sizin deklarasyonunuz! Bugün hepimiz biliyoruz ki Alevi hareketi ve toplulukları içinde türlü türlü fail var. Beni, İzzettin Doğan’la, İzzettin Doğan’ı Osman Eğri’yle, Osman Eğri’yi Ahmet Yaşar Ocak’la, Ahmet Yaşar Ocak’ı Ayfer Karakaya ile AKD’yi Cem Vakfı’yla, Cem Vakfı’nı HBVAKV’yla, HBVAK’nı PSAKD ile PSAKD’ni 2 Temmuz PSA Vakfı’yla bir tutmak için insanın aklını peynir ekmekle yemiş olması gerekir! Eğer böyle iddialı bir deklarasyonla ortaya çıkıyorsanız, suç ortaklığından, asimilasyonist olmaktan söz eden ve herkesi zan altında bırakarak söze giren bir deklarasyonla, o zaman hedeflerinizi tek tek işaret edeceksiniz; özgünlükleri, özgüllükleri, biçimde ve esastaki farklılıkları işaret edeceksiniz ki sonra da muhataplarınıza dönüp “ama siz de çok genellemeci ve indirgemecisiniz canım” deme hakkınız olsun. Muhataplarınız indirgemeciyse buna imkan sağlayan, kapıları sonuna kadar açan bizzat sizin deklarasyonunuz!

Bu deklarasyon daha baştan bir paranoyayla söze giriyor. Bu cümlemle kastettiğim şey, Alevilerin asimilasyona uğramadığı değil, aman yanlış anlaşılmasın. Eğer kadim ve özgün bir inanç olan Alevilik yüzyıllardan bu yana asimile edilmeye çalışılıyorsa bu paranoid ruh halini, ruh hali olmaktan çıkarmak, politika konusu yapmak zorundayız. Bu biraz Aleviliğin Sünnici düşmanlarının “Aleviler de hep ezilmekten, mağduriyetten besleniyorlar canım” iddiasını ete kemiğe büründürmek olmuyor mu? Yani tam da bu iddiaya can suyu taşımak anlamına gelmiyor mu en başta? Peki, böyle mi? Bana göre hayır, size göre evet ama ne yazık ki! Yüzyıllardır neden Alevilik asimile edilmeye çalışılıyor? Deklarasyonda en küçük bir yanıt yok. Elbette, kendi iddialarını açtıkça, yine biz bir yanıt bulmak zorunda kalacağız o ayrı, ama neden diye şimdiden burada sormak istiyorum? Bunun yanıtı sözüm ona var olduğu iddia edilen kadim-öz-özgün Aleviliğin, sözüm ona içerdiği iddia edilen değerleri mi yani? (Ki saydıkları, var olduğunu iddia ettikleri değerlerin hemen neredeyse hepsi modern, hiçbiri kadim değil).“Ayy yoksa bütün dünya Alevileri kıskanıyor mu, bu değerlerden mahrum oldukları için?” Yanıt bu olamayacağına ve şimdi burada yanıt veremeyeceğimize göre, yanıtı bırakıp şuna yönelelim mi?

Söze girmek için bir topluluğun, burada Aleviliğin, kadimden bu yana ezildiğini iddia etmeye niçin ihtiyaç duyuyorsunuz? Bunun olası ilk yanıtı gene Sünnicilerin değirmenine su taşıyan bir yanıttır: “Tarihin telafisi peşinde koşulmaktadır.” Necdet Subaşı’nın, Yasin Aktay’ın yanıtıdır bu. Deklarasyonculara bu yanıtı kondurmuyorum. Öyleyse nedir diye düşündüğümde, aklıma tek bir yanıt geliyor, tek bir ihtiyaç:

Onlar, deklarasyonda özelliklerini sıraladıkları bir Alevi topluluğun gerçekten var olduğuna bizi inandırmak istiyorlar. “Böyle bir topluluk var ve var-dı! Ama yüzyıllardır ezildikleri için görmezden gelindiler, yok edildiler, görünmez oldular! Başka başka inançların tozuna toprağına bulanıp kendilerini öyle sundular ve kendi sunum biçimlerine gün geldi, kendilerini de inandırdılar! İşte şimdi biz, deklarasyoncular bu toz toprağı ortadan kaldırıyoruz! Gerçeği ortaya çıkarıyoruz.” Yani deklarasyoncular, bizi iddia ettikleri Aleviliğin gerçekten var olduğuna ikna etmek için böyle bir giriş cümlesine muhtaçlar. Başka türlü deneyimlenen Alevilikle hayal ettikleri Alevilik arasındaki mesafeyi ne koparabilir, ne kapatabilirler! Oysa ikisini birden istiyorlar. Üstelik bunu tarihe ve antropolojiye başvurmadan istiyorlar. Böylece, hem kadim hem de “yepisyeni” bir Alevilik, bal gibi de son derece modern olan bir dünyanın ihtiyaçlarına yanıt verir hale getirilecek. Elbette bu “yepisyeni” başlangıç kuşkusuz birilerini peygamber, birilerini dede, birilerini rehber eyler! Bu da işin cilvesi. Çünkü yeni bir dine giriş yapıyoruz! Kadim ama ultra-modern bir dine!

Şimdilik, bitirirken yeniden başlığa dönelim: Nasıl düşünüyorsanız o musunuz, yoksa olduğunuz gibi mi düşünüyorsunuz ki bu durumda yine sormak zorundayım: Böylesi bir Alevilik ihtiyacınız nereden çıkıyor? Bakın, böylesi bir Aleviliğe ihtiyaç duyulabilir, bunu yadırgamıyorum. Ama anlamak zorundayız. İhtiyaç, nereden, nasıl, hangi çevrelerden geliyor? İslam ve Alevilik arasında kurulan ilişki, neden ve hangi koşullarda, hangi konjonktürde sizleri bu kadar huzursuz ediyor ki hem Aleviliği isteyip hem İslam’ı reddetmeye çalışıyorsunuz? Üstelik Alevi topluluklar, sizin gibi söyleyeyim, tarihi boyunca, birlikte yaşadıklarının, ilişki kurduklarının, bağrına bastığının, koruyup gizlediğinin dinsel aidiyetini pek de umursamamışken? Sizin için neden ve nasıl, bu kadar önemli bir mesele haline geldi bu? İslam sizin için nedir ki? Sözde kadim Aleviliğinizin içerdiği sözde öz değerlerinizin arabı mı mesela? Eğer öyleyse, yine örneğin, bunun İslam dininin son yirmi yıldır içine yuvarlandığı büyük krizle bir ilişkisi var mı? Ve eğer öyleyse, bu tam da epeyce modern ve hatta yer yer lokal olarak sınırlandırılabilecek bir ihtiyaca karşılık geliyor olabilir mi?  Sanırım bu ve benzeri soruların yanıtlarını da en sonda bulacağız.

Devam edeceğiz efendim….Bu kadim Aleviliğin erdemleriyle…

EN SON EKLENENLER