Bir Sui Generis (Kendine Özgü) Durum Olarak Turgut Öker Soruşturma Ve Davaları

AV. SEYİT SÖNMEZ

Bu yazı, kamuoyunu Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu Onursal Başkanı Turgut Öker soruşturması ve davaları ile ilgili bilgilendirme amaçlıdır.

Wikipediya’daki tanıma göre; Suigeneris: Yeni türetilmiş anlamında Latince bir deyiştir. Türkçe’de tam olarak, kendine özgü, nevi şahsına münhasır gibi sıfatlarla karşılanabilir.

Bu tabir son beş yılki hemen hemen bütün politik yargı süreçleri için kullanılabilir.

İzmir, Dikili, Sivas, Ankara, Maraş, Hatay, İstanbul Anadolu Yakası, Avrupa Yakası gibi memleketin bir çok yerinde ayrı ayrı başlatılmış hali hazırda devam eden takip etmekte zorlandığımız onlarca soruşturma, mahkumiyetle sonuçlanmış iki dava, devam eden iki dava, muhtemelen yakın dönemde açılacak yeni davalar, yakalamalar, gözaltı  kararları, adli kontroller, sekiz yıl önce yapıldığı iddia edilen sosyal medya paylaşımları için savcılığın gizlilik talep ettiği soruşturmalar, sabah verilen ifade sonucu kaldırılmış yakalama kararlarının akşam hiç bir şey yokmuş gibi polis tarafından tekrar infaz edilmeye çalışılması, savcılık koridorlarından onlarca polis arasından alınan ifadeler, duruşma salonunda silahlı polisler önünde yapılan yargılamalar, zaten on kişilik olan duruşma salonuna kimse girmesin diye sabah erkenden sandalyelerin üstüne çuvallar konulması gibi benzer bir sürü kafkaesk yargı pratiklerine konu olmuş bir süreç.

2015 yazından beri aslında çok da uzak olmadığımız muhalafeti terbiye etme yöntemlerinden en etkilisi olan “maphus etme, mahkemelerde süründürme”  tehditine karşı, bir çoğumuzun alıştık artık diye aldırmazlık pozisyonuna çekildiği bir dönemde savunma pozisyonundan yargılayan pozisyonuna dönüştürülen davalardan bir tanesi.

Suçlamalardan bazıları 2012-2015 arası tarihlerde söylendiği iddia edilen  “Her yer Taksim her yer direniş; saltanatın sonu geldi ey firavun; 31 Ekim’de Berlinde’yiz, Avrupa’yı Taliban Tayyip’e zından edeceğiz; katil hırsız diktatör sana avrupayı dar edeceğiz” gibi sözler nedeniyle kamu görevlisine hakaret, cumhurbaşkanına hakaret, terör örgütü propagandası suçlarının işlendiği iddiasıdır.

Savunmanın temeli,  soruşturma ve dava sürecinin hukuksal normlar ve  kriminal terimlerle olduğu kadar siyasal  terim ve süreçleri anlamakla ilgili olduğu şeklinde kurulmuştur.

Soruşturmalara konu tüm sosyal medya paylaşımları 2012 -2015 yılı arasında yapılmıştır. Ancak yakalama, yurt dışına çıkış  yasağı ve davaya dönüşen soruşturmalar 2019 yılında başlatılmıştır.  Yani paylaşımlardan yedi yıl sonra. Üstelik 2019 yılından önce başlatılmış bir kaç soruşturmada söz konusu dönemlere ilişkin tüm sosyal medya paylaşımları emniyet tarafından rapor haline getirilmesine rağmen süreç hep açık bırakılarak yeni soruşturmalar açmak şeklinde devam etmektedir.

Ceza hukuku anlamında ortada hiçbir şüphe yokken, emniyet, “sanal devriye” adı altında Öker’in sosyal medya hesaplarını takibe almıştır. (Anayasa Mahkemesi,  19 Şubat 2020 tarihinde, sanal devriye şeklinde delil toplamanın hukuka aykırı olduğuna karar vermiş ancak henüz yayınlanmamıştır.) Genel yargı pratiğinde  bir suç iddiası  emniyete ya da herhangi bir resmi makama ihbar yoluyla ulaşır ve emniyet şüpheyi makul bulursa savcılığa bildirir ve soruşturma bu şekilde başlar. Yani önce bir suç işlenir ve suçu işleyen kimse araştırılır. Oysa bizim olayımızda anlaşılan, önce Turgut Öker seçilmiş ve onu işleme ihtimali olduğu suçlar araştırılmıştır. Yani suçtan suçluya değil, suçludan suça gidilmiştir. Dinci cemaatin (Fetö) henüz yargıya hakim olmadığı dönemde hukuka aykırı delillerle yürütülen soruşturmalar cemaatin hakim olduğu dönemde, delil yaratma şeklinde (hatırlayınız, kamuoyuna mal olmuş bazı soruşturmalarda ormanlık alanlarda bulunan bombalar, bilgisayarlara uzaktan yüklenmiş belgeler vs. ) devam etmiş şimdi ise önce suçlunun tespit edildiği suçtan sanığa doğru evrilen bir süreç ile devam etmektedir.

Yasak sorgu yöntemleri kullanılmıştır. İfade ve sorguda yasak usuller Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 148. maddesinde düzenlenmiştir. İlgili madde gereğince şüphelinin ve sanığın beyanı özgür iradesine dayanmalıdır. Bunu engelleyici nitelikte kötü davranma, işkence, ilâç verme, yorma, aldatma, cebir veya tehditte bulunma, bazı araçları kullanma gibi bedensel veya ruhsal müdahaleler yapılamaz. Kanuna aykırı bir yarar vaat edilemez. Yasak usullerle elde edilen ifadeler rıza ile verilmiş olsa da delil olarak değerlendirilemez. Cumhuriyet Savcılığı’nda ifade alınmadan önce, savcılık kalemi önü, koridorlar, olağanüstü bir durum varmış gibi onlarca üniformalı polis ile donatılmıştır. Bu durum CMK 148 maddedeki sorgudaki yasak usuller yasağı kapsamına girmektedir.

Normal seyreden bir davada mağdur olduğu iddia edilen kişiye mahkemeler tarafından duruşma günü tebliğ edilirken mağdur olduğu iddia edilen Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan  böyle bir uygulamadan muaf tutulmaktadır. Üstelik vekili olan avukat dosyaya henüz vekalet koymadan mahkeme durumdan vazife çıkararak avukatına tebliğ yapmaktadır.

Bütün hakaret suçlarında mağdur mahkemeye çağrılır ve beyanı alınır. Oysa bu davalarda tüm taleplerimize rağmen mahkemede bu talep kabul edilmemektedir.

TCK 129’da şöyle bir düzenleme bulunmaktadır:

TCK Madde 129

(1) Hakaret suçunun haksız bir fiile tepki olarak işlenmesi halinde, verilecek ceza üçte birine kadar indirilebileceği gibi, ceza vermekten de vazgeçilebilir.

(2) Bu suçun, kasten yaralama suçuna tepki olarak işlenmesi halinde, kişiye ceza verilmez.

(3) Hakaret suçunun karşılıklı olarak işlenmesi halinde, olayın mahiyetine göre, taraflardan her ikisi veya biri hakkında verilecek ceza üçte birine kadar indirilebileceği gibi, ceza vermekten de vazgeçilebilir.

Biz de savunmamızda bu maddenin uygulanması gerektiğini ileri sürmekteyiz.Çünkü bu ifadelerin mağduru olduğu iddia edilen Recep Tayyip Erdoğan’in kendisi siyaset tarzı olarak muhalefete, rakiplerine ağır eleştirilerde hatta zaman zaman hakaretlerde bulunmaktadır. Mesela bu ülkenin başbakanına hem de kendi partisinden, kendisinin seçtirdiği Ahmet Davutoğlu’na, Ekonomi Bakanı Ali Babacan’a, Yardımcısı Mehmet Şimşek’e dolandırıcı diyebilmiştir. Muhalefet partisi lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nu teröre yardım etmekle suçlamakta “edepsiz, ahlaksız, yüzüne tükürsen yağmur sanıyor, namus ve şeref fukaraları, cehalet ve çirkefliğin bir araya toplandığı kişilik, alçak, şerefsiz, onursuz, hain, gibi benzetmelerde bulunmakta, 6 milyon almış bir parti olan HDP’ye ve yöneticilerine terörist diyebilmekte, “Affedersin Ermeni” “Bunlar Zerdüşt” “Bunlar Alisiz Alevi” diyerek ülkemizin halklarını ve inançlarının aşağılanması anlamına gelebilecek sözler sarf edebilmektedir.

Söz konusu dönemlerde Turgut Öker aktif olarak siyasetle uğraşmaktadır, hatta o dönemlerde milletvekili seçilmiş, keyfi bir şekilde seçimler iptal edildiği için bu hakkını kaybetmiştir. Milletvekili olduğu ve Yüzde 14 yani 6 milyon oy alan Halkların Demokrat Partisi ülkenin 3. büyük partisi konumundadır ve  İstanbul gibi dünyanın en büyük metropollerinin birinden adaydır. Bu anlamda, Recep Tayyip Erdoğan’ı iktidarın bir temsilcisi, Öker’i de muhalefetin temsilcilerinden birisi olduğunu düşündüğümüzde  söylediği iddia olunan sözler TCK 129 kapsamında “karşılıklı  hakaret” nedeniyle suç oluşturmayacaktır.

Söylendiği iddia olunan sözler düşünce ve ifade özgürlüğü çerçevesinde eleştiri niteliğinde sözlerdir. Yukarıda anlattığımız üzere Öker, 2015’te milletvekili seçilmiş, aday olduğu parti olan  Yüzde 14 yani 6 milyon oy alan Halkların Demokrat Partisi ülkenin 3. büyük partisi konumundadır ve  İstanbul gibi dünyanın en büyük metropollerinin birinden adaydır. Bu anlamda iktidarı eleştirmesi hatta siyasi söylemlerle onu iktidardan düşürmeye çalışması kadar normal bir durum düşünülemez. 2014 yılı ülkemiz ve  bölgemiz açısından çok kötü geçmiştir. Komşumuz Suriye’de tarihin en kanlı suç örgütü IŞİD İslam adına kafalar kesmekte Kürt, Alevi, Dürzi, Nusayri, Süryani, Ezidi onlarca halka zulüm etmektedir. Seçimlerin iptali ile birlikte ülkemizde ardı ardına bombalar patlamış, Suruç, Kızılay, Taksim, Ankara, Dolmabahçe, Kayseri’de yüzlerce insanımız öldürülmüştür. Ülkedeki muhalifler ve dünya kamuoyu bu kötü durumun en önemli nedeninin sorumsuz dış politika olduğunu düşünmektedir. Öker’de böyle düşündüğünden ve iktidara aday bir partinin siyasetçisi olarak kendince etkili olduğunu düşündüğü söylemlerde bulunmuş olabilir ve yasal olarak buna engel bir durum yoktur. Yine 2013 yılında ülkemiz bir takım yolsuzluk iddialarıyla çalkalanmış ve aylarca kamuoyu bu durumu tartışmıştır. Tekrarla muhalif bir siyasetçi olarak müvekkil bu durumu doğal olarak eleştirmiştir. Nitekim siyasetin amacı da budur. Rakibinizin zayıf yönlerini kullanarak iktidarı elde etmeye çalışırsınız. Dolayısı ile söz konusu ifadeler demokratik bir toplumda seçim propagandası olarak düşünüldüğünde daha özgürlükçü bir çerçevede değerlendirilmek durumundadır.

Oysa özellikle Cumhurbaşkanı’na hakaret, terör örgütü propagandası, örgüt üyeliği gibi suçlamalarla başlayan soruşturmaların birçoğunun  kamuoyunda siyasi saiklerle yapıldığı kanaati uzun zamandır mevcuttur.

Öker soruşturmalarının da bu nitelikte  olduğunu, son dönemlerde özellikle Avrupa’da Alevi kurumlarına yapılan saldırılardan, ev işaretlemelerinden, başkaca Alevi kurum yöneticilerinin tutuklamalarından, Sivas katillerinin affından ayrı düşünülemeyeceğini savunmaktayız.

En önemlisi bu tür yargısal müdahalelerin çok korkunç sonuçlarının olduğunu, buram buram Anadolu kokan Hrant Dink gibi bir canın katline giden yolun  mahkemelerden geçirildiğini, Tahir Elçi’nin cansız bedeninin Diyarbakır ortasına düşmesinde  bir tv programında başlatılan sürecin (Tarafsız Bölge) Bakırköy adliyesinde ifadeye çağrılmasıyla zirveye çıktığını ve maalesef istemeden de olsa yargının bir şekilde bu ortama katkı sunduğunu  anlatıp yargının daha özenli olması gerektiğini savunuyoruz.

Demokratik kamuoyunun 20 Mart ve 29 Nisan’daki davaları sahiplenmesini bekliyoruz.

09 Mart 2020

EN SON EKLENENLER