Canlar canını buldum

Kürecik, Elbistan yolu… Alabildiğine uzanan bozkırı ortadan bölen yolun her iki yanına serpiştirilmiş köyler… Köylerin sessizliği destansı ve kanlı bir tarihin izlerini saklamaya çalışsa da hakikat öyle değil! Ağustosun kavurucu güneşine bir de susuzluk eklenince toprağın çektiği acı yüzünden okunuyor. Toprak sadece susuzluktan, her yıl dönümünde onca zahmetle nimet vermekten yorgun değil. İnsanın yarattığı acıyı, ayıbı, vahşeti örtmekten yorgun! Menzili Kürecik’ten, Elbistan’a oradan Maraş’a uzayan toprak acının ummanına akan ırmak gibi kıvrılarak akıyor! Biz de bu acılar ırmağının seline kapılmış “Sevdili Köyü Festivali’ne” gidiyoruz. “Buralarda kışın çok az insan bulunur. Bunların büyük çoğunluğu dışarıdan geldi.” Diyor laf arasında Şexo Dayı. Yanık türküler, coşkulu halaylar… Bizim “Görevimiz” de “Güncel üzerine” söz etmek.

Ben asıl Kantarma’yı, Tacim Dede’yi merak ediyorum. Ve akşam karanlığında Kantarma’ya “Değirmen Restoran’a” varıyoruz. Bir su değirmeninin orijinal yapısı hiç bozulmadan “Restoran” yapılmış. Uzunca bir sofra, muhabbet derin ve ağır olacağa benzer. Nitekim “Mehmet Dede” de lütfedip buyurdular. Usul olduğu üzere, hoş beş, hatır gönül… Derken “Dede, kerem eyle, himmet eyle, aşk eyle” dedik. O ne lezzet, o ne zarafet, o ne ilim irfandır!!! İnsanlık tarihi dile gelmiş konuşuyor. “Acıyı bal eylemek” bu olsa gerek. Şad u handan olduk. Yüzündeki izzet, dilindeki lezzet ılık ılık yüreğimize aktı. “Eee” diyor Mehmet Dede “Gecenin de hakkı var!” Bu arifin dilinde “Muhabbete doyum olmaz! Gitmek zamandır.” demek. Mehmet Dede’ye niyaz edip ayrılıyoruz. Gecenin zifiri karanlığında şavkıyan, sonsuzca yıldız yağmurunun altında eve varıyoruz.

Sabah yolculuk var. Günün ilk ışıklarıya yoldayız. Menzilimiz Bingöl’ün Xolxol (Yayladere) ilçesi. Her yerde “Festival” var! Meğer ben yanlış gitmişim! Festivalleri karıştırdık! Benim davetli olduğum “Karer Festivali” imiş! Olsun, nazlı nazlı çağlayan zümrüt yeşili Peri Suyu’nu görmek, meşe ormanıyla kaplı dağlarla yarenlik etmek varken yanlışlık kimin umurunda! Yol yoldaşı olduğumuz Tv 10 ekibinden canları Xolxol’da bırakıp Dep’e (Karakoçan) dönüyorum. Taksici “Bir sefer daha yapmanın” telaşı ile dönemeçleri düz ederken, bir yandan da yaşadıklarını anlatıyor. Karakoçan’dan bir arkadaşımı arıyorum. Arkadaşım Badran köyüne götürüyor bizi. Sağ olsun konu komşu köy muhtarı muhabbete geldi. Badran cenneti ala misali bir köy. Köyün dört bir yanında erenlerin, evliyaların türbeleri var. Pir Cemal Abdal makamına niyaz ediyoruz. Muhtar Pir Cemal Abdal’ın menkıbesini dinliyoruz. Pir Cemal Abdal, Bagın Kalesi’nde esir edilen dört oğlunu kurtarmasını dileyen anayı kırmamış ve kaleye gitmiş. Gitmiş gitmesine de kale coşkun akan Peri Suyu’nun öte yakasında. Sal yok, tekne yok!.. Ee keramet ehlinde çare tükenir mi? Pir Cemal Abdal atmış hırkasını Peri Suyu’na ve üstüne binip karşıya geçmiş. Kalenin muhafızı olup bitenleri hayretler içinde izlerken, Pir sudan kıyıya çıkıp hırkasını çırpmış ve hırkadan toz çıkmış. Durumu muhafızdan dinleyen Hükümdar Pir’in isteğine “Sen sihirbazmışsın! Seni bir fırına koyacağım! Sağ çıkarsan istediğin esirleri veririm.” Demiş. Pir Cemal Abdal’ı ve yoldaşını cayır cayır yanan fırına kapatmışlar! Sabah olduğunda fırının kapağı açılmış! Bir de ne görülsün? Pir’in sakalı bıyığı buz tutmuş, yoldaşının elinde bir üzüm salkımı! Yoldaşı, çok tipi, fırtına oldu, ben acıkınca Pir’im bana üzüm verdi! Demiş. Hükümdar çaresiz verdiği sözü tutmuş ve dört esiri serbest bırakmış. Pir Cemal Abdal dört canı almış ve dergahında irşat etmiş, dört can da hakikate ermiş. Şimdi o Dört Ermiş’in türbesi de Badran köyünün dört bir yanında.

Muhabbetin gece yarısına kesen saatlerinde heyecanımı bastırarak “Mazlum Doğan’ın köyü yakın mı?” dedim. Hane sahibimiz “Evet. Yakın ama yolun bir kısmını yaya yürümek gerek. Yokuştur ve çok yorucu olur.” Diyor. “Beni oraya götürür müsün?” Kısa bir sessizlikten sonra deme şeklimden etkilenmiş olacak ki, başıyla “Olur” anlamında işaret ediyor. İyi de sabah nasıl olacak? Uyumaya çalışıyorum ama! Birkaç saat uykudan sonra kalkıp yolun “Golan Kaplıcası’na” kadar araçla gittik. Zümrüt yeşili Peri Suyu iki yamacı safi kaya olan derin vadiden coşkun akıyor. Ne yapacağız? Keramet ehli değiliz ki “Hırkamıza suvar olup karşıya geçelim!” Neyse ki asma köprü var. Aracımızı geldiğimiz kıyıda bırakıp karşıya geçiyoruz. Onca yakıcı güneşin altında yokuşu nasıl tırmandığımı ben de bilmiyorum! Karşıda Teman Köyü göründü! Köyün üst tarafında bir ev, rehberim “O ev işte!” deyince uçasım geldi!.. Yerinden çıkarcasına çarpan kalbime hakim olmaya çalışarak avluya girdik. Karşıda ermişliğin tevazusu ile bastonu elinde iki insanlık mabedi! Kebire Ana ve Pir Kazım Baba… Niyaz oluyoruz bu canlı mabetlere! Tanış olduk. Su içtik. Soluklanmaya çalıştık ama Mazlum ile Delil’in makamına gitmeye yürek yetecek mi? Bir mezar… İki taş! Mazlum Doğan… Delil Doğan!.. “Canlar canını buldum, bu canım yağma olsun!” dediğinde Yunus Emre kimi bulmuştu bilmem ama “Canlar canını buldum!” Taşına toprağına niyaz ettim. Zulmat aleminin karanlığına kandil olma aşkı ile Hak için Hakka eren Mazlum ve Delil’in huzurunda dara durmak gerek. Bir kabre iki umman sığar mı? Pir Kazım Baba iki selvisi anısına, iki selvi dikmiş kabrin ayakucuna. Kusursuz, dümdüz uzamış selviler. Kabrin yanında bir çerağ uyanmış şulesi iki dilim! Mutlaka Kemal Pir, Hayri Durmuş buralarda bir yerdedir de görmeye mecal gerek! Hakkın Hakikatinden nasiplenenler Pir Seyit Rıza’yı, Alişer’i Zarife Ana’yı da görmüştür bu makamda. Haddimi bildim, Hak aşkına Hak ile Hak olan aşıklarına bir şey anlatmadım. Zira Hakka erenler Hakikatten haberdardır!

Eve döndük!.. Kebire Ana, Pir Kazım Baba ve Ablalar.. Kebire Ana’nın “Mazlumum, Delilim…” diye başlayan cümlelerinde gözünün ufkunda hüzün çizgisi, çizgiye yazılmış aşkın ezgisi! Pir Kazım Baba yıllar önce taliplerini görmeye gidişini ve devletin saldırısından korunmak için gecenin geç saatlerinde yaptıkları cemleri anlatıyor. “Bu Alavilere (Telaffuzu böyle) kızgınım Madımak’taki canlara sahiplik etmediler!” diyor. Kebire Ana’ya ve Pir Kazım Baba’ya çok şey sormak istiyorum ama “Sus ve dinle!” diyorum kendime! Dinledik… Anlamaya izan tartmaya mizan gerek!..

EN SON EKLENENLER