‘Çelik kasada’ deliksiz bir sohbet…

12 Mayıs 2016 tarihinde Wan’da gözaltına alındıktan sonra çıkarıldığı mahkemece tutuklanan DİHA Muhabiri Nedim Türfent, hastaneye sevkinde yaşadıklarını gazetemize gönderdiği mektupta anlattı. Türfent, 23 Ocak tarihinde Hakkari Cezaevi’nden Van T Tipi Kapalı Cezaevi’ne sevk edildiğini aktardı.

Türfent’in mektubu şöyle:

“Bütün hükümetler, halklarını korkutmaya ‘ihtiyaç’ duyar; bunu yapmanın en iyi yolu da işleri bir esrar perdesi ardında yürütmektir” sözleriyle erk’in karanlık cenderesini anlatıyor Noam Chomsky. İktidarların her daim ‘hayali’ düşmanlar yaratarak, kalabalıkları, toplumu bu şekilde bir ‘korku imparatorluğu’ ikliminde, bir nevi ‘açık cezaevinde’ kontrol altında tuttuğunu not düşer.

Malumunuz bahsi geçen mevzunun daniska hali, ülkemizin dağına, taşına, suyuna-havasına, bir bütünen her karışına sirayet etmiş; peşi sıra ‘cadıavı’ kampanyası ile toplumun zengin renkleri, sesleri, bilhassa eli kalem tutan gazetecileri de ‘açık cezaevine’ dönen ülkenin demir yığınları arasına konulmuş durumda işte, özgürlükleri erk’in kılıcı ile tırpalananlardan bir ses olarak, tutuklu halinin 254. günü (20 Ocak itibariyle) yaprak kımıldamayan bir sessizlik ile başlarken, mazgalı açan gardiyanın “Hastaneye sevkin var, hazırlanan” demesiyle ansızın kendimi, elleri kelepçeli bir şekilde, no-frost bir çelik kasada buluyorum. Bu saman alevi anımı demir parmaklıklı camdan beyaz örtüyü ve sonsuz gökyüzünü seyre dalmışken, büyük gürültü koparan kapı açılıyor ve ringin aynı kasasına 60’lı yaşlarda iki tutsak getiriliyor.

Yolculuk başlıyor…

Hemen yanıma oturanın Cizreli Abdurahim amca olduğunu öğreniyorum. Şırnak’tan birkaç ay önce sevk olmuş buraya, 7 aydır tutuklu. Daha yaşlı olanı Mecit amca, Iğdırlı. 9 küsür yıldır cezaevinde, bunun iki katı kadar da ‘cezası’ kalmış. Amcanın tabiriyle “ömrü yeterse…” Her biri birbirinden merdane olan amcaların 4’er çocuğu var, bedenleri yıllansa da, fikren dipdiriler. Kendimi tanıtır tanıtmaz, Ape Mecit sözünü esirgemiyor: “Hani şu 148 gazeteciden biri, Bekir Bozdağ’ın ‘hiç yok’ dediği…” Sizin de yaptığınız gibi, bizler de gülüp geçiyoruz. Sohbet peyderpey ısınırken arada göz kaçamağı yapıp karlara bürünen toprağı, Van Gölü’nün engin ihtişamını ve her biri apayrı bir hayat koşuşturmasında olan memleketinin insanlarına bakıyorum. Konu, bana geldiği için olsa gerek, muhabbet aynı renkte sürüyor…

Ape Mecit, söz alıyor: “Ne TV, ne de radyo var odamızda. Gündemi ya gazetelerin ya da yan odalardan takip edebiliyoruz. Zaten TV’si olanlar da bize, ‘Dışarıda her gün ölüm var!’ diyor. Kitap okuyalım diyoruz, o da yasak ! Her tutsağa 10 gün ‘hak’, kitapları olmayanlara dışarıdan göndermek yine yasak! Her tutsağa 10 gün ‘hak’, kitaplar olmayanlara dışarıdan göndermek yine yasak!” Hiç akılınıza gelmesin cezaevinin kendi kütüphanesi yok. Buzlu yoldan olsa gerek biraz sarsılıyoruz, buz gibi demir koltuklara tutunuyoruz. Konuşması sürüyor: “TV’miz olsa ne yazar! 20 kanal veriyorlar, hepsi aynı repertuardan tek tip yayın yapıyor.” “Dolar ne alemde?” sorusunun yönü bana geliyor, en son 3.82 diyorum. “Biliyor musun?” diyor, “Artık ekonominin gidişatını bu tecrit halinde bile kolayca takipteyiz… Nasıl mı? Mesela, 2 ay öncesine dek kahvaltıların vazgeçilmezi olan yumurtanın yüzünü gören cennetlik..”

Apê Abdurrahim’e neden içeride olduğunu soruyorum. “Rengi, ses, dili, kültürüyle Kürt’üm, yetmez mi?” diye soruyor, susuyorum. “Hepimizi içeri alıyor, sırayla…. Fikri tek amacı da tek’ Nasıl ki 7 Haziran’ı ‘es’ geçti, ‘yok’ saydı… Bir benzerinin de arefesindeyiz. Kafaya koymuş bir kere…. 400 için kaoslu, torosları göze alanlar, tek adam için neler yapmazlar ki… ‘Tık’ diyenler kendilerini demir parmaklıklar ardında buluyor…” diyen amca 1989’da Amed’de, 1991’de ise Mêrdîn’de pranga eskitmiş…

Yolculuk, tavşan hızında akarken, Apê Mecit söz alıyor: “Karanlığa ışık tutmanın yegane yolu ‘bir’ olmaktan geçer…” Söz gelimi, ‘ulusal birlik’ tartışmalarını soruyorum, Apê Abdurrahim: “Dar aşiretse, ferdi maddi çıkarlar havanda su dövmektir. Artık bu parçalılık pespayeliğine bir son vermeli, dananın kuyruğunun kopmasına gerek yok…” Hazır kıta, konu ‘Rojava’ oluyor. Bir anda seslerde coşku, bembeyaz tüylerinin diken diken olduğunu, kırışık yüzlere direnç geldiğini fark ediyorum. Bu efsunlu anın akabinde, Trump’tan konuşmaya başladık ki Bölge Araştırma’nın bahçesindeyiz…

‘Güvercin tedirginliğindeki’ jandarmalar kollarımıza girip, bizi zemin kattaki koltuksuz, sandalyesiz ‘hasta mahkum’ bekleme odasına alıyor, sıramızı bekliyoruz. Uzun zaman sonra ‘hastane kokusu’nu duyuyorum, ne garip! Bu da özlenir mi? Son tahlilde sıra bende. Kollarımıza iki, nümde bir silahlı ve komutanla ‘genel cerrahinin’ yolunu tutuyoruz. Daha önce defalarca hastanede elleri kelepçeli insanları görmüştüm. Şimdi kelepçelenen bendim! an itibariyle hiç empati kurmadığımı idrak ediyorum. “Ax lawo” diyen anaların, (beyaz tülbentli) kara kara iç çeken bastonlu dedelerin, fal taşı gözleriyle çocukların, bıçkın delikanlıların ve genç kadınların-kızların demem o ki herkesin bakışları size kilitleniyor. Hakikaten ‘yaşamak lazım’ anlardan. Tekrar mahkum odası, bu kez KBB’ye doğru. Demokles’in kılıcı altında ‘tedavim 2 serviste toplamda 3 dakika sürüyor. Selam veren, dilek temennisinde bulunan ve gülümseyen yüzleri ardımızda bırakarak, kapıdan hemen önce kocaman semaya bir bakış atarak, ringteyiz. Apê Abdurrahim, topallıyor bacağından daha önce 2 kez ameliyat geçirmiş, doktorun dediğine göre bu yollarda daha çok mekik dokuması gerekiyor. Apê Mecit’e “Ameliyat olman gerek ama yüzde 90 felçli kalırsın” denilmiş. Şimdi ise bin bir türlü ağrısı, derdi, hastalığı var. Ne denilebilir ki.

Dönüş yolunda kısa vadeli muhabbetlerden sonra hastalıklı ve yaşlı hallerinden olsa gerek, ikisinin de göz kapakları tutunamıyor. Üç saatlik bu katmerli yolculuktan sora, tekrar beton ve duvar yükseltilerinin arasındayız. Her birimiz ‘3 kişilik’ hücresine yönelirken, muhtemelen ikisini de bir daha hiç gör(e)meyeceğimi anlıyorum, içten içe. Derken tekrar bir avuç gökyüzü, özgür düşler düş(ünce)ler dünyası.

Nedim Türfent

Van T Tipi Kapalı Cezaevi B-3

EN SON EKLENENLER