Cezaevlerinde hak ihlalleri tavan yaptı

Darbe girişimi sonrası 210 binden fazla nüfusuyla birçok ili geride bırakarak adeta Türkiye’nin 82 ili haline gelen cezaevlerinde tarihin en ağır koşulları yaşanıyor. 1996-2004 yılları arasında cezaevinde kalan Cemil Aksu, cezaevlerindeki hak ihlallerine dikkat çekerek, “İktidar sadece içerideki siyasi mahkumlara işkence yapmıyor aynı zamanda onun ailesine, yoldaşlarına, dostlarına ve onun siyasal hareketine eziyet çektirmek için yapıyor” dedi.

Adalet Bakanlığı verilerine göre 1 Kasım 2016 tarihinde cezaevlerinde toplam 197 bin 297 tutuklu ve hükümlü bulunurken, insan hakları örgütlerinin verilerine göre bu sayı 210 bini aştı. Rekor seviyeye çıkan cezaevi nüfusu, birçok ilin nüfusunu neredeyse ikiye katladı. Cezaevleri nüfusları itibariyle Artvin (168 bin), Sinop (205 bin), Bayburt (90 bin), Gümüşhane (172 bin), Bartın (192 bin), Ardahan (98 bin), Iğdır (192 bin), Dersim (82 bin) gibi illeri geride bırakırken, 200 binin biraz üzerinde nüfusu olan Yalova, Karabük, Kırşehir, Hakkari, Erzincan, Bilecek gibi illerin nüfuslarını yakaladı.

ÖRTÜLÜ AF İLE SİYASİ TUTUKLULARA YER AÇILDI

AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılında 59 bin 429 olan tutuklu ve hükümlü sayısı, 2014 yılında 154 bin 179, 2015 yılında ise 178 bin 89 oldu. Darbe girişimi sonrasında çıkarılan “örtülü af” ile yaklaşık 30 bin civarında adli hükümlü serbest bırakıldı ve böylece sadece darbe girişimi sonrası yapılan tutukluma sayısı 60 bini geçti. Yine İnsan Hakları Derneği’nin (İHD) tespit edebildiği kadarıyla cezaevlerinde 331’i ağır olmak üzere 926 hasta mahpus bulunuyor.

HAK İHLALLERİ REKOR SEVİYEDE

Cezaevlerinde özellikle OHAL sonrası hak ihlalleri ciddi bir şekilde arttı ve cezaevlerinden dışarıya doğru çoğu zaman ne olup bittiği ile bilgi dahi alınamıyor. Avukatlar ve tutuklu ile hükümlü ailelerine gelen bilgiler, cezaevlerinin infazlarını bekleyen on binlerce insanın en temel haklarının dahi ellerinden aldığı bir tecrit mekanlarına dönüştüğünü gösteriyor. Yine insan hakları kuruluşları aracılığı ile rapor haline getirilen hak ihlalleri, cezaevlerindeki sistematik tehdit, baskı ve işkenceyi açığa çıkarıyor.

İLETİŞİM HAKKI ENGELLENİYOR, YAYINLAR VERİLMİYOR

Tutuklu ve hükümlülerin infazları sırasında en temel hakkı olan iletişim hakkı yoğun derecede engellenen hak ihlali kategorisinde. Kitap ve mektuplarına el konulan tutuklu ve hükümlülerin, telefon açma, sohbete çıkma hakları da çeşitli gerekçelerle ellerinden alınıyor. Ayrıca, tek yönlü TV’lerin izletildiği cezaevlerinde muhalif gazete ve yayınlarda içeri verilmiyor. Yasaklı yayın kategorisinde özellikle Özgürlükçü Demokrasi gazetesi, Demokratik Modernite, Evrensel gazetesi ile kimi cezaevlerinde Cumhuriyet gazeteleri yasaklı yayınlar arasında. Açlık grevleri sürecinde Özgürlükçü Demokrasi gazetesinin kimi sayfaları “açlık grevlerine talimat” iddiası ile sansürlenerek ya da kesilerek içeri verildi.

‘GÜVENLİK İHTİYACI’ GEREKÇESİYLE ÇIPLAK ARAMA

En temel hak ihlallerinin başında ise çıplak arama geliyor. Tutuklu ve hükümlülere cezaevine girişte ya da sürgün edildikleri yeni cezaevinde keyfi olarak çıplak arama dayatılıyor. Zaten cezaevlerinde bulunan tutuklu ve hükümlülerin, kanun ile düzenlenmemiş ve tamamen cezaevi ile infaz koruma memurlarının takdir yetkisine bırakılan bu uygulama, gösterilen tepkilere rağmen ısrarla sürdürülüyor. Bu uygulama “onur kırıcı” muamele olarak görüldüğü için insan hakları kuruluşları tarafından da sert tepkilere maruz kalıyor.

KAPASİTE AŞIMI TUTUKLULARA NEFES ALDIRMIYOR

2000 yılından bu yana uygulanmakta olan tecride dayalı ceza infaz sistemi, tutuklu ve hükümlülerin fiziksel-sosyal-ruhsal bütünlüğünü de tehdit ediyor. Bir ve üç kişilik oda sisteminde tutukluların ve hükümlülerin birbirleriyle sosyal ilişki kurması engelleniyor. Yoğun tutuklamalarla beraber 3’er kişilik koğuşlardaki kişi sayısı kimi yerde 8, kimi yerde 12 ve daha fazla sayıya ulaşıyor. Bu da tutuklu ve hükümlülerin nefes almasını engellerken, yere serilen yataklarda tutuklu ve hükümlülerin sıra ile uyumalarına kadar giden bir hak ihlali yaratıyor.

GÖRÜŞMELERİN SES KAYDI ALINIYOR

Son dönemde açığa çıkan iki önemli hak ihlali uygulaması ise tutuklu ve hükümlülerin banyo ve tuvaletlerini görecek şekilde kameraların yerleştirilmesi ile avukat ve aile görüşlerinin gardiyan gözetiminde ve ses kaydı alınmak suretiyle gerçekleştirilmeye zorlanması. Özellikle tutuklu/hükümlülerin aile ve avukatları ile görüşmelerinde ses kaydının alınması görülebilecek en ince hak ihlali şeklinde değerlendiriliyor.

HASTA TUTUKLULARIN TEDAVİSİ YAPILMIYOR

Toplumsal kangren haline gelen hasta tutsakların durumu ile gittikçe derinleşiyor. Tedavi süreçlerine ilişkin OHAL öncesinde de var olan hak ihlalleri devam ederken, hasta tutuklu ve hükümlüleri tedavileri hastaneye götürecek araç ve personel olmadığı gerekçesiyle aksatılıyor. Hasta tutsakların ayrıca sürgün sırasında ilişkide oldukları doktorlarla bağının kopması tedavi süreçlerinin aksatıyor. Birçok hasta tutuklu ve hükümlü, hastaneye gidiş-gelişlerinde ağır koşullara maruz kaldığı için de tedavi olmayı reddetmek zorunda kalıyor.

Ayrıca sosyal aktivitelerin engellenmesi, ortak sohbet, spor faaliyetlerinin engellenmesi de tecrit koşullarını gittikçe ağırlaştırıyor.

‘SİSTEM MAHKUMLARA EZİYETİ KENDİNE HAK GÖRÜYOR’

Cezaevlerindeki hak ihlallerine ilişkin değerlendirmelerde bulunan eski tutuklu Cemil Aksu, cezaevlerindeki hak ihlallerinin kötü bir aşamaya evirildiğini ifade etti. 1992-2004 yılları arasında cezaevinde kalan Aksu, cezaevlerindeki hak ihlallerinin siyasi gidişata göre değiştiğini ifade etti. Aksu, şunları kaydetti: “Cezaevi hak ihlalleri çok daha ağır koşullara doğru evirildi. Cezaevlerinde banyo ve tuvaletleri görecek şekilde kamera yerleştirmek, tamamen o mahkûmu bir birey olarak görmemenin getirdiği bir anlayışın sonucudur. Mahkûm ne olursa olsun bir insan olarak belirli haklara sahiptir. Bu haklarına saygı duyulması gerekir. Bütün bunlarla sistem mahkumlara yaptıkları eziyeti kendine demek ki hak görüyor.”

‘SİYASİ KİMLİĞE YÖNELİK SALDIRI’

Aksu, baskının iktidar tarafından aynı zamanda siyasal hareketleri cezalandırmak şeklinde gördüğüne dikkat çekerek, “Sadece içerideki siyasal mahkumlara yapılan bireysel bir şey değil bu işkenceler aynı zamanda onun ailesine, yoldaşlarına, dostlarına ve onun siyasal hareketine yapılan bir eziyet olarak düşünülüyor. Yoksa cezaevi müdürü ile tutsak arasında kişisel bir ilişki yok. Müdür tamamen yaptığı işi çok siyasi bir şey olarak düşünüyor ve siyasi saiklerle yapıyor. Oradaki tüm cezalandırma uygulamaları bireyin şahsında o siyasi hareketin bireylerine eziyet etmenin bir tür intikam almanın biçimi olarak düşünüyorum. Yaklaşımları da böyle oldu hep” değerlendirmesinde bulundu.

EN SON EKLENENLER