Çocukların süt kokan düşlerini yok ediyorlar…

Çocukluk tüm dillerde sevgiyi, masumiyeti, hayalleri ve umudu sembolize eder. Kutsal ve dokunulmazdırlar bu nedenle onlar. Kadim zamanlardan beri çocukların, kadınlar ve yaşlılarla birlikte savaşlarda korunmaları, hukuklarının gözetilmesi bir gelenek ve ahlak normu şeklinde yüz yıllar boyu süregelmiştir. Modern hukukla birlikte uluslararası Cenevre konvansiyonu ve değişik sözleşmelerle savaş ve türlü felaketler dâhil her durumda çocuk hakları teminat altına alınmıştır.

Ama öyle sadist, faşist, acımasız ve kindar zalimler tanımıştır ki tarih, şehirleri yerle bir etmeyi, kadınları ve çocukları katletmeyi ve her türlü uğursuzluğu, melaneti marifet saymışlardır. Moğolları diğer zalim sultanları hatta günümüz IŞİD çetelerini şöyle bir güzümüzde canlandırmak bu vahşet gerçekliği hakkında bir fikir vermeye yetecektir.

Çocukluk ve çocuklar hep aydınlık yarınları güzel umutları yerleştirir ufuklara ama Kürdistan coğrafyasına doğmak şansızlıkları olmuştur Kürt çocuklarının yüzyıllardan bu yana. Varlığı bile inkâr edilen bir toplumsal gerçekliğe doğmak nasıl bir başlangıç olabilir ki.

İnkârı talan, katliam, açlık, yoksulluk, işkence, zindanlar, sürgünler ve daha bitmek bilmeyen bin bir türlü çile izler. Dersim Tertelesinden çocukların payına düşenlerin hazin öyküleriyle doludur hafızalarımız. Doğru düzgün kayda bile geçmeyen bu jenositten anne karnındayken cinsiyeti üzerine iddiaya tutuşan askerlerin süngüledikleri ana rahminde ayağından yaralanan bebeğin ıstırabı karşısında hür türlü söz ve duygu tarifi kifayetsiz bir hal alır. Mahşere döner, günah olur.

Sadece Amed’de, Agıri’de, Zilan’da, Dersim’de değil, her yerde her vakitte aynı süngü darbesine yazgılı doğuyordu Kürt çocukları: Halepçe’de, Bağlar’da, Sur’da, Cizre’de, Lice’de, Roboski’de ve Van’da…

Uğur Kaymaz 12 yaşında bir ilkokul çocuğuydu. Sempatik, hayat dolu, kara gözlerinden zekâ kıvılcımları fışkıran annesinin biricik kuzusu. Ne suçu ne günahı vardı ki bir Kürt çocuğu olmaktan gayrı. 12 yaşında 13 kurşunla katledildi sokağın ortasında babasıyla birlikte annesinin gözleri önünde. Katline hemen ferman bulundu. Cesedinin yanına silah bırakılarak oyun yaşındaki çocuğa bir de “terörist” yaftası yapıştırıldı. “O terörist falan değil, benim öğrencim” diyen öğretmenine “ama karanlıkta kocaman adam gibi duruyordu” diyecekti buz gibi sözleri ve hiçbir manası bulunmayan gözleriyle celladı. Kürt doğmak ve karanlıkta kocaman adam gibi durmaktı suçu bakışlarından umut saçan Uğur’un.

2006 baharının Newroz’unda boydan boya isyana durdu Kürtler “tek tek” li teranelere ve “kadın da olsa, çocuk da olsa” ya kesilecekti bu suçun tarifesi. Bir taraftan “kadın” da olduğundan anneler katledilirken  “çocuk da” olduğundan katledilenlerle anaların yüreklerinde ne güneşler battı vakitsiz. Abdullah Duran, Enes Ata, İbrahim Nas, Ümit Kurt.

Ay yüzlü kara gözlü Ceylan kocaman açtığı gözleriyle ürkmüş gibiydi o tek fotoğrafında. “Ben ne yaptım ki size?” diyordu adeta. Daha ne yapacaktı ki Ceylan? Kürt doğmuştu Lice’nin Şenlik köyü Hambaz mezrasında. Küçücük bir kız çocuğu olmasına rağmen korkmadan sakınmadan koyun otlatıyor, koyunlarına dal yaprak topluyordu. Havan mermisiyle paramparça edilen Ceylan’ı, annesi eteğine topladı vücudunun parçalarını.

Roboski’de 14-15 yaşındaki çocukların tek suçu okullarına harçlık çıkarmak için katırların peşinde o karda, kışta saçma sapan hudutları aşmaktı. Jetlerle parçaladılar daha süt kokan düşlerini Behzat’ın, Çetin’in, Bedran’ın tıpkı Berkin Elvan gibi.

Nihat Kazanhan güpegündüz sokak ortasında arkadaşlarıyla oyun oynarken hedef gözetilerek ve belki de “en iyi Kürt ölü Kürt’tür, bir leş daha aldım” diye böbürlenilerek başından vuruldu. Vurulduğuyla kaldı Nihat. Üç-beş günde unutuldu gitti o da.

Miray bebek henüz üç aylıktı, daha anasının kokusuna doyamamış, sütün tadına varamamıştı. Ama Kürt’tü ve çocuktu ölüm yoktu, olacaktı yazılan fermanın gereği.

Cizre’de Cudi’nin eteklerinde, vahşet bodrumlarında günlerce aç-susuz inledi yaralılar. Seslerini duyuramadılar dünyaya. 80 yıl öncesinden Alişêr’in yakındığı gibi “çekemedi gayreti” diğer Kürt kentleri. TİHV Başkanı Şebnem Korur Fincancı, “Vahşet bodrumlarında çocuklara ait kemikler bulduk” diyordu ve Bosna’yla kıyaslıyordu vahşeti.

Göçertildikleri Metropol sokaklarında uyuşturucuya, fuhşa, kapkaça alıştırılıyordu çocuklar kendi olarak kalmada ısrar edenler.

Atılan gaz fişeklerinden, kurşunlardan kurtulanlar yani şanslı olanlar, ölüden beter edilerek zindana tıkılıyordu. Çocuk zindanlarının bir de işkence dışındaki adi, rezil, çirkin yüzü vardı ki sırf bu çağda yaşıyor diye insana lanet okutan. Pozantı zindanıyla duydu dünya çocuk mahkûmlara yapılanları. Aslında meşhurdu Osmanlı’dan bu yana ırza geçen, hayatları ve hayalleri karartan zebanileriyle sübyan koğuşları.

Öyle bir vahşet iklimindeyiz ki, gıdım gıdım zehirlendikleri için farkında olmayan aymazlar gibi adeta gün gün yapılanlara alıştırılarak insanlığımızdan edilmek isteniyoruz. Zindanlarda neler yapılmıyor ki çocuklara. Falakaya yatırılanlar, hortumla dövülenler, parasına el konulanlar, aç bırakılanlar, köle gibi çalıştırılanlar… Dedik ya alıştırılıyoruz zehire. Acaba dünyanın normal bir ülkesinde tarikat evinden dışarı çıkmasınlar diye üzerine kapı kilitlenen 12 kız çocuğu yanarak can verseydi kaç günde unutulurdu, kamuoyunun tepkisi ne olurdu?

Kadim Mezopotamya dillerinden Kürtçe ’de diğer dillerden farklı olarak iki karşılığı vardır kuşun: Teyr ve çuk. Teyr’de bir asalet, bir masumiyet bir alamet vardır ve bu yüzdendir ki öldüğünde Kürtler çocukların cennet semasında bir teyr olarak uçacağına inanırlar çünkü onlara cennette bile büyüklerin varlığını lekeleyen kirler yakıştırılmaz.

İşkenceleri ve zulmüyle hiç gündemden düşmeyen Kürkçüler E Tipi Cezaevinde çocuk tutsaklar… Ocak 2017 tarihinde kendilerine yapılanlara tepkilerin oluşturdukları barikatları ateşe vererek gösterdiler. Yangına zamanında müdahale edilmediği için Muhammed Erdoğan ve Ferhat Kaya adlı çocuklar can verdiler. En demokrat radikal gazetelerde bile bu olaya sayfa diplerinde birkaç satırlık haber yapılarak geçiştirildi.

Hayır, terörle, vahşetle yaşamaya asla alışmamalıyız.

EN SON EKLENENLER