‘Dans edilmeyen devrim ne işimize yarar’

Gezi’nin üzerinden 3 yıl geçti. Gezi direnişinin önemli isimlerinden Mücella Yapıcı ile Gezi’yi, bugün geldiğimiz noktayı ve bundan sonra hangi adımların atılabileceğini BirGün’den Ece Zeraycan konuştu…

 

Her yaştan, her görüşten milyonlarca yurttaşın AKP iktidarının baskı düzenine karşı isyan bayrağını çekip sokağa çıktığı Gezi Direnişi’nin üzerinden 3 yıl geçti. Ömrümüz boyunca yüreğimizde, aklımızda, fikrimizde olacak unutulmaz anlar var Gezi günlerinden… Sokak arasında eli sopalı faşistler tarafından dövülerek öldürülen Ali İsmail Korkmaz, evinden ekmek almak için çıktığı sırada katledilen Berkin Elvan, tüm Gezi şehitleri ve gazileri yüreğimizde derin birer yara… Büyük bir kırılmanın yaşandığı o olağanüstü günleri; Taksim Dayanışması’nın önde gelen isimlerinden mimar Mücella Yapıcı ile andık. ‘O ruh kayboldu mu?’ kaygıları, haksızlıklara karşı bir arada direnme kültürü ve aradan geçen 3 yılda ne aşamaya gelindiğini konuştuk…

» Gezi Direnişi 3 yaşında… Şimdi bakınca, o günler nasıl canlanıyor hafızanızda, gözünüzde beliren kareler neler mesela?

Üç kocaman, zor yıl diyelim… Türkiye için çok zor yıllar… Şimdi o günlere bakınca bir film şeridi gibi arka arkaya pek çok kare geliyor hafızama. Gezi’yi hatırladığımda bende bıraktığı duyguyu anlatabilirim. Hayatımda görmediğim, yaşamadığım kadar müthiş bir dayanışma duygusu, büyük bir özveri, korku zincirinin kırılıp atıldığı bir toplum, konuşmaya başlayan bir toplum vardı. Ama bütün bunların ötesinde aklımda müthiş bir empati hali, empati duygusu kaldı Gezi’den. Empati kokuyordu sanki her yer. Hakikaten bir film gibi…

» O günlerin atmosferine dayanışma hâkimdi. Bir araya gelen milyonlar tek sesti. 3 yılın ardından tablo nasıl?

Evet, benim de ilk hissettiğim şey dayanışmanın hakimiyetiydi. Milyonlar bir araya geldi ama hepsinin Gezi’si başkaydı aslında. Herkesin Gezi’si kendineydi. Ama ortak bir endişe ve ses vardı: “Yeni bir hayat mümkün!’’ ve bu yeni hayata olan inanç… Mücadeleyle ve bunun ancak bir arada yapılabileceğine olan inancın sesiydi o tek ses. “Her yer Taksim, her yer direniş’’ sloganı; meselenin sadece Gezi Parkı ya da Taksim Meydanı olmadığını, aslında coğrafyamızın her yerindeki sorunlara, oradan bakıldığını anımsatıyor bize. Üç yılın ardından tablo nasıl diye baktığımızda, çok umut verici gibi görünmüyor tabii ortalık. Ancak bu toplum, farklı renklerle, farklı görüşlerle de olsa; eğer özgürce yaşamaya, demokrasiye inanırsa; gericiliğe, yaşam tarzına karışılmasına isyan etme ve bir arada mücadele edebilme potansiyelinin var olduğunu gösterdi; hem kendisine, hem iktidara. Bu çok önemli bir umuttu hepimiz için, gelecek için. Bu umut çok ciddi bir şekilde korkuttu iktidarı. 7 Haziran seçim sonuçlarına baktığımızda bu empati, dayanışma halinin en sonunda belli sonuçlar verdiğini de gördük hep beraber. Ancak bütün bu korku, iktidarın altındaki o koltuğun sallanması, çok ciddi bir şiddet hali yarattı; özellikle son bir yılda. Üç yılın ardından bugünkü tabloya baktığımızda; eğer bu şiddet ve baskı halini görmeden, “ne oldu da bugün bu kadar sessiz, eylemsiz bir hale geldik’’ diye bir umutsuzluğun altını çizersek yazık etmiş oluruz bütün o günlere. Çok kutsamamak da gerekir ama. Bugün tabloya baktığımda insanların hassasiyetlerini asla kaybetmedikleri, artık en ufak bir köyde, parkta, mahallede, Türkiye’nin neresinde olursa olsun kent hareketlerinin ciddi şekilde artmış olduğunu ancak yine de sokağa ihtiyatla bakıldığını görüyorum. Bu çok anlaşılabilir bir durum. Bence bu bir enerji birikimidir. Tablo hepimiz açısından çok ürkütücü. Ancak umudumuzu kaybetmeyelim. Bir araya gelirsek, ki geldik bir kere, bunu yapabildik, her zaman da yapabiliriz. Ancak şu anda gerçekten ülkedeki tablo hoş değil.

» Dayanışma ve haksızlıklara karşı bir arada durabilme motivasyonuna nasıl gelindi o günlerde?

Buradaki en büyük motivasyon; son derece haklı, son derece hukuki, insani bir talebe karşı, iktidarın gösterdiği olağanüstü şiddettir. O güne kadar zaten toplumun canına tak eden uygulamalar başlamıştı. Özellikle kadınlar üzerinde… Kürtaj yasaları, yaşam tarzına karışılması, eğitim alanındaki değişiklikler, 4+4+4, 1 Mayıs’taki şiddet ve hiç atlamak istemem, Emek Sineması mücadelesi, kadın cinayetleri… Zaten toplum oldukça gergindi. O gece çadırların yakılması insanlara “yeter artık’’ dedirtti. Bu şöyle bir şey; hani kadınlar sonuna kadar sabreder ama çocuğuna, ailesine ya da sevdiklerine bir zarar geleceğini fark ettiği zaman artık o kadını kimse durduramaz; bu çok kadınca bir duygudur. Gezi’de de öyle oldu. Zaten Gezi’de kadınca bir duygu vardı. Hatta hatırlarsınız “çocuklarınızı alın eve götürün’’ dendiği zaman o gece anneler gelmişti. “Neden götürelim, çocuklar kendi gelecekleri için mücadele ediyorlar, biz ancak onların yanında oluruz, kollarına gireriz ve bu mücadelenin bir parçası oluruz’’ demişlerdi. Motivasyon buydu.

» Her gün yaşanan onlarca haksızlığa, hukuksuzluğa rağmen şimdi neden bir arada bir duruş yok toplumda?

Toplumsal hareketler bazen geri çekilirler. Bazen tekrar ileri adım atarlar. Çok açık; sizin kendi devletiniz sizi öldürüyor! Artık gazla, şununla bununla uğraşmanın ötesinde bir durum, adalet hissini kaybetti toplum. Önce bunu konuşalım. Zaten Gezi’nin başlangıcında da aslında hukuka, adalete olan inancın zayıflaması vardı. Ama şimdi artık açıkça gördüğünüz gibi; bilerek ve isteyerek, iktidar medyasıyla birlikte “hukuk da benim, adalet de benim, ben istersem sizi öldürürüm, faillerinizi yargılamam, affederim, hukuk benim elimde’’ diyerek toplum tehdit altına alınmış durumda. Bir yandan bombalar, bir yandan savaş… Görüyorsunuz Sur, Cizre yok ediliyor. Milliyetçilik duygularıyla da, bu yapılanlar topluma makul gösterilmeye çalışılıyor. Burada muhalefete de artık çok iş düşüyor. Toplum muhalefete yol göstermek için Gezi sürecinde elinden geleni yapmıştır. Açık çek vermiştir. Fakat özellikle Haziran seçimlerinden bu tarafa, örgütlü siyasal muhalefet, siyasi partiler toplumun verdiği bu avantajı ne yazık ki kullanamıyorlar. Sadece “Neden toplumda ses yok’’ demek topluma haksızlık etmek gibi geliyor.

» Gezi’den sonra bir arada durabilme ve örgütlenme çabaları devam etti aslında… Nerde hata yapılıyor?

Gezi’den sonra mekan üzerinden, kent üzerinden yürütülen bu yağma ve baskı politikalarının, yaşam alanlarına dair politikaların direkt bir şekilde emek politikalarıyla olan ilişkileri de kuruldu. Ama hala örgütsel bir cümleye döndürmek, siyasal bir üst cümle haline getirip ona göre oturup örgütlenme meselesinde ne yazık ki biraz eksik kaldık.

Bizde felsefe de, siyaset de ne yazık ki henüz anlama ve analiz safhasında. Bu analizi aşıp, senteze girme zamanımız geldi. Toplum üzerinde yaratılmaya çalışılan bu gerici, faşist milliyetçilik akımına karşı durarak; belki bir “antifaşist cephe’’ oluşturarak bu konuyu çözebiliriz. Umudu asla kaybetmemek lazım. Bütün bunları yapabilmek için de, son derece açıktır ki; demokrasi ve barışa ihtiyacımız var. Barışı, demokrasiyi öncelemeyen hiçbir hareket; bu kadar büyük bir travmayla başa çıkamaz. Önümüzde zor günler var. Hepimiz farkındayız. Direnmekten başka da çare yok.

» Y ve Z kuşakları sokaktaydı. Şimdi neler yapıyorlar, yeniden bilgisayar başına mı dönüldü?

Gezi’ye kadar çok suskun bir kuşaktı. Çok da haklıydılar. Çünkü onlara hep şu öğretildi dünyada: Birey olun! Aslında birey olmak çok önemlidir; ama neoliberal sistem; birey olma adına o kuşakları, kendisinin istediği insan tipi olması için eğitti. Yarışmacı, kendiyle uğraşan, sosyalliği farklı farklı algılayan, bilgisayar başında bir nesil… Teknolojiye bu kadar hakim olmaları önemli bir imkan tabii. Gezi Direnişi’nin bu medyaya karşı en büyük başarısı da, o neslin, becerileriyle sosyal medyayı hepimize öğretmeleri oldu. Öyle yaratıcı bir nesil ki; mizahı tekrar bir direnme aracı haline getirdiler. Evet sokaktaydılar… O gençlerden ’’Oy ve Ötesi’’ çıktı mesela. Hiçbirinin bu mücadeleyi unuttuğunu zannetmiyorum. Bütün toplumla birlikte onlar da çok zor durumdalar. Bu toplumdaki en zor durumdaki kesim yeni nesil. Çünkü arkadaşlarımızın gelecek umutları ellerinden alınıyor. Bu korkuyla yaşıyorlar. İş bulamıyorlar. Gençlikten hiçbir şekilde ümidim kesilmedi. Bizden daha yetenekli, daha çözümleyici, üstelik bu zamanın teknolojisini de çok iyi kullanan, bizim kadar şartlanmış olmayan bir nesil… Şu anda kendilerini korumaya çalışıyorlar. Hayatı anlamaya çalışıyorlar. Ve bunları yaparken de gerçekten eğlenmek istiyorlar. Bizim yapamadığımızı onlar yapıyor. Biz “Dans edilmeyen devrim ne işimize yarar’’ dedik ama hep acılarla yoğrulan bir kuşak olduk.

» Milyonların sokağa indiği Haziran Direnişi’nin fitilini ateşleyen Taksim Yayalaştırma Projesi, Taksim kayalaştırma(!) projesine mi döndü, nedir son durum? Meydan komple beton… Ruhsuz ve soğuk… Böyle mi kalacak?

Taksim yayalaştırma projesi aslında kendi başına, Taksim’i kayalaştırma projesinin kendisiydi doğrusu. Bu proje bir yayalaştırma projesi değildi öncelikle. Dünyadaki yayalaştırma projelerinin hiç birine benzemeyen, son derece yanlış, hukuksuz ve akılsız bir projeydi. Ne kadar akılsız olduğu da Cumhuriyet Caddesi ortadan kaldırılarak yapılan o alt geçitlerde ve yukardaki o dönüş gruplarında ortaya çıktı. Son duruma baktığımızda evet meydan komple beton. Gerçekten son derece başarısız bir hale getirdiler meydanı. Herhalde hep böyle kalmayacak. Gün gelecek biz orada 1 Mayıs’ımızla, toplantılarımızla o meydanı şenlendireceğiz. İktidar her yeri, elini attığı her şeyi ruhsuzlaştırıp, soğuklaştırıyor. Ruhu olan bir alan için orayı sevmek, oraya değer vermek lazım. Orayı tasarlarken Taksim Meydanı’nın hissettirdiği demokrasiyi, toplumu, cumhuriyeti düşünmek lazım. Bu iktidarın öyle bir değeri yok ki; o meydanı alsın o değerlere uygun bir şekilde düzenlesin. Gerçekten böyle kalmayacak, kalamaz.

Gezi, Park olarak kalacak

» Gezi Parkı Davası ne aşamada?

Hukuk, emirle çalışıyor. Olayın başından beri böyle. Bakın bir park var orada, park için yapılmış planlar var. Birileri oturmuş, oraya bir Topçu Kışlası tasarlamış ki; bizim koruma hukukumuza göre yapılamayacak bir avam proje bu. Kurul bu avam projeyi reddetti. O zamanın başbakanı Recep Tayyip Erdoğan bu reddi reddediyorum dedi. Gitti bu işin uzmanı olmayan profesörlerden, korumacı üst kuruldan onay çıkarttı. Bu davalar hala sürüyor. Danıştay’dan bir takım olumsuz kararlar alındı. Bütün bu kararlara itirazımızı yaptık. Ama Gezi Parkı’nın park olarak kalmasını öngören plan hâlâ yürürlükte. Plan davaları da sürüyor. Fakat ortada hukuk da yargı da kalmadı. Başından beri alınan hukuk ve kurul kararlarını görmeyen Danıştay kararları gelmeye başladı. Artık davanın sonucunu çok da fazla bilemiyorsunuz. Tabi ki bu burada bitmez. Davalar gidebildiği yere kadar gidecek. Burada uluslararası hukuka da aykırılıklar var. Davalar devam ediyor. Henüz bitmiş bir şey yok. Plan davası da ortada… Yeni bir plan hazırlanıyordu Beyoğlu için… Gezi Parkı için tekrar dava açılacak. Proje için alınmış Danıştay kararlarının şu an için çok fazla önemi olmadığını düşünüyorum. Hâlâ Gezi Parkı, “parktır’’ planlarda. Ayrıca planlarda ne olursa olsun ; Gezi Parkı parktır ve park olarak kalacak. Her şeye rağmen, tüm olumsuzluklara rağmen hepimiz bir aradayız ve buradayız!

Ece Zeraycan / BirGün

EN SON EKLENENLER