Demokratik Anayasa’da adalet olur, özgürlük olur, eşitlik olur!

“Bir halkın iniltileri arasında keyif sürmek, krallık değil, zindan bekçi­liğidir.” Thomas MOORE

Mustafa Kemal ve arkadaşlarının 1921 yılında yaptıkları toplamda 23 maddeden oluşan ilk Anayasasının resmî adı “Anayasa” değil, “Teşkilât-ı Esasiye Kanun”uydu. Özüne bakıldığında bu Anayasa, 24, 61 ve 82 Anayasalarından daha çoğulcuydu.  Bu Teşkilât-ı Esasiye Kanunu (Anayasa) 3 yıl yürürlükte kaldıktan sonra Türkiye Cumhuriyetinin 2. Anayasası olarak bilinen “24 Anayasası”; 20 Nisan 1924’te yürürlüğe girdi. 24 Anayasası Cumhuriyetin kurucu kadroları tarafından sadece “Türklerin ve Müslüman Hanefilerin” Anayasası olarak öngörülmüştü. Yani tekçilik, inkârcılık ve asimilasyonculuk bu Anayasanın özünü oluşturuyordu. Bir diğer önemli husus ise birazdan vereceğimiz gibi Türkiye’de yapılan bütün Anayasalar, hep askeri darbeler sonucunda kaleme alınmıştır. Kemalist kadronun oluşturduğu 24 Anayasası da, 1960 askeri darbesiyle yine Kemalist askerler tarafından rafa kaldırıldı. Nitekim bir Osmanlı oyunu olan “darbeyle gelen darbeyle gider!” mantığı Anayasalar için de işliyordu.

Aynen 24 Anayasası’nda olduğu gibi 61 Anayasası da, ülkemiz insanlarının bir kısmını mutlu edemedi, zaten edemezdi de çünkü bir darbe Anayasasıydı. Darbeciler bu ülkenin Başbakanını ve üç Bakanını idam etti. Ülkemiz on yıl sonra, 1971 yılında bir cuntayla (muhtıra) daha karşı karşıya kaldı. Bu kez faşist cuntacılar üç devrimci genci idam etti. Türkiye 61 Anayasasıyla 1980’ne geldi. Kenan Evren liderliğindeki “Atatürkçü” Genelkurmay üyeleri 12 Eylül 1980 yılında darbeyle ülke yönetimine el koydular. Bu darbe döneminde de yüzlerce, binlerce insana işkence edildi, 40’ın üzerinde genç insan idam edildi. 12 Eylül 1980 askeri faşist darbesinin ardından hazırlanan Anayasa, 18 Ekim’de mecliste kabul edildi, 7 Kasım’da halk oylamasına sunuldu. Oylamaya yüzde 91.03 katılım sağlandı. Darbeci askerlerin 1982 Anayasası % 8.63 hayır oyuna karşılık  % 91, 37 evet oyu aldı ve 9 Kasım 1982’de yürürlüğe girdi. Dikkat edilecek olursa, askerler yaptıkları Anayasalarını hep halka götürüp onaylatmışlardır. 82 Anayasası da toplumun sorunlarını çözmede yeterli görülmedi ki, yaklaşık 20 kez değişiklik yapıldı. Öyle ki;  faşist cuntacıların 82 Anayasası, deyim yerindeyse tam bir yamalı bohçaya döndü.

1924’te kurumsallaştırılan tekçi, inkârcı, asimilasyoncu anlayışı koruyarak bugün ve yarın devlet tüm yurttaşlarını mutlu edebilir mi? Evet edemez! Kişinin özgürlüğünü kısıtlayan bu demokrasi, özgürlük ve eşitlik karşıtı mevcut darbe Anayasanın top yekûn değiştirilmesi kaçınılmazdır. Unutmayınız ki demokrasiyi reddeden bir siyasal sistemi ve onun yasalarını, kanunlarını devam ettirerek laik demokratik, özgürlükçü, eşitlikçi Türkiye kurulamaz! Bu kez de AKP hükümeti ve MHP ortaklığıyla, Partili Cumhurbaşkanlığını getiren Anayasa değişikliği 10 Aralık 2016 tarihinde meclise sunuldu. Partili Cumhurbaşkanlığını getiren bu anayasa değişim teklifi demokrasiyi ve demokratik bir yönetim biçimini öngörüyor mu? Bence öngörmüyor. Peki neden? Anayasalar birer toplumsal uzlaşma belgesidir. Bir partinin, iki partinin anayasası olmaz. Anayasa bir partinin, iki partinin olursa, anayasayı eline alan her yurttaş, ‘bu benim anayasamdır’ demez, bu Anayasa a-partisinin b-partisinin Anayasası der! Aksine, toplumsal uzlaşma ile yapılan Anayasa ülke barışına ve demokrasinin gelişmesine katkı sunar.

Demokratik bir sistemle birlikte demokrasi, temel hak ve özgürlüklerin hiçbir ayrımcılık yapılmaksızın hukuk devleti garantileri ile korunduğu çoğulcu bir rejimdir. Bir ülkede demokrasiden bahsedebilmek için yalnız “serbest seçimler” yapılması yeterli değildir. Demokrasinin diğer kuralları olmazsa, tek başına serbest seçimler yapılan bir ülkeden demokrasi diye bahsedilemez. Mesela siyasi partilerin demokratikleşmesini kısıtlayan siyasi partiler yasası değiştirilmeden, %10 seçim barajı düşürülüp, makul (%3-%5) bir seviyeye getirilmeden tam demokrasiden söz edebilir miyiz? Dolayısıyla fren ve denge mekanizmalarının çalışmadığı, hukuk devleti anlayışının bulunmadığı, yerel yönetimlerin belli haklara sahip olmadığı, bütün gücün merkezde toplandığı bir ülkede Başkanlık (Cumhurbaşkanlık) sistemi “demokratikleşmeyi” sağlamaz, tersine güç yoğunlaşması ile bütün güçlerin tek bir kişinin elinde toplandığı bir baskı rejimine dönüşebilir. Ancak ve ancak Anayasa da yürütme-yasama-yargı arasındaki denge ve denetleme mekanizmaları güçlü olursa tek adam ve baskı rejiminin önüne geçilebilinir.

Açıkçası bir rejim demokratik ve laik değilse,  ister parlamenter sistemle yöneltilsin, isterse başkanlık sistemiyle yönetilsin değişen bir şey olmayacaktır. Esas mesele şudur: mevcut rejim çoğulcu, eşitlikçi bir yapıya kavuşturulup demokratikleştirilecek midir, yoksa mevcut tekçi ve inkârcı yapıyla yoluna devam edecek midir?

İletişim: Mehmet_k.34@hotmail.com

EN SON EKLENENLER