Durmuş’un ablası: Biz yaşadık şimdi torunlarımız yaşıyor

Diyarbakır Cezaevi işkencelerine ölüm orucuyla cevap olan Hayri Durmuş’un ablası Zekiye Ayık, “O zaman darbe vardı, şimdi OHAL. Çok bir şey değişmemiş aslında. Biz yaşadık şimdi torunlarımız da yaşıyor” dedi.

12 Eylül 1980 Askeri Darbe’ye karşı Diyarbakır Cezaevi’nde, 1982 yılında 21 Mart gecesi Mazlum Doğan’la başlayan, 18 Mayıs’ta Ferhat Kurtay, Eşref Anyık, Mahmut Zengin ve Necmi Öner’le devam eden eylemler, 14 Temmuz’da Hayri Durmuş, Kemal Pir, Akif Yılmaz ve Ali Çiçek ile zirve yaptı. Hayri Durmuş, Kemal Pir, Akif Yılmaz ve Ali Çiçek cezaevinde yaşanan işkencelere “Dur” demek için yargılandıkları davanın duruşmasında ölüm orucuna girdiklerini duyurdu. 14 Temmuz 1982’de bedenlerini açlığa yatıranlardan Mehmet Hayri Durmuş’un ablası Zekiye Ayık Durmuş, kardeşini ve o günleri anlattı.

‘DOKTOR OLUP ANNELERE XALTÎ DİYECEĞİM’

Durmuş’un ailenin 3’üncü çocuğu olduğunu ve çocukluğunun bir kısmının Elazığ Karakoçan’da geçirdiğini belirten Ayık, Durmuş’un çocukluğunda koyun kuzu otlattığını söyledi. Daha sonra Bingöl’e taşınmaları ile birlikte Durmuş’un ilkokul ve liseyi Bingöl’de okuduğunu ve çok başarılı bir öğrenci olduğunu aktararak, “Liseye giderken de ekonomik anlamda babama yardım ediyordu. Eczanelerde çalışıyordu. Öğrencilere derslerinde yardım ediyordu. Hayri’nin dersleri çok iyiydi. Matematiği çok iyiydi. Hep 10 alırdı. Bazen öğretmeni diyordu keşke 12 olsa da sana 12 versem” dedi. Durmuş’un Ankara Hacettepe Üniversitesini birincilikle kazandığını kaydeden Ayık, “Daha lisede iken sürekli ya İstanbul Cerahpaşa ya da Ankara Hacettepe Tıp’ı okuyacağını söylüyordu. Tek tercihi doktor olmak ve insanlara özellikle de annelere yardım etmek istiyordu. ‘Annem Türkçe bilmediği için bütün annelere xaltî (teyze) diyeceğim yani Kürtçe hitap edeceğim’ diyordu. Annem de çok mutlu olacağını söylüyordu. Annemin romatizmaları vardı. Annemi hastaneye çok götürüyorduk. Belki annemden kaynaklı tercihi doktor olmaktı. 3’üncü sınıfa kadar geldiğini biliyoruz. 3’üncü sınıfa kadar okuduğunu biliyorduk sonrasında okulda ya da başka bir yerde olup olmadığını bilmiyorduk. Arada eve geliyordu” diye konuştu. Ayık, Durmuş’un çocukken de sakin bir çocuk olduğunu sözlerine ekledi.

‘ONLAR ÇOK ŞEYİN FARKINDAYDILAR’

Durmuş’un okulu bıraktıktan sonra hiç üzgün olmadığını ifade eden Ayık, “Onlar çok şeyin farkındaydı ama biz farkında değilmişiz. Meğer bizi çok şey bekliyormuş. O zaman bile bize derdi ki ‘biz anadilimizi konuşmuyoruz. Biz anadilimiz ile okula gitmiyoruz. Biz bunu fark ediyoruz. Fark ettik’ diyordu. Biz o zaman çok şeyin farkında değildik onlar çok şeyin farkındaydılar” diye belirti.

Her Temmuz ayının kendilerine 14 Temmuz 1982’yi hatırlattığını dile getiren Ayık, o dönemin çok zor dönemler olduğunu ve aynı acıyı sürekli yaşadıklarını kaydetti.

Durmuş’un Mart ayında dava duruşmasından önce kendilerinden takım elbise istediğini dile getiren Ayık, konuşmasını şöyle sürdürdü: “Mart ayında mahkemem var takım elbise diktirin demişti. Bingöl’de Hayri’nin Halil adında bir terzisi vardı. Bedenini bilip bilmediğini sordum. Ölçülerinin terzinin yanında olduğunu söyledi. Takım elbise, mekap, bir sürü şey götürdüm. Onları izah etmeden görüş bitti. Ne verildi ne verilmedi bilmiyoruz.”

ANNE OĞLU İŞKENCE GÖRMESİN DİYE GÖRÜŞE GİTMİYORDU

Cezaevinde bir vahşetin yaşandığını bildiklerini söyleyen Ayık, “Az da olsa görüşten görüşe ya da ailelerden bilgi alabiliyorduk. Biz her hafta görüşe gidiyorduk ama her hafta görüşemiyorduk. Ayda bir denk gelirse görüşebiliyorduk” diyerek, en son 1982 Haziran ayında zor koşullar altında Durmuş ile görüştüğünü kaydetti. Bu görüşmelerinde Durmuş’un annesini sorduğunu ve kendisinin de “Her geldiğinde görüşe çıkmadığı ya da çıkamadığından kaynaklı getirmedik” dediğini anlatarak, “Annem Türkçe bilmediği için ve Kürtçe de konuşacağı için gelmiyordu. Hakaret ederler, işkence ederler diye gelmiyordu” dedi. Durmuş’un ölüm orucuna girdiğini öğrendiklerinde üzüldüklerini ifade eden Ayık, “Cezaevinde bir vahşet yaşanıyordu ve biz onun için üzülüyorduk. Avukatları ‘kendileri istemiş ve kendileri karar almış. Vahşeti durdurmak için ve dünya kamuoyuna duyurmak için ölüm orucuna girmişler’ dedi” şeklinde konuştu. Ölüm orucu boyunca cezaevi önüne gittiklerini belirten Ayık, cezaevi yetkililerine sürekli ölüm orucundakilerin durumunu sorduklarını ve yetkililerin de kendilerine “Ne istiyorsunuz, niye soru soruyorsunuz. Hayri duyarsa senin bu şekilde sorduğunu kabul etmez” dediklerini aktardı.

14 EYLÜL’DE CENAZEYİ ALDIK 15’İNDE DEFNETTİK’

13 Eylül günü Durmuş’un yaşamını yitirdiğini dile getiren Ayık, 14’ünde cenazeyi aldıklarını 15’inde de defnettiklerini ve kimseye zarar gelmemesi için o günün koşullarında dostlarının çok olmasına rağmen kimsenin merasime gelmesine izin vermediklerini söyledi. Ayık, Durmuş yaşamını yitirdikten sonra kıyafetlerini aldıklarını söyledi. 82 dönemi ile şimdi arasında çok bir fark olmadığını aktaran Ayık, “O zaman darbe vardı, şimdi OHAL. Çok bir şey değişmemiş aslında. Biz yaşadık şimdi torunlarımız da yaşıyor. Bu bizi hem kaygılandırıyor hem de üzüyor” dedi. Ayık son olarak “14 Temmuz şehitleri şahsında bütün şehitleri anıyorum” diye konuştu.

Sadiye Eser / Muhammed Doğru – dihaber

EN SON EKLENENLER