Duwanzdekan: Öyle kolay mı burayı bırakmak

Êzidî halkını katliamdan kurtaran 12 kişilik gruptan Serxwebûn Azadî, o günleri anlattı: “Heval Cemal, ‘Dewrêş’e Evdî’nin duwanzdekanları gibisiniz, gidiyorsunuz bunun dönüşü yok’ dedi. Gizli yollardan saatlerce yol yürüdük ve Şengal Dağı’na ulaştık. Böylece daha büyük bir katliamın önü alındı. Öyle kolay mı burayı bırakmak” dedi.

3 Ağustos 2014 tarihinde DAİŞ, Êzidîlerin kadim yurdu Şengal’e saldırarak büyük bir soykırım gerçekleştirdi. DAİŞ, onbinlerce Êzidî kadın ve çocuğu esir alırken, binlercesini de toplu olarak katletti. Êzidî halkına dönük gerçekleştirilen bu katliam tarihe “73’üncü Ferman” olarak geçti. Katliamın üzerinden 3 yıl geçmesine rağmen hala yüzbinlerce Êzidî kutsal yurtları Şengal’den çok uzakta.

Katliamdan bir süre önce tehlikenin farkına varan PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın uyarıları üzerine PKK, Federal Kürdistan Bölge Yönetimi ile irtibata geçerek, Şengal’e bir grup HPG’li gönderme talebinde bulundu. Ancak olumsuz yanıt aldı. Tehlikenin boyutunun farkında olan PKK, halkı savunmak için 12 kişiden oluşan bir grubu gizli yollarla Şengal’e gönderdi. Bu gruptan 3 kişi KDP tarafından gözaltına alınarak tutuklanırken, 9 kişi sağ salim Şengal Dağı’na ulaşmayı başardı.

O küçük grup, katliam günü büyük bir mücadele ile Êzidî halkına yönelik daha büyük bir katliamı önledi. Daha sonra gönderilen HPG’liler ve Rojava’dan yardıma yetişen YPG’lilerin çatışa çatışa açtıkları “İnsani koridor” sayesinde yüzbinlerce Êzidî güvenli bir şekilde tahliye edildi.

“73’üncü Ferman” Şengal ve Êzidî tarihinde böylelikle yepyeni bir sayfa açtı. Bu 12 kişilik grubun içerisinde yer alan savaşçı Serxwebûn Azadî, ferman gününü, Êzidîlerin kurtarılması, o dönemin siyasi konjonktürü ile fermandan sonrası Êzidî toplumunun yaşadığı değişimi dihaber’e anlattı.

* 73’üncü Ferman’a yani büyük katliama ne tür gelişmeler zemin hazırladı?

2007’de Siba, Til Ezêr ve Xidir’da Amerika’nın da parmağının içinde olduğu, İsrail’in, KDP’nin, Türkiye’nin gerçekleştirdiği ortak bir katliam vardı. 100’e yakın insan orada katledildi… Yine 10-12 yaşlarında çok sayıda Êzidî çocuğu götürerek eğitimden geçirdiler. Hatta Şengal’e saldıran DAİŞ’liler arasında bu çocuklar da vardı… Buna dair bir örnek anlatayım. Şengal saldırısıyla bir anne esir düşüyor. Bu ananın 10 yaşındaki çocuğu 2007’deki katliam sonrası götürülüyor. 2014 yılındaki katliamda yer alıyor. Esirlerin tutulduğu yerde bu çocuk annesinin etrafında gidip geliyor. Tabi büyümüş 17 yaşına gelmiş, annesi onu tanımıyor. Anne etrafında sürekli dönen DAİŞ’liye ‘Sen neden bu kadar gidip geliyorsun’ diye soruyor. DAİŞ’li ‘sen beni tanımadın mı? Siba, Til Ezir, Xidir patlamasında 2007 Temmuz ayından götürdükleri çocuğunum’ diyor. Yani uzun süreli bir plan vardı. Ve bu plan çerçevesinde Irak ve Güney Kürdistan Hükümeti’nin anlaşma sonucu Şengal’den çekilmesiyle birlikte kent DAİŞ’in eline geçti.

* Katliamda bazı devletlerin parmağı olduğunu söylediniz, biraz açabilir misiniz?

Bu zengin topraklarda bütün halklar ve inançlar geçmişten beri hep bir arada yaşadılar. İşte bu zengin coğrafyayı kontrol edebilmek bozgunculuk çıkardılar. Halklar ve inançlar arasında düşmanlık tohumları ektiler. Böylelikle Ortadoğu’yu yeniden dizayn etmeye çalışıyorlar. Bunu gerçekleştirmek için 2007’deki katliamı gerçekleştirdiler. Daha sonrasında da birçok gelişme yaşandı. Ta ki 2014’e gelene kadar. 1 Haziran 2014’te Ürdün’ün başkenti Amman’da ABD, İsrail, Suudi Arabistan, Ürdün ve Türkiye’nin bilgisiyle Ortadoğu’nun yeniden dizaynı için bir plan yapıldı. KDP ve Baasçılar da katıldı. 7 Haziran 2014’te bu kez Hewlêr’de toplandılar. 9 Haziran’da ise Irak askerleri çekildi ve Musul’u DAİŞ’e teslim ettiler. Çok planlı bir şekilde bunu gerçekleştirdiler. Daha sonra Musul’un etrafındaki diğer kentlere yöneldiler, Tel Afer’i teslim ettiler ta ki Şengal’e kadar.

* Şengal’e müdahale etme kararınız nasıl şekillendi?

Önderliğin (Abdullah Öcalan) talimatı doğrultusunda Şengal’e gelme kararı aldık. Daha önce Önderlik 2005-2006 yılında Êzidîlerin Kürtlerin kökü, aslı hatta ecdadı olduğunu söylemişti. Önderlik, Êzidîlerin daha çok Kürtlerin alt yapısını oluşturduğunu ve bu altyapının korunması gerektiği yönünde uyarı da yapmıştı. Arkadaşlar da toplantı yaptılar, başka bir alandaydım, ‘acil gel’ dediler. Biz gittik, arkadaşlar bizimle konuştular, dediler ki ‘Sen de içindesin. Şengal’e bazılarınızı müdahale için göndereceğiz, hazır mısınız?’ Biz o dönemde tam 12 kişiydik. Tarihte 12 havariler var, 12 imam var, Gir Zerik’in 12’si var, ama bizler de çağdaş 12’ler idik. Biz de günlerce yol yürüdük. Evet sınırlar vardı ama bizim için hiçbir sınırın önemi yoktu. Bu sınırları çizenler devletlerdir ve biz de bu devletleri tanımadığımız gibi sınırlarını da tanımıyoruz. Sınırları aşa aşa yol aldık.

* Grup nasıl oluşturuldu, güzergahınız neydi, neye göre yol alıyordunuz ve nerelerden geçtiniz?

Heval Bahoz Erdal ve Heval Cemal (Murat Karayılan) bizlerle toplantı aldı. Heval Cemal grubu sayınca 12 kişi olduğumuzu gördü. ‘Dewrêş’e Evdî’nin duwanzdekanları (12’leri) gibisiniz, kahvenizi içiyorsunuz gidiyorsunuz bunun dönüşü yok’ dedi. Zaten dönüşü olmayacak, gideceğiz o halkı koruyacağız, askeri gücünü yapacağız, savunma gücünü oluşturacağız, kendi kurumlarını oluşturacağız ki kendi kendini yönetsin. Fermanın önünü de alacağız, hepimiz sözümüzü verdik, ‘Hazırız’ dedik. Devrimcilikte arkasına bakmak yoktur. Gemi yakılmıştır bunun dönüşü yoktur.

Konuşmaların ardından yola çıktık. Haziran ayıydı. Başur’e Kürdistan sınır hattından geldik, geçiş yerlerimizde yer yer DAİŞ, yer yer KDP pêşmergeleri yer yer de YNK pêşmergelerinin bulunduğu noktaların 50 metre ya da 100 metre yakınından gizlice geçtik.

Sınır hattından 8 saat yol yürüdük. Dağ tarafında da 10 saat boyunca yol aldık. Haziran ayı olmasına rağmen yağmur da yağıyordu. O kırmızı toprak nedeniyle ayağımızdaki çamur kilolarca ağırlık yapıyordu. Her birimizin çantasında 30 kilodan fazla yük vardı. Üzerimizde de sivil elbiseler vardı. Tabi ilk defa sivil elbise giymişiz. Hatta Dilşêr diye bir arkadaşımız vardı çok uzundu. Ona uygun sivil kıyafet bulamadık. Giydiği pantolon dizlerine kadar geliyordu. Bazı arkadaşlar da zayıf olduğu için üzerlerinde elbise durmuyordu. Çok komik bir durumdaydık ve bu durumumuza zaman zaman gülüyorduk.

* Şengal’e ilk gelişte neler yaptınız? Olası bir saldırıya karşı ne tür hazırlıklar yaptınız?

İlk geldiğimiz zaman Irak güçlerinin bir grubu ile konuştuk, ‘Burayı bırakmayacaksınız değil mi?’ diye sorduk. ‘Yok bırakmayız’ dediler. Bir de YNK güçlerinden Şêx Davut’a, ‘Burayı bırakacak mısın?’ diye sorduk. O da ‘Bırakmam’ dedi. Görüştüğümüz bir diğer kişi de Qasim Simêl idi, o da yaşıyor hala. Şu anda KDP’lidir. O da diğerleri gibi boşaltmayacağını söyledi. Ancak ilk kurşun sesi ile yalnız bırakıldığımızı gördük.

Tabi fermandan önce gizli gizli bir bölük topladık, sonra bir tabur oluşturduk. 70 kişi kadardı ve bunları eğittik. Fermanın birinci günü saat 10.45 idi. 15 dakikada mevzimizi (Şengal Dağı) yaptık ve savaşa girdik. 4 saat boyunca aralıksız çatıştık. Kaleşnikof vardı, bir BKC, bir bisfing bir de G-3 ve kaleşnikoftan bozma kanas tarzı bir silah yapmıştık. 150 BKC fişeği vardı, 7 bisfing fişeği, diğerleri de kleş fişeği idi. Savaştık. Ama öldürüyoruz öldürüyoruz bitmiyorlar. Gerçekten de sayıları çok fazlaydı ve kesintisiz ilerliyorlardı. Başta 6 kişi öldürdük, sonra yine 6 kişi, yine 6 derken kurşunlarımızın tükenmek üzere olduğunu fark ettik. O çatışmada hiçbir arkadaşımız şehit düşmedi, ben ve bir arkadaş yaralandık. Mecbur kaldık ve geri çekildik biraz.

* 12 kişi Şengal Dağı’nı nasıl tuttunuz? Nasıl bir strateji belirlediniz?

Biz 3 arkadaş koridor hattında kaldık. Zaten iki arkadaş da daha önce Xanesor’da yakalanmıştı. 7 arkadaş dağda bekliyordu. Hêrîko köyünden tut Geliyê Kersê, Cevriye, Barê, Şilo, Qizilkent, Qendîl, Gabar, Derasê, Çilmêra, Mêrka Çiya, Yusufa, Şerefettin’e kadar ki mıntıkada dağa giriş noktalarını arkadaşlarımız tutmuştu.

Her bir arkadaş bir yerde idi ve halkı da yanına alarak bir toparlama içine girdi. Tabi DAİŞ geldikçe vuruyorlardı. Êzidî halkı da böylece cesaretlendi ve onlar da vurmaya başladı. DAİŞ dağın başına yetişemedi bu yüzden. 5 Ağustos günü arkadaşlar ‘durum nasıl?’ diye sordu. Bizler de ‘durum ciddi, arkadaşların gelmesi gerekir’ dedik. HPG basın merkezi açıklama yaptı ve “Şengal’e müdahale edeceğiz ve bir daha da çıkmayacağız” dedi.

Daha sonra sırası ile bir, iki ve üçüncü taburlar yetişti, YPG ve YPJ de yetişmişti onları geceden dağa geçirmiştik. 6 Ağustos’ta eyleme başladık ve adım adım DAİŞ’in ablukasını kırdık. Bir zincirin halkaları gibi bazı yerlerde biz ile DAİŞ arasında 100 metre, bazı yerlerde 200, bazı yerlerde de 500 metre mesafe vardı. Gündüz halkı koridordan geçiriyorduk, gece ise DAİŞ ile savaşıyorduk. Kürek, kazma ve ellerimizle mevziler yapıyorduk, her 100 metreye 10 arkadaş konumlandırdık, buralarda durarak halkı geçiriyorduk. Bir keresinde 4’ü erkek 2’si kadın arkadaşı bir yere konumlamıştık, yarım saat geç kaldık hepsi sıcaktan bayılmış, araba ile bir yere götürdük ve üzerlerine su boşalttık az daha şehit düşüyordu arkadaşlarımız.

* Halkın psikolojisi nasıldı, onlara nasıl yardım ettiniz, suyu yemeği nasıl temin ettiniz?

DAİŞ insanların kafasını keserek internette yayınlıyordu. Böylece insanlarda ciddi bir korku oluştu. Artık, inancı kırılıyor toplumun, dizlerinin bağı çözülüyor. Bazı insanlar yürümekte zorlanıyorlardı korkudan. Öyle bir hal olmuştu. Fakat en acı veren boyutu ayakları çıplak çocuk ve yaşlıların saatlerce yol yürümeleriydi. Bizler bitap düşenleri gücümüz yettiğince sırtımızda taşıyorduk su veriyorduk. O kadar çok susamışlardı ki sırtımızda taşıdığımız pet şişelerdeki suyu bir anda vermeye korkuyorduk. Bu nedenle pet şişenin kapağından dudaklarını ıslata ıslata su veriyorduk. Kimi çocuklar şehit düşmüş, kimi son anlarını yaşıyor. Anne ve evlatları halsiz bir vaziyette yere kapaklanmış. Bunları gördükçe yaşayıp yaşamadıklarını kontrol ediyorduk ve yaşam belirtisini gördüğümüz anda dudaklarını ıslatarak yardım etmeye çalışıyorduk. Tabi bu çaba çoğunun yaşama tutunmasına neden oldu. Kendisini kayalıklardan atan kadınlar vardı. DAİŞ’in eline düşmemek için şehit oldular, kimi kadınlar da aklını yitirdi.

Yerde yatan çocuklar vardı örneğin. Yaşadıklarını gördüğümüz anda yüzlerindeki tozu yıkıyor su veriyor ambulansla açılan koridordan Rojava’ya gönderiyorduk. Bazı çocuklar ise bütün müdahalelerimize rağmen ölüyordu. Yüreğimiz yanıyordu. İnsan o an kendi acılarını unutuyor. Bu insanları nasıl kurtaracağım, nasıl yaşatacağım diye düşünüyorsun. İnsan o anda gözyaşlarını tutmak istiyor ama yapamıyor. O fermanda ölen insanlar mezarsız kaldılar. Toprağı kazacak bir kürek dahi yoktu. Bazı yerlerde cenazelerin üzerini taşla kapattık. Kimi zaman hayvanlar toprağı ve o taşları eşeleyerek cenazeleri çıkarırdı ve biz tekrar üstünü kapatırdık. Çok ağır bir durumdu.

Çöldü bir ağaç dahi yoktu. Gündüz aşırı sıcaktı. Koridordan halkı geçirmemiz 11 gün sürdü. Su yetmiyordu, yemek yetmiyordu. Cizirê Kantonundan (Rojava) un istedik, dağda sebze meyve vardı ama su yoktu ekmek yoktu, koridor açıldığı anda kamyonlarla un getirildi, halka dağıtıldı… Bu insanların arasında Şiiler de vardı, Hristiyanlar önceden terk etmişlerdi Şengal’i. Aralarında çok az Sünni insan da vardı. DAİŞ barbardı, Sünni mi Şii mi, Êzidî mi bakmaz. Kim olursa olsun katliamdan geçiriyor, çocuklarını, kızlarını, kadınlarını götürüyor. Çete ne yapar? Gasp eder, talan eder. Onun dışında bir şey yapmaz.

* Böylesi yoğun bir saldırıda diğer güçler hiçbir şey yapmadı mı?

Pêşmergeler, DAİŞ’e teslim ettikleri tank ve topları zaten teslim etmişlerdi; kalanları ile de savaşmıyorlardı. ‘Neden savaşmıyorsunuz?’ diye sorduk. ‘Kürdistan bölgesel hükümeti bir kurşun dahi sıkmayacaksınız kararını vermiş. O yüzden emir var biz savaşamayız’ cevabını verdiler. Kendilerine geri çekilmeleri yönünde emir aldıklarını söyledi. Neden, biliyor musun? çünkü 1 Haziran 2014 tarihinde karar aldıkları zaman, Irak’ı üç parçaya bölmüşlerdi zaten. Şii, Kürt ve Sünni devleti olacaktı. KDP ne kadar ağır silah varsa DAİŞ’e teslim etti. Zaten fermandan önce Êzidî halkının ne kadar silahı varsa hafif ağır hepsini toplamış, toplumu savunmasız bırakmıştı. Bazıları silahlarını vermeyip bir yerlerde saklamıştı. Bunlar vermemişti. Neden çünkü aldıkları karar ile bir tek Êzidî’nin kalmamasını amaçlıyorlardı. Yok etmenin hesabını yapmışlardı. Fakat bu hesabı PKK boşa çıkardı. Bunların Ortadoğu’daki tüm planlarını boşa çıkardı PKK. Bu da Önder Apo’nun felsefesi ve talimatı ile olmuştur.

* Halk sizi nasıl karşıladı, neler gözlemlediniz?

Bir anne vardı mesela başta bizi tanımıyordu. Düşman ne söylemiş ise bizi nasıl karalamış ise öyle tanıyordu. Tabi kadın arkadaşları da görünce durumun farklı olduğunu anladı. Gözleri parladı, yüzü güldü. ‘Biz hevaliz, PKK’liyiz’ dedik. Ondan sonra bize sarıldı. DAİŞ çocuklarını öldürmüştü, sonuna kadar da bir yere gitmedi, dağda kaldı. ‘Ben bir yere gitmeyeceğim’ dedi ve orada kaldı. Digurê köyünden de bir olayı anlatayım. Fermanda 70 kişiyi 3 DAİŞ’li toplamış katletmek için. İçlerinden bir anne de tabancasını göğsüne saklamış, eşi de orada. DAİŞ’in elinde ise kaleşnikof var. O anne tabancasını çıkarıp ikisini orada öldürüyor, kaçan diğer DAİŞ’li ardından dönerek o anneyi öldürüyor ve o anne orada şehit düşüyor. Yani o 70 kişiyi elini atsa o üç DAİŞ’liyi boğacak orada, ama korku oluşmuş, inanç kırılmış bu yüzden bir şey yapamıyor. Toplumun refleksleri kalmamış.

* Fermandan sonra devletlerin ve diğer güçlerin durumuna ilişkin neler söyleyebilirsiniz? Şengal üzerindeki politikalarında bir değişiklik var mı?

Koridor açıldıktan 10 gün sonra tüm devletler geldi. Amerika bile geldi. Dikkat çekicidir; Amerika geldiğinde helikopter ile yanında 30 pêşmerge getirdi. Amude (Şengal’in tepesi) getirdi, arkadaşlar cihazdan bu durumu bildirdi. ‘Tamam indirin bir gün dolaşsınlar sonra Amerika ile birlikte gitsinler’ dedim. Halk onlara da saldırdı, tüm rütbelerini söktü, üstlerini başlarını yırttı. Halkı HPG’li, YPG’li ve YBŞ’li arkadaşlar engelledi. Daha sonra onlar da Amud de kaldılar. Birlik ve ulusal kongre esasları üzerinden bunu kabul ettik. Biz o koridoru açtık, bir günde PKK’nin koridoru açarak bu insanları kurtarmasına şaşırdılar. Çünkü herkes PKK’lilerin yenileceğini düşünüyordu; ama bir tek kişi kalsa dahi düşmanını alt etmek için mücadele eder, ki alt etti de. Erdoğan ‘Kobanê düştü düşecek’ diyordu ya, bazıları da ‘Şengal ha gitti ha gidecek’ diyordu. Hepsi de Şengal’in DAİŞ’in eline düşmesini ve daha sonra nasıl sattılar ise tekrar geri alacaklarını umuyordu. Bunun beklentisi içerisindeydiler.

* Ferman 4’üncü yılında girdi. Bu zaman zarfı içinde Êzidî toplumunda neler değişti, bunları aktarabilir misiniz?

Ferman zamanında insanlar bizi tanımıyorlardı, kızlar örneğin sokaklarda gezemiyorlardı, sokaklar erkeklerindi. Doğrudur, gerillanın yaşam esası vicdani-ahlaki ve doğacılık üzerinedir. Yazılı değildir ama temelini öyle görüyor. Canlı bir tarihselliktir, şehitlerin kanı ile de bu yaşam her zaman akar. Bugün artık bu toplumun kadınları eğitim alıyor, kendi kendini eğitiyor, toplumun tüm kurumlarında yerini alıyor. Bu yüzden bir değişim var. Her gelen bu topluma hakaret etmiş, tutuklamış ve öldürmüş. Kadınlarını götürmüş, her türlü kötülüğü yapmış ama ses edemiyor. İktidarlar öyle bir politika yürütmüş ki darmadağın etmişler bu toplumu. Bizim ahlak anlayışımız, vicdani yaklaşımımızı görüyorlar ve 7’den 70’e bizim farklı olduğumuzu görüyorlar. Bunun için bizlere çok rahat her şeylerini söylüyorlar, bizlere açılıyorlar, bizlere güveniyorlar. Bu anlamda bu halkın geleceği iyi olacak. Umut veriyor. Yaşar mıyız yaşamaz mıyız bilmiyorum ama Êzidî çocukları bu halkın geleceğidir ve umut veriyor bize. Bu halk muhakkak özgürlüğü tadacak.

* KDP “PKK burada o yüzden tehlikedeyiz” diyor; Türkiye ise “Şengal’in ikinci Kandil olmasına izin vermeyeceğiz” diyor. Bu açıklamalara ne diyorsunuz?

Şu anda Barzani bizim sayemizde yaşam sürüyor. Bavullarını hazırlamıştı, paralarını da dışarı çıkarmıştı kaçmaya hazırlanıyordu. Hewlêr’de, Kerkük’te her yerde DAİŞ’in bayrağı dalgalandı. Mahmur dahi her yeri bırakacaklardı. Mahmur Valisi, ‘Mahmur babamın evi Kürdistan mı?’ diyerek bırakıp kaçtı. ‘Şengal Kürdistan’ın bir parçası değil ki savunayım’ diyorlardı. Şimdi Mesut Barzani de bizim sayemizde buraya (Şengal) geldi, Irak devleti ve diğer tüm devletler de bizim sayemizde buradadır. Bu propagandalar ahlaksızca ve vicdansızcadır. Dünyanın neresinde insanlığa karşı bir saldırı varsa o saldırıya karşı dururuz. Biz bir insanlık hareketiyiz. Biz bu özgürlük hareketinin kadrolarıyız, neyi bırakacağız? Felsefemizi, ahlakımızı, fikirlerimizi, özgürlüğümüzü, özgür yaşamımızı mı bırakalım? Biz ‘Bir lokma bir hırka felsefesi’ ile halkımızın hizmetindeyiz. Annelerimiz bizleri bu harekete teslim ettiğinde, ‘gidin, sonuna kadar da bu halkı, kız kardeşleriniz, anneleriniz ve babanız gibi savunun” dedi. Annem ‘Kimse senin özgür yaşamının bedelini ödeyemez’ derdi. Özgürlük için bedel vermezsen bir şey elde edemezsin.

‘İkinci Kandil’ iddialarına gelince; biz değil bunu halk yaptı. Bu halk açıkça söylüyor, ‘PKK giderse biz de gideriz’ diyor. Çünkü bu hareket burada çıkarsız duruyor, sadece yoldaşlığı ve iradesi ile vardır. Halkı da savunuyor, halk bunu gözleriyle görüyor. Her birimiz Kürdistan’ın 4 parçasından ve dünyanın her tarafından gelmiş burada şehit düşüyor. Bir ekmeği varsa onu bu halk ile paylaşıyor. Fermanda biz bu halkla birlikte yaşadık. Yemek yiyemezdik, açlık aklımıza gelmezdi. Un yoktu, bu halk makarnayı ezip un haline getirdi öyle yaşamda kaldı. Biz birlikte yaşadık bunları.

Hakkımızda ne kadar karalama kampanyası, ne kadar inkar politikası yürütüyorlarsa yürütsünler, bizim kendimize inancımız var. Gerçekliğimiz ne ise ona göre yaşarız. Şengal’de de böyledir. Bu halk deniz ise biz de içerisindeki bir damlayız, biz birlikte yaşamaya devam edeceğiz. Bu topraklar atalarımızın, kardeşlerimizindir. Bizim burada kanımız döküldü, yüzlerce arkadaşımız şehit düştü. Öyle kolay mı burayı bırakmak…

Selami Aslan – dihaber

EN SON EKLENENLER