Engin olmak pirliğin şiarıdır

PİR ALİ HAYDAR CİLASUN

Engin olmak pirliğin şiarıdır. Namusudur, arıdır. Gönül bahçem bu minval üzere tanzim edilmiştir.

Abdal olma­nın güzergâhı, “sinesi saf olmayanın gönlü saf olmaz” desturu ile Aleviliğin A’sından baş­layıp Z’sinden çıkalım dedik.

Bu ilkyazımda, düşüncem odur ki, Aleviliğin yolu ve erkânı, nesi varsa canlara emaneti teslim etmektir. Maksadımız, bu can toprağınsa, birikimlerimiz halkımızındır. İnsanlığındır.

Öyle geçip gitmek yok bu dünyada, neyimiz varsa hepsini bırakıp bir kuş kadar rahat ve hafif gideceğim. Çünkü gelişimiz, üryandır gidişi­miz de üryan olacaktır. Yolumuz Hak Muhammed Ali yoludur. Bu yolun öncesinde birçok inançta geldi, gitti. Rivayete göre yüz yetmiş üç bin nebi geldi ve gitti. Nebi sözcüğü Nübüvvetten gelir. Nübüvvet haber veren demektir. Neyin habercisidir bunlar? İyiliğin, insanlığın, yararına ve ahlakına dair ve yaşamlarını inançta huzura çeken haberlerinin toplamıdır.

MÖ 622’de Mezopotamya’ da ortaya çıkan Zerdüşt inancının, yer tanrısal dinleri, ilk kez gök tanrısal din olarak ve ken­dini de peygamber olarak ilanı, yerdeki dinleri göğe çıkarmıştır. Mezopotamya’da bunlar olurken, Güney Amerika’da da İnkalar güneşi, ayı, ateşi, suyu ve toprağı kutsal bilmiş ve üstüne üstelik tıp dünyasında, beyin cerrahisinde, kafatası kemiklerin altından dökülmesini sağlamak gibi ileri medeniyetler sergilemiştir.

Bunları söylemekteki amacımız yaşam çizelgesi ortaya koymaktır. Tıpkı iktidarlar gibi. Bir gün doğarlar büyürler yaşarlar ve ölürler. Yerine yeni dinler, yeni iktidara sahip olanlar gelir. Nitekim Mazda inancının tahtına ilkin Davut, sonra Musa, sonra İsa ve daha sonrada Muhammed oturmuştur. Bugün Kürdistan’da aynı coğrafya içinde bu kadar çok inançlı olması bundan başka ne anlama gelebilir ki. Bu ayrıca güzelliktir ve renkliliktir. Mozaik resimdir diyebiliriz.

İşte bu nedenle Kürdistan Aleviliğinin dünü, bugünü de hem Zerdüşt’ten, hem de Ali’den derin izler taşıması yadsınmak yerine, sevinilmesi gereken bir olgudur deyip tartışmalara kanımca nokta­lamış oluyorum. Ayrıca Aleviliğin hiç bir dine, hiçbir inanca benzememesi de bu zenginliğin ve çağımıza göre de demokrasinin de ne denli güçlü olduğunu temel felsefesidir. Kürdistan Aleviliğinde Zerdüşt’e rastlarken hemen yanı başında Davut’u, onun yanında Musa’yı, biraz ötede İsa’yı, hemen el ele ve gönül gönülle Muhammedi ve Ali’yi görmemek saflık olur. İnkâr olur. Kürdis­tan Aleviliğinin tanrısal gücü birinci madde olarak insandır. İkinci madde ise hoşgörü ile bakabilmektir. Amir olan İnsan, kimliğini hiçe saydı mı orada hoşgörüye mekân kalmaz. Karşısında kendini bulursun. Kendin ben olur. Alevilikte ben yoktur. Sen vardır. Senden bana gelinir. Sen diyeceksin ki, kendini bulabilesin. Kendini ancak mekânda bulabilirsin. Mekândan uzaklaştın mı yalnız kalır, ben olursun, ben oldun mu da hiç olursun. Hiçlik sıfatta uzaktır. Madde değildir. Maddeden kopmak haktan koparmaktır. Oysa hak olup insan olmak sen demekle mümkündür. Benlik âleminde hiçsin, senlik âleminde maddesin, madde oldum mu haksın. Bunu bu şekilde kavramadın mı, adın zahiren Alevi, batınen, yani iç dünyada Alevi değilsin. Bu yolda ben olunmaz. Bu yolda sen olunur. İşte o zaman bismişah olunur ki, bununla dört kapıyı hem görebilirsin.

Dört kapı, dört mekândır. Dört mekân onlar emirden, kırk makama taşınır. Gönülle girmeden mekândan uzaklaşmış ve başka mekânlarda avare gezinip durursun.

Klasik dört kapı sütünde oynamak yolu bozar ve canları incitir. Şeriata, tarikata, marifete, sırı hakikate dokunma yanarsın. Bilimsel olarak tartışmak serbesttir. Örneğin doğu, batı, güney, kuzey yine ilkbahar, yaz, sonbahar, kış devam edelim, ağız, göz, burun ve kulak gördüğü­nüz gibi hepsi dört kapıya çıkıyor. Her tezden insanlaşma ve maddeyle ilgilidir. Gerek cihetler, gerek iklimler, gerek yüzdeki organların birlikteliğinde insan varmış oluruz.

Bilimsel alanda tartıştırttığımız her konuyu halkla belli bir üslupla ancak tartışa biliriz. Bilim acımasızdır. Bilim zaman zaman gelenek ve göreneklere ters düşebilir. İsterseniz bu ters düşme işini basite indirgeyerek açalım. Nasiyi ve prostat üzerinde çalışma yürüten bir doktorla bunun incelikleri üzerinde sıradan biri nasıl tartışma yürütebilir ki, Aleviliğin sır-ı hakikat kapısı olan dördüncü kapısındaki bugün ki tartışma, yukarda anlatılanlardan farklı bir şey değildir. Düşünün bir kere, bir Alevi sır-ı hakikatin birinci basamağını eşi ile birlikte yaşar. Bu hiç anlatılabiliniz mi? Bu nedenle Alevilikte sadece bu değil, varlık âleminin tümü felsefenin en ince detayına kadar konuşul­masıdır. Musahiplik te üryan, büryan kefene girip, ölmeden, ölmeleri ancak sırrı hakikat erlerinin dördüncü kapıya gelmeleriyle mümkündür. Kefene üryan, büryan giren canlara Pirin “Etin etimde, tenim teninde, kanın kanımda, gelme, gelme, dönme, dönme, gelenin malı, dönenin canı helaldir” demesi hiç sıradan bir insana izah edile bilinir mi? Bu ikrar töreninde insanın nefsine sahipliği, iç temizliği ve gönülde hakkın mihman olmasıyla mümkündür. Benim kadını, tanrı mesabesinde görmem buradan gelmektedir. Çünkü terbiye, cinsel olarak da terbiyeyi kapsar. Gereken nefs olduğuna göre bu hak da ka­dı­na karşı tutumunda tecelli eder. Özün çürüklüğü ikrarı yoz eder. İkrar yozlaştı, Alevilik yok olur. Hak ziya olur. Batın iktidar olur ki felaketler gelir, kişiyi bulur. İkrardan dönmek imandan dönmektir. Hak’tan dönmektir. Haktan dönmek ise bismişahtan dönmektir.

Bu ilkyazımda şimdilik bu kadar diyorum. Bu ve bundan sonraki yazılarında sizlere Aleviliğin yolu ve erkânını, nesi varsa anlatmaya çalışa­cağım. Bir dileğimi yenileye­rek bu yazımı bitirmek istiyorum.

Eleştirilerinize, beni ilerletmenize, geliştirmenize her zaman saygı duyacağım.

Kasım 1998 / Zülfikar Dergisi

EN SON EKLENENLER