Faşizmin Cinsel Politikası

Öylesi bir zaman aralığından geçiyoruz ki ülkede yaşanan politik iklim, her demeç, demokratik tahammülleri biraz daha zorlayan ve sabrın sınırlarını test eden bir hal almaya başladı.

Son günlerde artan biçimde ülke siyasetinde kadın ve kadına ait değerlerin yoğun bir saldırıya maruz kaldığını görüyoruz.

Totaliter rejimin her gün kadınlığı yeniden tanımladığı ve aile, annelik, vatan, ulus gibi “kutsal” kodlarla, kadına giydirilen deli gömleğine birde apolet takıldığına tanıklık ediyoruz.

Yaşanan iç savaş halinin sonlandırılmasının temel gücü olabilecek kadınlar nefessiz bırakılmak istenircesine “kutsal annelik, vatan anası” gibi “onursal” ifadelerle değerli kılınarak bir yandan toplumsalın değiştirici gücünün önüne geçilirken diğer yandan dar-geleneksel aile rolleri pekiştiriliyor.

Bir milli şef döneminden yeni milli reis dönemine geçişin post modern biçimini yaşarken, basın-propaganda ayağının tarihsel örneklerine taş çıkartırcasına yürütüldüğünü ve faşizmin topluma büyük yalanlar söyleyerek bir dönem sonra buna inananları yaratmayı hedeflediğini belirtmek gerekiyor.

Erkek egemen ideoloji, böylesi zamanlarda kuşandığı ulusçuluk, milliyetçilik, ırkçılık gibi zırhları tarihin tozlu sandıklarından çıkararak yeni bir kuluçka dönemine yatıyor. Tıpkı emperyalist paylaşım savaşları sonrası Avrupa’da yükselen faşizm gibi.

Toplum Goebbels’in propaganda stratejisine yakın bir üst akılla her gün yeni bir büyük yalana uyanıyor. Çarpıklığa, algı oyunlarına maruz bırakılan topluma inanmak ve tekrarlamak dışında seçenek bırakılmak istenmezken, toplum suç mahallinin aktörü kılınıyor.

İçinden geçtiğimiz ülke gerçekliğini doğru okumak istiyorsak ortaya çıkan her gelişmeyi canlı tarih anlayışıyla yorumlamak önemli bir hal alıyor. Ve elbette ki her dönem için geçerli olan kadının ve toplum politikaların turnusol olduğu hakikatini atlamayarak.

Cinsiyetçilik kökünden türeyerek toplumun ve onun kurucusu kadının canına okuyan faşizm, ırkçılık gibi sömürü ve savaşları perdeleyen maskelerin; İtalya, Almanya gibi paylaşım savaşında yenilmiş ülkelerde açığa çıkması tesadüfi değil. Tıpkı bizde yaşanan siyasal ve ekonomik bunalımlardan sonra ortaya çıkan siyasi tablo gibi.

Toplumların ve kadınların radikal çıkış yapabileceği tükenmişlik dönemlerinde ince bir manipülasyonla faşizm kitlesel olarak olumlanır. Değer yitimine uğrayan kitleler için milliyetçilik ve söylemeye gerek var mı bilinmez cinsiyetçilik, en nihayetinde “führerin” varlığına kutlu kılınır.

Tarihin bize sunduğu örnekler ise hayli düşündürücü ve öğreticilik taşır. Dikkatli bir okuma hatta sıradan bir yoğunlaşma dahi  faşizmin ortaklıklarını görmeye yeter.

Duçe, führer, reis olarak yüce kılınanların en temel ortaklığı ise kadın üzerinden giriştikleri inşa süreçleridir, bu nedenle kadın üzerinden cinsel bir politika oluşturulur. Toplum katmanlarının en dibinde olan kadın, propagandanın öznesi haline getirilerek üstüne üstlük toplumsal yanından soyundurularak aile ve vatanın annesi kılınıverir. Mussolini dönemi yapılan kampanyaya bağışlanan yüzbinlerce  alyans bize durumun vahameti açısından önemli veriler sunar.

İlkleri icra ettiğini zannedenler kendilerinden önceki nice ilkleri ya “görmemiştir” ya da feyz almıştır. Ekranlara çıkıp “çocuk yapın çocuk” diyenlerin anneliği vatani görev olarak sunmalarında, 1934 yılında kadınlara hitaben söylenen “sizin göreviniz milli soyun geleceğini garantiye almak için çocuk yapmaktır” diyen Goebbelsin sesi yankılanmaktadır.

Propaganda bununla da sınırlı kalmıyor “Führer için çocuk yapın” diyerek diktatöre olan bağlılık vatana, devlete, ulusun geleceğine olan bağlılıkla özdeşleştiriliyor. Her şey “Führer” içinse doğal olarak vatan içindir de.

Bizde ise kadın ve aile bakanlığının önündeki kadını kaldırarak sembolik süreç başlatılmış oldu. Ve devamında kürtajı yasaklama, çocuk aldırmaya karşı yasalar gibi yaklaşımlar devlet politikasına dönüştürüldü. Çok çocuk, yaşlı Avrupa’ya bir gönderme, yedek iş gücü potansiyeli olduğu kadar; hegemonik erkekliğin yeni bir parametresi haline getirildi.

Hitler Almanya’sında benzer süreçlerde kadınlara milli annelik ödülü, bayağı bayağı teşvik pirimi olarak verildi. Kadınlara “annelik madalyası” takılıyor, çok çocuklu kadınlar kahraman olarak kutsanıyordu. 8 ve daha fazla çocuk doğuran kadınlara altın, 6-7 çocuk doğuranlar gümüş, 4-5 çocuk doğuranlar ise bronz madalya takılıyordu. Yakında memleket hallerinde bunu da görmek sürpriz olmayacak.

“Milli reisçiler” gözden kaçırmış mıdır bilinmez ama birde SS lideri Himmler’in hayata geçirdiği “lebensborn” projesi vardı. Hani şu ırksal özellikleri dikkate alınarak seçilmiş bekâr kadınların arî erkeklerle, özellikle de SS subaylarıyla çiftleştirilip gebe bıraktırılması ve bu kadınların doğuma kadar bakılıp arî bebekler doğurmalarının sağlandığı evler.

Orduya yeni askerler yetiştirmeyi hedefleyen proje ile insanlar damızlık olarak kullanıldı. Onlar “dindar nesiller” adını vermeseler de “saf ırk” nesilleri yetiştirmekten geri durmadılar. “fiziksel, düşünsel, kültürel, etnik, cinsel, dinsel vb. açıdan beğenmediklerini yani ötekileri ise acımasızca yok ettiler.

Reisin dediği gibi “nüfus planlamasıymış, doğum kontrolüymüş…” kimin işine yarar ki? Vatani görevimiz “zürriyeti arttırmak” ve “birinci derecede görevin anneye” ait olduğunu hatırlamaktı. Bu nedenle de hayatının en üretken döneminde okuyan genç kadınlara okul bitmeden evlenirlerse okul kredisi borçlarını silme yasası hazırlandı. Kadının kamusal alandan çekilmesiyle işsizlik sorunu bir taş ile iki kuşla hafiflemiş olacaktı. Çalışan kadınlar için çocuk sayısına göre erken emeklilik yasa tasarı tartışmaları ise hala çok yeni.

Faşizmin cinsel politikasına her geçen gün yeni bir boyut eklenmeye devam ediyor. Çocukların kendisine tecavüz edenle evlendirilmesi, çocuk yaşta evliliklerin teşvik edilmesi, şiddete uğrayan, boşanmak isteyen kadınların uzlaştırılması gibi adım adım kadın bedenini aile ve ulusun varlığın armağan eden politikalarla kuşatılıyoruz.

Sözün kısası biz kadınlara ‘Ölün, şiddet görün, tecavüze uğrayın, ama boşanmayın, sesinizi çıkarmayın, vatan için doğurun’ deniyor. “Vatana kutsal görevinizi doğurmakla, ittiat etmekle kanıtlıyorsunuz” diyen zihniyet dünde yaşam olanağı bulamamış bugünde bulamayacaktır. Hele hele bu topraklarda yaşam bulma olasılığı köklü kültürel doku ve kadın özgürlükçü çizginin varlığıyla çok daha zordur. Üstelik Rakka’ya doğru ilerleyen kadınların erkek egemen faşizmine karşı gülümseyen yüzleri her şeyi anlatırken…

EN SON EKLENENLER