Ferda Koç yazdı: Yok başka cehennem

Ferda Koç Sendika10.org’a yazdığı köşesinde, “Türkiye’nin ucuz işçiliğe dayanan neoliberal kapitalizmi bir “mülteci emeği çöplüğü”nden “çöplenmeye” başlıyor” diyor.

 

Davutoğlu, “Haziran ayında vize muafiyetinin olmaması durumunda Türkiye de yapması gerekeni yapmayacaktır” dedi. Anlaşma öncesinde Türkiye “yapması gerekeni yapmadığı için” yaşanmıştı Aylan bebek trajedisi. Yüzlerce bebek, binlerce savaş mağduru Ege Denizi’nin dalgaları arasında yitip gitmişti Türkiye “yapması gerekeni yapmadığı” için.

AB ile Türkiye arasındaki mülteci anlaşması imzalanır imzalanmaz, Ege’deki ölüm yolculukları şıp diye kesilivermişti. Bu olgu, hükümetin, bir yıl boyunca Suriye iç savaşının Türkiye’ye kaçan mağdurlarını kitleler halinde ölüme yolladığının, açık bir insanlık suçu işlediğinin kanıtıydı.

İki milyon Suriyeli mülteci Ege Denizi’nde kitleler halinde ölmeye başlamadan çok önce Türkiye’ye gelmişlerdi. 2011’den 2015’e kadar Antep’te, Urfa’da, Hatay’da kamplarda kaldıktan sonra bir anda Ege kıyılarında insan tüccarlarının derme çatma teknelerine hücum ettiler ve Ege kıyıları mülteci cesetleriyle kaynamaya başladı.

Ege Denizi’nde 2015’ten itibaren bir yıl boyunca tanık olduğumuz bu insanlık dışı tablo, herkes biliyor ki, AKP hükümeti tarafından gerçekleştirilmiş planlı bir “tehcir” operasyonuydu.

Operasyon iki kademeliydi.

Birinci kademede, AKP hükümeti mültecileri kaldıkları kamplardan kitleler halinde ayrılmaya sevk etti. Bir yıl içinde, beş parasız, yol-iz bilmeyen, çoluk çocuk 1 milyon insanın Urfa’dan, Antep’ten devlet desteği, yönlendirmesi olmadan Ege sahillerine ulaşabilmesi dahi mümkün değildi.

İkinci kademede, yine AKP hükümeti tarafından Ege sahillerindeki Sahil Muhafaza birimlerinin kaçak geçişlere göz yumması ve güvenlik birimlerinin insan kaçakçılığına “yol vermeleri” talimatları verildi. Hatta, emniyetçe bilinen “insan kaçakçılığı” şebekelerine devlet tarafından “cezasızlık vaadiyle” görev bile verilmiş olabilir.

AKP, Suriye iç savaşının neden olduğu mülteci sorununu uluslararasılaştıramayınca, mültecileri tehcire başladı ve AB’yi bu insanlık dışı yolla masaya oturmak zorunda bıraktı. Çocuk cesetlerinin üzerine kurdukları masanın iki tarafına da oturanlar çirkin bir köle pazarı kurdular.

Avrupa hükümetlerinin temsilcileri köle alıcılarının, AKP hükümeti köle tacirlerinin “asaletiyle” birbirlerine poz yaptılar.

Bu dehşet verici tablonun yaratıcısı, Ege Denizi’ni çocuk cesetleriyle doldururken, “Suriyeli mültecilere kucak açmamızın şanı şerefi, torunlarımıza miras olarak kalacaktır” diyebilecek kadar iğrençleşmekte beis görmedi.

Türkiye ile AB arasında imzalanan “mülteci anlaşması” ahlaksız, utanç verici bir anlaşma oldu. Anlaşma, Türkiye yurttaşlarına vize zorunluluğunun kaldırılması ve 3 milyar avro ödenmesi karşılığında, AB’ye mülteciler içinden ihtiyaç duyduğu unsurları seçme hakkını veriyordu. Türkiye, Avrupa’nın köle pazarı haline geliyordu. Almanya ve diğerleri mülteciler arasından “vasıflı, genç, entegre edilebilir” olanlarını alacak; vasıfsız, yaşlı ve çocuk, entegrasyonu güç mültecileri Türkiye’ye bırakacaktı.

Peki Avrupalının “beğenip almadığı” mülteciler ne olacaktı. Ne olacağını görmek için fazla beklememiz gerekmedi. DİHA’nın 19 Nisan’da verdiği habere göre, “İzmir’in Torbalı ilçesinde kalan 3 bin mülteci, jandarmanın ‘Geldiğiniz kampa gidin, yoksa sizi zorla göndereceğiz’ tehditlerine maruz kalmaları sonrası dayıbaşları tarafından Manisa ve Aydın’daki tarım arazilerinde çalıştırılmak üzere kamyon kasalarına bindirilerek götürüldü”. Yani Avrupalının beğenip almadığı mülteciler Türkiye’de mevsimlik tarım işçiliği, inşaat işçiliği gibi vasıf gerektirmeyen, emek yoğun işlerde, perişan yaşam koşullarına mahkum edilerek 20 TL yevmiyeyle dayıbaşlarının, taşeron kalfalarının eline bırakılıyorlar. Dibe doğru yarış, her defasında yeni bir çaresizler kitlesiyle coşturuluyor. Yerli işçiye karşı köyü yakılan Kürt köylüsü, Kürt mevsimlik işçisine karşı ülkesi yakılan Suriyeli…

Türkiye’nin ucuz işçiliğe dayanan neoliberal kapitalizmi bir “mülteci emeği çöplüğü”nden “çöplenmeye” başlıyor.

Şimdi Davutoğlu Haziran’a kadar vize serbestiyeti sağlanmazsa “yapmamız gerekenleri yapmayız” diyerek AB’nin vize serbestiyeti için ileri sürdüğü ve AKP diktatörlüğünün tabiatına uygun olmayan kırka yakın şartı, Ege’yi yeniden ölüm denizine çevirme tehdidiyle bertaraf etmeye çalışıyor. Türkiye’nin eğitimli, vasıflı işsizleri bu kanlı şantajla hükümetin kendilerine Avrupa kapısını açmasını sessizce bekliyorlar. Eğitimsiz, vasıfsız milyonlarca işçi ve işsiz ise kendilerinden çok daha kötü koşullarda çalışmaya hazır milyonluk bir yeni işçi kitlesinin kuşatması altına gireceğinin farkında bile değil.

 

Behçet Aysan’ın unutulmaz dizelerinde denildiği gibi: “Yok başka bir cehennem / yaşıyorsunuz işte…”

EN SON EKLENENLER