Hakikate ulaşmak için samimiyet gerek

“Samimiyet istiyorum artık, boğuldum dili süslü ama yürekleri boş insanlardan.” Nazım Hikmet.

Peki, nedir samimiyet? “Samimiyet, yaşamımıza yön vermemiz için gerekli olan maddi ve manevi tüm unsurları kalpten yani yürekten bir istek ve içtenlikle inanarak yapmaktır. Yüreğini inandığın davanın hakikatiyle donatıp, düşünce ve eylemini net bir şekilde ortaya koymaktır samimiyet! Tersini yaptığında yaptığın her eylem yarım kalır. Çünkü yapay bir şekilde ortaya konulan her eylem gerçeklikten uzaktır, eninde sonunda gelir kendini Hakikatin duvarına çarpar. İnsan kendi hakikatine sağır ve dilsiz olmamalıdır. İnsan önce kendini bilip, kendi gerçekliğini anlayabilmelidir ki, yanlışa düşmesin. Ancak ve ancak insan kendini bilip kendi gerçeğini anladıktan sonra toplum adına olumlu ve güzel şeyler yapar.

Bazı insanların davasını ve inancını hayatının her karesinde görürsünüz; bu davasını ve inancını ne kadar içten yaşadığının göstergesidir, bu insana saygı duyarsınız. Bazı insanları ise en edebi ve süslü konuşmalarına rağmen umursamazsınız; çünkü bu kişilerin dilleri süslüdür ama yürekleri boştur samimi değillerdir. Şu gerçek hiçbir zaman unutulmamalıdır, her durumda samimiyet karakterin güçlenmesine katkı sunar, kişiyi güçlendirir ve yüceltir. Samimiyetin yok olması demek, birliğin, dayanışmanın ve kuvvetin yok olması demektir. Bu sebepten dolayıdır ki, samimiyeti hayatımızın her alanına yayıp, davamızın ve inancımızın düsturu haline getirme gibi bir zorunluluğumuz vardır.

Gerçek duygularını gizleyerek yani takkiye yaparak karşındakine şirin gözükmek ve yaranmak için onu taklit etmenin adı ikiyüzlülüktür. Acı ve üzücü olan nedir biliyor musunuz? Samimi olmayanların yani ikiyüzlülerin gelecek nesillere kötü örnek olmalarıdır. Evet, samimiyetsiz çoğunluğu, samimiyet çoğunluğu olarak değiştirmek bu toplumun fertleri olarak bizlere düşmektedir. Bunun için mücadele edip, “Damlaya damlaya göl olur, damlacıktan sel olur” atasözünde dile getirildiği gibi sel olup çoğaldığımız an yapılan tüm işler yerli yerinde olacaktır. Bakın Yol Ereni, aşağıdaki dizeler de derin bir şekilde samimiyeti nasıl ifade ediyor.

“Zincir kâr eylemez bizlere sofu

Bin Can ile Bir Canana bağlıyız.” (…) Yol Ereni burada ey zahit, sen bizleri zincirlere vursan, yine de biz Yolumuzdan (Alevilik) dönmeyiz. Bizim Bin canımız vardır, hepsini de ‘Yol’a Kurban eylemişiz demek istiyor. Cümlemize yol göstermesi dileğiyle!

İnsanların samimiyete ihtiyacı olduğu kadar Yol’unda samimiyete ihtiyaç var. Yol adına yapılan tüm eylemlerde gerçekten samimiyet istenir. Hepimiz de biliyoruz ki, eylemde, davranışta, yaşayışta, konuşmada, kısaca yaşamın ta kendisinin de odak noktada samimiyet olmayınca hiçbir şey yerli yerinde olmuyor. Samimiyete dayalı ve içten yapılmayan her şey ya yarım kalıyor ya da güvensizlik yaratıyor. Zaten samimi olarak yapılmayan her eylem yarım kalmaya da mahkûmdur. Evet, Yol Cümleden Uludur ilkesi düstur edinilmeli, samimiyet bir seçenek değil, bir mecburiyet diye algılamalıdır.

Kişi kimi zaman hatalar yapar özeleştiri kültürünü içselleştirmediğinde dolayı yaptığı yanlışları ya da hatalar diyelim sebeplerini hep dışarıda arar. Aslında hiçbir şeyi dışarıda aramaya gerek yoktur. İnsan en büyük yenilgileri de en kıymetli kazançları da ve en büyük yanlışları da en büyük doğruları da kendisi yapar. Yaptığın işte, söylediğin sözde ve ortaya koyduğun eylemde samimiyet yoksa bir noktadan sonra inandırıcı olman imkânsızdır. Ancak ve ancak, kişi kendi özünü bildiği ve kendi değerlerine sahip çıktığı zaman Hakikat Kapısına ulaşacaktır. Her şeyden önemli ve asıl olan şey insanın kendini bilmesinden geçmektedir.

Bu manada Hünkâr Hace Bektaş Veli Diyor ki; “Âdem mana’ya derler, sadece el ayak baş; suret ile kaş değiliz. Dar yerlere, kuru çizgilere sığmayız, evreni kucaklayan ufacık karıncayız, ummanız, damlayız, güneşiz, zerreyiz, bu günü var eden dünüz. Aşkla eriyen Mum’uz, (Çerağ-Delil) ateşe âşık pervaneyiz (Semah) bizi yakıp yok etse bile!  Zâhiri-Batını birbirine bağlayan köprüyüz, iki yaprak arasında dili olmayan kitabı konuşturanız, okunacak en büyük kitap biziz, biz insanız, Enel Hakk’ız, geleceği kuranız. Hakk’la halkı bir bilenlerdeniz, iki âlemin bir olduğunu görenlerdeniz. Aşk özgürlüğün kurucu öğesidir diyenlerdeniz. Yoksulluk kapısında var oluruz, var varanın sür sürenindir. Çünkü biz halkız. Hiçbir yere destursuz girmeyiz. İyinin, doğrunun ve güzelin peşindeyiz. Eteğini tutmuşuz Hakikat’in bırakmayız, zenginliklere, varlıklara kul-köle olmadık bundan gayri de olmayız!” Evet, Pir’in ortaya koyduğu gerçekliklerden (öğütlerden) uzaklaşıp, insanlık ve ahlak duygularından yoksun kurumlar, kişiler ve toplumlar silikleşmiş bir şekilde maddiyatın kölesi olarak tarihteki yerlerini alacaklardır.

Güzelliklerin doğum yeri kalptir ve yürektir. O kalp ve yürek Hakikat Kapısına ulaştığı an kişinin gönül güzelliği davranışlarına ve sözlerine yansır. Kişi samimi duygularla donanır,  üstüne aldığı yani yüklenmiş olduğu tüm görevleri samimi bir şekilde yerine getirir. İçinde çıktığımız toplumsal yapı ve Hakk Yol’umuz bize bütün bunları öğütlüyor. Büyük bilge Şems-i Tebrizi diyor ki; “Hakk Yol’unda ilerlemek yürek işidir, akıl işi değil! Kılavuzun daima yüreğin olsun, omzun üstündeki kafan değil. Nefsini bilenlerden ol; silenlerden değil!” Şu da hiçbir zaman unutulmasın; vicdani duygularını yitirenler, üç maymunu oynayanlar, karanlığın dehlizlerinde kaybolup gideceklerdir.

Kapitalist modernitenin insanları esir aldığı çağımızda, Hakk Yol (Alevilik) gerçekliğimizi dış ve iç asimilasyon kuşatmasından kurtarıp güçlendirmemiz gerekiyor. Hakk Yol’u geleceğe doğru bir şekilde aktarmak için dış ve iç asimilasyon kuşatmasından kurtarma gibi bir zorunluluğumuz da vardır. Bütün bunlarla birlikte Hakk Yol davamızı geleceğe sağlıklı bir şekilde taşımak için gençlerimize,  doğruyu göstererek ve anlatarak hayatlarının içine yani yaşam biçimlerine Hakk Yol gerçekliğini sokmak zorundayız. Aşk İle.

 

EN SON EKLENENLER