HDP’den darbe komisyonuna muhalefet şehri: Kürt illerindeki savaş darbeyi tetikledi

HDP, 15 Temmuz darbe girişimini araştırmak üzere kurulan Darbe Komisyonu’nun açıkladığı muhalefet şerhinde, Kürt illerinde uygulanan sokağa çıkma yasakları ile asker ve polislere verilen geniş yetkilerin darbe mekaniğini tetiklediği belirtildi, Gülen cemaatinin gücünün zirvesine AKP döneminde ulaştığına dikkat çekildi.

HDP Darbe Komisyonu üyesi Mithat Sancar tarafından hazırlanan ve 21 sayfadan oluşan raporda darbe girişimi ardından ilan edilen OHAL ile birlikte yayınlanan Kanun Hükmünde Kararnameler sonucu “Türkiye’de adeta yeni bir istibdat rejiminin tesis edildiği” belirtildi.

Darbe girişiminin araştırılması amacı ile kurulan komisyonun rapor hazırlama sürecine komisyon üyelerinin dahil edilmediğinin ve üyelerin sürece ilişkin bilgilendirilmediğinin belirtildiği raporda, siyasi partilerin komisyonda eşit temsil edilmediğine vurgu yapıldı.

Komisyona sunulan darbe girişiminin siyasi ayağının araştırılması taleplerinin de çoğunluk oyları ile reddedildiğine dikkat çekilen raporda öne çıkan noktalar şöyle:

Darbe mekanizmasını işleten siyasi ve askeri süreçleri anlama çabası son derece yetersiz kalmış, darbe girişiminin hangi ittifaklar ve siyasi bağlantılar üzerinden gerçekleştiği neredeyse hiç araştırılmamış, darbe sonrasında ilan edilen OHAL, toplumun bazı kesimlerini sindirerek adeta baskı ve zora dayalı yeni bir rejim inşa etme sürecine dönüşmüştür. Bu çerçevede, darbe girişiminin önlenebilir olup olmadığı sorusu etrafında, darbe komisyonunun raporuna dair muhalif olduğumuz noktaları açıklayacağız. Öncelikle darbe mekaniğini etkileyen maddi faktörler üzerinde durarak, darbe girişimine etki eden dinamikleri belirli bir sistematik içinde ele alacağız. Ardından darbe günü yaşananların farklı kaynaklara göre kronolojisini çıkararak fiziken darbenin önlenme imkanını değerlendireceğiz. Son olarak, darbe girişimi sonrasında yaşananlara yer verilerek, darbeye engel olunmamasının siyasi iktidar bakımından doğurduğu sonuçlara değineceğiz.

Darbe girişiminin doğrudan nedeni olmamakla birlikte, böyle bir girişimde bulunulabilmesinin önünü açan, darbe fikrinin hayata geçirilmesi yönünde darbecilere cesaret veren bazı etmenler vardır. Cemaat yapısının kademe kademe örgütlenerek güçlenmesi ve muktedir konumda bulunanların desteğiyle birlikte, darbe girişimi planladıkları şekilde sonuçlansaydı siyasette söz sahibi olacakların tespiti bu başlık altında ele alınmalıdır.
Cemaatin yargıda güçlü bir etkiye sahip olmasıyla beraber, başta Kürt sorunu olmak üzere Türkiye toplumunun sinir uçları diyebileceğimiz hassas konulara, yargı erkinin keskinliğiyle müdahale edebilmesi mümkün hale gelmiştir. Bu imkan hukukun sınırlarının çok dışında kullanılmış, Türkiye gündemini meşgul eden davalarda çok sayıda insan senelerce tutuklu kalmıştır.

‘KÜRT İLLERİNDE SAVAŞ DARBEYİ TETİKLEDİ’

Çözüm sürecinin askıya alınması, il ve ilçe merkezlerinde tamamen hukuka aykırı biçimde ilan edilen sokağa çıkma yasaklarıyla başka bir boyuta taşınmıştır. Gerek çözüm süreci devam ederken inşa edilen kalekollarla, gerekse sokağa çıkma yasaklarıyla bir kez daha toplumsal ve siyasal bir sorunun çözümü için askeri yöntem tercih edilmiştir. Bu kapsamda askere ve polise çok geniş yetkiler verilmesi, kolluk güçlerinin dokunulmazlık zırhına büründürülmesi gibi etmenlerin de darbe mekaniğini tetiklediği açıktır.

‘CEMAATE AKP DÖNEMİNDE ZİRVEYE ULAŞTI’

Gülen’in Komünizmle Mücadele Derneği kuruculuğu ile başlayan örgütlenme faaliyeti, 1970’li yıllarda, yürüttüğü vaizlik görevinin yanında Türkiye’nin çeşitli yerlerinde açtığı “Işık evleri” ile devam etmiştir. Tarihi 1960’ların sonu, 1970’lerin başına dayanan bu örgütlenme faaliyetinde, Gülen’in devlet içinde yerleşerek güçlenmesinin sorumlusu olarak tek bir siyasi iktidarın gösterilmesi yanıltıcıdır. Bununla birlikte, Cemaat’in devletin tüm kademelerinde kemikleşmiş bir yapı oluşturması, yargı aracılığıyla çok kritik süreç ve davaları yürütmesi ve gücünün zirvesine çıkması AKP döneminde olmuştur.

Örgütlenmenin başladığı ışık evleri, cemaatin inanmış veya ticari imkanlar sağlanmış esnaf ve işadamları tarafından finanse edilen ve öğrencilerin, abi/ablaların kaldığı evlerdir. Bu evlerde ve yurtlarda, İslam’ın yönetime yeniden hakim olacağı, şer’i düzenin topluma faydaları gibi hedeflerle yetiştirilen ‘Işık Süvarileri’ veya ‘Altın Nesil’, İslami yeni bir toplum hayaliyle büyümektedir. Işık evleri, öğrenci yurtları ve okullar vasıtasıyla toplumun “kılcal damarlarına” yayılan cemaatin benzer bir yayılma taktiğini siyasi alanda da izlediğini söylemek mümkündür. Üstelik bu siyasal temaslar, Türkiye ile de sınırlı kalmamıştır. Başta ABD olmak üzere çeşitli ülkelerin siyasi desteğini alan bu yapının tutumu, Radikal İslam karşısında bir ‘Ilımlı İslam’ tezi olarak da benimsenmiştir. Cemaat bilhassa sağ akımlar içinde kendisine yer bulmuştur. Gülen’in sağ kolu, sonradan itirafçı olan Nurettin Veren, Fethullah Gülen’i CIA ile ortaklık ve Türkiye’nin aleyhinde çeşitli faaliyetlerde bulunmakla da suçlamıştır. Veren’in iddiaları bununla sınırlı değildir. Gülen’in Cemil Çiçek, Abdülkadir Aksu, Ali Coşkun, Şehabettin Harput gibi devlet bakanları ile yüzlerce kez görüştüğünü ve bu kişilerin Gülen’in her isteğini yerine getirdiklerini ifade eden Veren, emniyette ve orduda da güçlü bir yapılanma olduğunu belirtmiştir.
Ordunun siyaseten etkisizleştirilmesi için AKP Cemaatle işbirliğini güçlendirmiştir.

Kendisini rejimin koruyucusu olarak gören ve Siyasal İslamı bir tehdit olarak algılayıp bu tehdidin bastırılması için kendisine rol biçen ordunun siyaseten etkisizleştirilmesi için AKP, Cemaatle işbirliğini güçlendirmiştir. Dönemin başbakanı Erdoğan şahsında AKP’nin ‘savcısı’ olduğu davalarda emniyet ve yargı içindeki kadrolar eliyle ve siyasetin dizginsiz desteğiyle Ergenekon ve Balyoz soruşturmaları başlatılmıştır. Bu soruşturmalar da, devlet içindeki ‘derin’ yapıların aydınlatılması ve askeri vesayetle hesaplaşılması için bir fırsat olarak kullanılabilecekken, çeşitli kumpaslarla sulandırılmış, uçuk delil ve suçlamalarla gerçek dışı bir yargılama sürecine dönüşerek devam etmiştir. Hukuka aykırılıklardan dem vuran herkesin darbeci ilan edildiği bu süreçte suçlamaların sulandırılmasıyla davalar ciddiyetten uzaklaşmıştır. Böylece 1990’larda işlenen faili meçhul cinayetlere uzanan devlet içindeki ağlar bir kez daha örtbas edilmiştir. Kumpas ile askeri vesayet arasında hakikat bir kez daha ortadan kaybolmuştur. Ergenekon iddianamesine dayanarak açılan çok sayıda JİTEM davası, açık delillere rağmen ya düşürülmüş, ya da beraatle sonuçlanmıştır. Askeri vesayetle hesaplaşma gayesiyle çıkılan yolda, askerin hukuka aykırı faaliyetleri tartışılmamış, davaya konu fiil bile uydurma delillerle bulandırılmıştır. Davaların sonucundan hesaplaşma değil, kolluk kuvvetlerine ve paramiliter güçlere yönelik bir aklama faaliyeti çıkmıştır.”

EN SON EKLENENLER