Hem “kurban” hem de “cellat” olmak

Ali ZÜLFİKAR

AABF YÖNETİMİNE ve Demokratik kamuoyuna uyarımdır.

13 KASIM 2016 tarihli açıklamanız üzerine,

KARARINIZI GÖZDEN GEÇİRİNİZ!
Çünkü; olası yaşanacak katliamlarda sizin de katkınız olacaktır.

Merhaba sevgili canlar, benim adım Ali Zülfikar, resim sanatçısıyım. Kendi doğduğum topraklarda ismimin bedellerini ödüyerek, bu mücadelenin içinde büyümüş, belleğimizi hala tazeliğini koruyan 1999/2000 yıllarındaki tarihi «ölüm oruçları« dönemindeki kurumları bir araya getirmiş, ölümleri engellemek için eylem planlarını çıkaran ve tartıştırmanın önünü açmış, sanatçılarımızı, aydınlarımızı bir arayan getirmiş, zaman zaman «AABF« binasında da toplantılar yapmış, başta hala yönetiminde yer alan sevgili dostumuzlarımız olmak üzere birlikte emek verdiğimiz dostalarımızla da yakından tanışmıştık. Benim sanatçı kimliğimi dokuyan yeğane etken, bu derin mücadele aşamalarından geçen, bu demokratik kurumlarımızın hamurlarıdır.

Ülkemiz, saraydaki «megolamanyak« bir hastanın «hesap verme refleksiyle« yönetiliyor, onun kapris ve handikaplarının denetiminde ve derin devletin yönlendirmeleriyle «Osmanlı tipi faşizm« yapılanmasını derinleştirmeye başladılar. Bütün demokrasi güçlerimiz demokratik yollardan direndikçe, eylemlerini arttırdıkça bu faşizan yapılanmanın ruh hali her geçen gün daha da kendini kaybederek, yanına «demokrasinin savunucuları« olarak kendini gören CHP gibi köklü bir partiyi de etkisiz hale getirdiler. Bazı dostlarımızın da içinde bulunduğu bu «demokrasi« cephesi, bazen darbe cephesi, bazen de «kaypaklar cephesi« olarak duruma göre şekil değistirebiliyorlar. Derin devlet dayattıkça, kendi parti tüzüğünü de hiçe sayarak, «kendi anayasaya aykırı da olsa milletvekilleri dokunulmazlıklarına «evet« diyebildi.

Mevcut anayasal temel haklar ve yöntemlerle, Kürt sorunu, basın yayın ve ifade özgürlüğü gibi sayısız temel demokratik taleplerine saldırmaya başlamış, ne kadar muhalif basın ve yayın organı varsa kapatmış, bu faşizan duruma karşı gelen akademisyen hocalarımız ve gazetecilerimiz de hapishanelere atılmış veyahut yurtdışına çıkmaka zorunda bırakılmıştır. Önce 7 haziran seçimlerine girerken, bütün hesaplarını HDP’nin yüzde on seçim barajını aşıp aşmaması üzerine kurdular. Bombalar ardı arkasına patladığında, fütürsuz tehditler savurmaya başladılar. »400 milletvekili vermezseniz, hesabına katlanırsınız« diyerek, binlerce gencimizin yaşamına mal oldular. Gerektiğinde Paris‘i, gerektiğinde Berlin‘i tehdit ettiler, gerektiğinde mültecileri «kirli pazarlık« konusu yaptılar. Nasıl olsa, hedefe giden yolda her şey mübahtı. Sonra, hesaplar tutmayınca halkın iradesini hiçe sayarak, yeniden iç savaş ortamında seçimleri dayattılar. Bu seçimden sonra, ülkenin her tarafında kan kokusu, barut kokusuna sevdalandı, kuşların sesi çocuların feryatlarına. Binlerce hektarlık alanlar ve beraberindeki ceylanlar ateşin ve dumanın içinde bir başına kaldılar. Hiçbir vicdanının kendine pay biçmediği bu toprakların kavim toplumunun çığlıklarına derman olmadılar. Üzerlerinden panzerler geçti, «gıkları« çıkmadı. Gökyüzünün maviye çalan renkleri «kırmızıya« karıştı, ama duymadılar. Bu topraklar, özgürlüğe susasdıkça, «cellatlar« kan emmeye doymadılar. Ne bu kendi özgürlügünden vazgeçti, ne de «cellatlar« öldürmekten. Habire saldırdıkça sıklaştırdık saflarımızı, kimse bizi çözemedi, takii biz çözülünceye kadar.

Her taraftan saldırdılar, baktı ki olmuyor. Önce; T.C. Büyük Meclisi çatışındaki 6 milyon iradenin anayasal hiçbir dayanağı olamayan, saray darbesinin derinleştirdiler. «Darbe« ve «terör« maskesine sığınarak, demokratik olan ne varsa, bütün anayasal zeminleri ve kurumları dinamitlediler. Karşısında en büyük engel olarak gördüğü, Türkiyeki çok sesliliğin bir parçası olan HDP gibi renkli bir deryayı kurutmaya çabaladılar.

«Demokrasi bloku« ve AABF açıklamaları üzerine

«Demokratik Güç Birligi« kuruldugunda AABF açıklamasz olan bu açıklamayla sevinmiştim.

“Demokratik Güç Birliği; Türkiye’nin demokratikleşmesi, Kürt ulusunun ulusal demokratik haklarının tanınması için, Alevi inancı başta olmak üzere Ezidiler, Hıristiyanlar ve diğer bütün inanç grupları, etnik ve kültürel dinamiklerin haklarının verilmesi ve halklarımızın barış içinde, özgürlük ve eşitlik temelinde bir arada yaşaması amacına katkıda bulunmaya….

İşçi sınıfı başta olmak üzere farklı sosyal kesimlerin baskıya uğradığı hak ve özgürlüklerin giderek kısıtlandığı Türkiye‘de süren eşitlik ve özgürlükler mücadelesine katkı sunmak istiyoruz.” diyerek, yüreğimizdeki sese «ses« olmuştular.

En son yaşanılan Köln eyleminde «Apo bayrakları« Kürt bayrakları« bu kurumumuzu rahatsız etmiş, talihsiz bir açıklamayla demokratik diğer kurumlarımızı «zan« altında bırakan, mücadele biimi ve stratejisi farklı olan PKK gibi farklı bir yapılanmayla ilişkilendirmiş, «Demokratik Güç Birliği içinde yeralan kurumlara da karşı da büyük bir handikap örneği göstermişlerdir. Siyaset, yapmak istemiyorsanız, kurumlarınızı kapatır, cem evlerinizde etkinliğinizi yapabilirsiniz. Birisi için, «Mustafa Kemal« neyi ifade ediyorsa, kendisine lider olarak görüyorsa, diğeri için de Apo« onu ifade ediyor. Birileri için M. Kemal devrimciyse; bizler için de Mazlum Dogan, Mahir Çayan, Deniz Gezmiş, İbrahim Kaypakkaya da çelikten yoğrulmuş devrimcilerdir. Eğer M. Kemal‘e saygı duyulmasını istiyorsanız, siz de onların «bayrağına ve liderine« saygı duymayı bir «erdem« olarak görmelisiniz. Birlikte hareket etmenin yeğane prensibi olan «bibirimizin ilkelerine karşı saygı« hele de binlerce pravakatörün cirit attığı bu dönemde daha can alıcı bir önem kazanmıştır. Daha dikkatli ve mantıklı hareket etmeli, sesinize «ses«katmalı, bütün renkleri kucaklayan çelikten bir «demokrasi« ağı örmelisiniz. Bu konuları aşan seminerler ve paneller ile, birbirinizi anlamaya, birbirinizin yarasıyla kendi yaranız gibi dertleşmelisiniz. Süreç, ayrışma zamanı değil, zalime karşı «birlikte direnme« sürecidir.

Artık içimizi acıtan, gencecik insanlarımızın yüreğini dağlayan acıların tablolarını ne yapmak, ne de fotoğrafını çekmek istemiyorum. Bu acıların son bulmasını istiyorum. Bu sebeple ‘bizlerin barışa ve artık özgürlüge ihtiyacımız var. Bölünmek, başta beni ve benim gibi mezopotamya cografyasının dokusunu tarumar eder, ben de ne annemden bir bağ bırakır, ne de dedemde bir dağ. Adım Ali Zülfikar olmaz, Ali«yi anneme, Zülfikar‘ı babama bırakma fırsatım da olmaz, beni tanımayan küçük yeğenim gelir beni parçalar. Artık, bu suça ortak olmayalım, savaş postallerinin sesini duymak değil, barış ortamı içinde sanat eserlerine imza atmak istediğimi beyan ediyorum.

Resim sanatçısı

14.11.2016

EN SON EKLENENLER