Hükümet ve medyası ‘mutlu’

NİŞMİYE GÜLER/RENGİN AZİZOĞLU / JINNEWS/ELAZIĞ

Elazığ’da yaşanan deprem sonrasındaki gelişmeleri günlerdir tüm gazeteciler gibi biz de yerinde takip etmeye çalışıyoruz. Deprem sabahı çıktığımız yolda ilk durağımız Maden ilçesine bağlı Gezin beldesi oluyor. Burada yıkım sadece 6 katlı bir binada gerçekleşmiş. Beldedeki tek yüksek bina da o. Diğer binaların tamamı iki, en fazla üç katlı. Oraya vardığımızda arama kurtarma çalışmaları bitmiş enkaz kaldırma işlemleri başlamıştı. İş makineleri enkazı kaldırmaya çalışırken ortalık kıyamet gibi, toz bulutları yükseliyordu. Enkazın yakınında ise hüzünle bakan yurttaşlar var. Yanlarına yaklaşıyoruz ama henüz her şey çok yeni olduğu için soru sormaya cesaret edemiyoruz. AFAD ekiplerinden bilgi almakta zor. Sorularımıza yetkileri olmadığı gerekçesiyle yanıt vermiyorlar. Daha sonra karşılaştığımız birkaç sağlık görevlisinden duruma ilişkin bilgi alabiliyoruz.

Maden’in ardından depremin merkez üssü olan Sivrice’ye yol alıyoruz. İlçeye ilk girdiğimizde, ihtiyaç malzemelerinin taşındığı TIRlar gözümüze ilişiyor. Bir kalabalık var yanında. Görevliler ilçe merkezinin dışında duruyorlar. İlçede binalar tümden yıkılmış olmasa da hasar almamış ev ve işyeri neredeyse yok. Hepsi tehlike saçıyor adeta. Dükkanların içi yerle bir olmuş, her şey birbirine karışmış. Bir kadın üstünde şalvarı elinde küreği ile cam dükkanında kırılmış camları dışarı atmaya çalışıyor. Kadının yüzünde umutsuz acılı bir bakış var. Kırılmış camları hummalı bir çalışma ile dışarı atmaya devam ederken kadın, bizler ilçeyi gezmeye hasar gören yerlerden detay almaya devam ediyoruz. İlçede ilk göze çarpan hiçbir güvenlik önlemi olmaması. Halk yıkılan dükkan ve evlerin altında öylece duruyor. İlçe merkezinde bulunan cami ağır hasarlı. İnsanlar bizi içine girmemiz için sevk ediyor fakat değil içine girmek yakınında durmak bile çok tehlikeli. Cami tümden yıkılacak gibi duruyor. İnsanlar etrafında öylece duruyor. Tam da bunları düşündüğümüz zaman sarsılıyoruz. Panik havası oluşuyor fakat insanlar binaların altında durmaya devam ediyor. Bir uyarı bile yapılmıyor. Bir an hayat duruyor sonra enkaz kaldırılmaya devam ediyor.

Kaymakamlık binası harabe

Biraz daha ilerlediğimizde binlerce lira harcanarak sadece bir sene önce yapılmış Kaymakamlık binası ile karşılaşıyoruz. Binanın önünde kamyon duruyor, içeriden işçiler dökülmüş demir ve tavan parçalarını taşıyor. Dışarıdan boyası bile incinmemiş binanın içi harabe. Onların da güvenliği için herhangi bir şey yapılmamış, baret bile kullanmıyorlar. Kaymakamlığın az ilerisinde ise Emniyet Müdürlüğü var ve önündeki beton blokların arkasında bir kalabalık gözümüze ilişiyor. Daha sonra öğreniyoruz ki ilçe kriz koordinasyonu oraya kurulmuş. Kaymakam, belediye başkanı ve emniyet müdürü orada duruyor. Konuştuğumuz insanlar “Etrafı çekin belki sesimiz duyulur” diyor. İnsanların denildiği gibi mutlu olmadıklarını aksine öfke ve endişe halinde olduklarını görebiliyoruz.

İstikametimizi kent merkezine veriyoruz. İki binanın yıkıldığı Mustafapaşa Mahallesi’ne vardığımızda ortalık ana baba günü adeta. Tabiri caizse iğne atsak yere düşmez. Herkeste bir panik ve tedirginlik havası var. Enkazın olduğu binaların yanına gittiğimizde gazetecilerin çekim yapması için bir alanın ayrıldığını görüyoruz. Gün boyu canlı yayınlar yapılıyor. Enkaz altından kimi zaman sevindirici haberler de geliyor. Çevredeki binaların çoğu hasarlı. İnsanlar buna aldırış etmeden, ilçelerde olduğu gibi burada da bina altında durmaya devam ediyor. Gün boyu arama kurtarma çalışmalarının olduğu bölgeye devlet yetkilileri geliyor. Her saniyenin çok önemli olduğu bölgede böylesi bir trafiğin oluşu çalışmaları da aksatıyor. Alanda her şey iç içe. Enkaz altında bir yakını olan, dayanışmak için gelen, her an deprem olur endişesi ile evine gidemeyen, vardiya değişimi için bekleyen görevliler, polisler, askerler, gazeteciler ve devlet yetkilileri. O küçücük alanda kimi ararsan var ancak yıkıldı yıkılacak diye baktığımız binaları koruyacak bir destek maalesef yok. Köşe başlarında hafif genişçe bir alanda bekleyen kadınları görüp sohbet etmek istiyoruz. Evleri hasarlı olduğu için evlerine giremediklerini anlatıyorlar. Deprem gecesini dışarıda geçirmişler. Ara ara evlerine girip tekrar çıkıyorlar. Ne yapacaklarını kendileri de bilmiyor. Bir belirsizlik hali var. Çünkü kurulan çadırlar mahallelerinden oldukça uzak. Gitmek, evlerini bırakmak istemiyorlar.

Orada olanların çoğu enkaz altında olanları tanımıyor. Sohbet ettiklerimizin kimi depremin “kader” olduğu inancında. Gazeteci olduğumuz için yorumlarına dikkat etiklerini gözlemlediğimiz yurttaşlardan “ihmal” kelimesini pek duyamıyoruz. Sessiz kalmayı tercih ediyorlar. Yaşlı bir amca sohbetimize dahil oluyor. Yaşananlardan pek memnun olmadığı belli. Çadırların uzak yere kurulmasından, henüz bir yardımın ulaşmamış olmasından rahatsız. Derken çevredekiler uyarıyor. Ve başlıyor yetkilileri övmeye.

Hepsi şikayetçi

 Çadırların kurulduğu en yakın yer olan Kültür Parkı’na gidiyoruz. Çadırlar yeni yeni kurulmaya başlamış. Epey bir kalabalık var. Çoğu dışarıda çimenlerde oturuyor. Çadırların içine baktığımızda battaniye ve ısıtıcı olmadığını görüyoruz. İçleri boş. İçerden fotoğraf ve görüntü almamıza izin verilmiyor. İnsanlar ile sohbet ediyoruz. Hepsi şikayetçi. Kendilerine yetecek kadar çadır yok. Çadırlar incecik. Dondurucu soğukların hakim olduğu kentte ince çadırlarda ısıtıcı olmadan barınmaya çalışıyorlar. Evlerine gidemiyorlar. Yiyecek bulamıyorlar. Nereye gideceğini bilemeyen birkaç kadın boş çadırda öylece oturuyor. Mecburi geldik, diyorlar.

Ne tesadüf!

Enkaz yerine döndüğümüzde sabahtan çıkarılacak denilen kadının yeni çıkarıldığını öğreniyoruz. O sırada Cumhurbaşkanı’nın da enkaz alanına geldiğini belirtiyor gazeteciler. Tesadüf olsa gerek… Daha sonra çekilen görüntüleri izlediğimizde ise daha önce görmediğimiz bir şekilde yaralının enkaz altından çıkarıldığını görüyoruz. Kimi gazeteciler hariç enkazın çok yakınında çekim yapılmasına izin verilmiyordu. Bizler çıkarılanların görüntü ve fotoğraflarını neredeyse alamazken kimi ajanslara görüntülerin servis edildiğini görüyoruz.

Ateş eşyalarla harlanıyor

 Akşam olduğunda soğuk dayanılamaz bir hal alıyor. Geceyi sokakta geçirecek yurttaşlar ateş yakmaya başlıyor, ateşi harlamak yıkılan evlerden arta kalan eşyalara düşüyor. Ateş başında bekleyen üç kadın dikkatimizi çekiyor. Gözleri ağlamaklı, abileri, yengeleri ve yeğenlerinin enkaz altında olduğunu anlatıyorlar. Güzel bir haber gelir diye de oradan ayrılmıyorlar. Arama kurtarma çalışmalarını takip ettiğimiz sırada tekrar artçı deprem oluyor. Bağırış sesleri yükseliyor. Kıpırdayamıyoruz. Bulunduğumuz noktada ağır hasarlı binalar var ve üzerimize doğru hareketlenmeye geçtiğini görüyoruz. İnsanlar alışmış olsa gerek oradan ayrılmıyorlar. Aslında gidecek yerleri de yok.

Gazeteciler hastaneye alınmıyor

 Ertesi gün Sürsürü Mahallesi’ne gidiyoruz. İki gün süren çalışmalarda üç kişinin cenazesine ulaşılmış. Her çıkan cenazeyle yakınlarını bekleyen yurttaşların çığlıkları yükseliyor. Yakınları sinir krizi geçiriyor. O acının tarifi yok. Enkazdan çıkarılanlar hakkında bilgi almak için gittiğimiz Şehir Hastanesi’nde ise neredeyse kovuluyoruz. Yetkili “Bilgi veremiyoruz” deyip duruyor. Üstüne “Ne gerek var haber yapmaya, size ne, ilgilenen ilgileniyor” söylemleri ile karşılaşıyoruz. Oysa o zamana kadar kimi basın mensupları içeri alınmış ve enkazdan çıkarılanlar ile hastane içerisinde görüşmeler yapılmış bile.

Akşam karanlığı çökerken Alevilerin yoğunlukta yaşadığı Yıldızbağları Mahallesine yol alıyoruz. Halkın bir bölümü burada bulunan cemevinde. Sığınacakları en güvenli alan olarak burayı görmüşler. Kapının önünde bir TIR duruyor. Bir belediyeye ait olan TIR mahalleliye yardım dağıtıyor. Cemevine girdiğimizde kadınların sohbet ettiğini görüyor ve hemen sohbete dahil oluyoruz. Gazeteci olduğumuzu söyleyince tedirgin oluyorlar ama “Şimdiye kadar devlet yetkilisi kimse bize uğramadı. Oysa kapımız herkese açık” demekten de kendilerini alamıyorlar. Sohbete devam ediyoruz ve bir kadın “Eğer yıkılan bizim mahalle olsaydı en son bizi kurtarmaya geleceklerdi. Bizler Aleviyiz ya Müslüman değiliz” diyerek sitemini dile getiriyor. Yetkililere oldukça öfkeli olan ve dışlandıklarını söyleyen Alevi kadınlar, önemsenmedikleri düşüncesindeler. Akşamları cemevinde kalanların olduğunu öğreniyoruz. Yukarı katı onlar için ayrılmış. İzin isteyip onlar ile görüşüyoruz. Oldukça geniş olan bir salonda birkaç aile yerleşmiş. Selam verdikten sonra sohbete başlıyoruz. Bizleri görünce biraz şaşırıyorlar. Şimdiye kadar kimse onlara gitmemiş, halleri hatırları sorulmamış. Yurttaşlar “Neden Cem Evi?” sorumuza ise “İlk aklımıza güvenli yer olarak burası geldi, kimse bizi evine almazdı” diyor. Yurttaşlar, yardımların asıl verilmesi gereken ihtiyaç sahiplerine verilmediğinden şikayetçi. Cemevinden sıcak bir uğurlama ile ayrılırken, asıl maneviyatla mutlu olan ve burada kalan Alevilerin mi yoksa bir gazetecinin Sivrice’de çadırda kalan bir aileye zorla söylettirmeye çalıştığı “Mutlusunuz değil mi halinizden” sorusunun cevabını ise size bırakıyoruz.

Yetkililer deprem sonrası saat başı açıklamalar yapadursun asıl önemli olan Elazığ halkının söyledikleri ve yaşadığı gerçeklik. 6.8 deprem sonrası geride “İhmal var mı yok mu? Deprem hazırlıkları gerçekten yapılıyor mu?” soruları cevap bekliyor. Geride ise yaşamını yitiren onlarca kişi, arkalarında kalan sevdikleri ve binlerce yaralı, önlem alınmadığı için yıkılan evler, ağır hasarlı binalar kalıyor.

EN SON EKLENENLER