İran 40 senedir ‘kahrolsun Amerika’ diyor!

İran 40 senedir Amerikalılara şeytan diyor, 40 senedir Amerikan bayrağını yola çizip arabalarla üzerinden geçiyor, 40 senedir her Cuma namazında Amerika’ya karşı “kahrolsun” sloganını atıyor. 40 senedir içeride vatandaşa “yemişim Amerikalının aklını” diyorlar. Amerikalı alsın Boeing’ini boynuna kurdele yapsın, bizim iman gücümüz var, üstelik Allah bizim yanımızda, mutlak zafer bizimdir, mutlaka yeneceğiz sloganları attılar, sonuç? Ne oldu… yüzlerce sivil ve asker, eskimiş ve yedek parçası olmayan uçak kazalarında canını kaybetti.

40 sene sonra bu ay İran, yaptırımlar kalkınca 100 adet Boeing uçağı sipariş etti. Dikkat o beğenmediğimiz Boeing 6 milyon parçadan oluşuyor, yani yüzbinlerce kalıp, tasarım ve mühendislik, leblebi değil bu.

Gooood morrrrning! Bu neyi hatırlattı bana, bilirsiniz kahya ve ağa hikayesini, bilmeyenlere bir hatırlatayım:

Maraba ile ağa, ağanın arabasında tıngır mıngır kasabaya gidiyorlar. Yolun yarısında, arabayı çeken hayvan patır kütür yola pisliyor. Ağa marabasının arabada gözü olduğunu biliyor. Hem marabayı küçük düşürmek hem de eğlenmek için, “Üle Memo! Şu boku yersen, arabayı sana verecem” diyor. Bizimki bir an düşünüyor, kararını veriyor, koşumları ağaya uzatıp arabadan iniyor ve taze at pisliğini yiyor. “Tamam”, diyor ağa “araba senin” Bizimkinin midesi dönmüş, gururu çiğnenmiş, kendinden iğreniyor.

Ağa ise bir dakikalık bir eğlence uğruna arabasından olduğuna pişman, kendi budalalığına yanıyor. Dönüş yolunda ikisinin de ağzını bıçak açmıyor, ikisi de kurdukça kuruyorlar. Tam marabanın pislik yediği noktaya geldiklerinde ağa dayanamıyor; “Üle Memo! Bir halt ettim, şaka uğruna araba elden gitti, b.k yemenin ederini vereyim, arabayı geri alayım.” Memo’nun genzinde, ağzında, yüreğinde, öfkesinde hâlâ pislik tadı var. “Olur Ağam” diyor, “olur ama bir şartla: sen de aha şu kalan kurumuş b.kları yiyeceksin ki ödeşelim.” Ağanın gözü kararmış, iniyor bir miktar pislik de o yiyor. Çiftliğe yaklaşırlarken, Memo düşünceli, kederli soruyor: “Ağam, araba giderken de senindi dönerken de senin, peki biz bu kadar b.ku neden yedik?”

Şimdi bu durum tüm üçüncü dünya ülkeleri için geçerlidir. Gerçi benim dilim üçüncü demeye varmıyor, keşke “dünyada olmayan ülkeler” diyebilsek, daha doğru olacak. Şimdi kardeşim, madem eninde sonunda gidip o IPhone’u alacaksın, madem eninde sonunda bilime boyun eğeceksin, ee benim şuursuz kardeşim, ne olur baştan bilime saygı göstersen de bir şeyleri de kendin yapsan.

İran niye 40 senede Boeing’e alternatif yapamadı bilir misiniz?

Bilmezsiniz, ben söyleyim, eski Cumhurbaşkanı Ahmadinejad’a dediler ki sizden beyin göçü var, bundan rahatsız mısınız? Çünkü yüzbinlerce okumuş kalifiye İranlı doktor, mühendis, uzman Kanada’ya yerleşiyorlar, Avustralya’ya yerleşiyorlar.

Ahmadinejad ne dedi biliyor musunuz? Güldü ve cevap verdi “bizim için taahhüt, tahassüsten önce gelir, yani kişinin uzmanlığına değil ideolojisine bakarız. Zaten ideolojik olarak bize katılmayan birisi allam-e dahr de (her şeyi bilen alim) olsa ondan fayda gelmez.”

Şimdi atom bombası atan Amerikalı’nın üniversitesinde gidip bilim yapabilen Japon’u düşünün, böyle düşünseydi ne olurdu. Alman asıllı Freud’u Almanlar ile savaşta iken İngiltere’ye davet eden İngilizler böyle düşünseydi ne olurdu.

Konuyu anlamanız için bir örnek daha vereceğim. Okumuş ve parası olan İranlılar (işe yarayanlar) Avustralya devleti tarafından çalışma vizesi başvurusu ile göçmen olarak kabul ediliyor, ama bundan çok fazlası kaçak yollardan gitmeye çalışıyor ve Avustralya devleti Papua Yeni Gine adalarında göçmen kampları yaparak bu mültecileri orada tutup caydırmaya çalışıyor, bölge neredeyse Ekvador çizgisine çok yakın olduğu için sıcaklık 50-55 dereceyi bulabiliyor…

Mülteciler isyan ettiler ve İranlı bir mülteci bir güvenlik görevlisiniz silahını aldı. Sahildeki gemiden kameralarla takip eden deniz kuvvetleri o İranlı’yı vurarak öldürdü. İran Devleti diplomatik olarak çok şiddetli tepki verdi ve Tahran Avustralya Büyükelçisini derhal dışişleri bakanlığına çağırıp, “bizim her bir vatandaşımız değerlidir, derhal bunun sorumlularını cezalandırmanızı istiyoruz” dediler.

Avustralyalı büyükelçi (150 senelik tarihi olan bir devlet), İranlı dışişleri müsteşarına (3000 senelik tarihi olan bir devlet) verdiği cevaba bakın “Efendim çok üzgünüz, mutlaka araştıracağız, ancak lütfen sizde bu konuyu araştırın: Madem insanınıza bu kadar değer veriyorsunuz, neden binlerce km uzaktan bunca sıkıntıya rağmen doğduğu ülkeye geri dönmek istemiyor? Siz bu insanlara ne yaptınız ki bunca sıkıntıya rağmen kaçmak uzaklaşmak istiyorlar?”

1953 senesi Ağustos ayında kaleme aldığı “bilim ve düşünüm” makalesinde Martin Heideggerşöyle der “bilim, var olan her şeyin bize kendisini sunduğu bir yoldur ve aslında tayin-edici bir yoldur.”

Bilimi küçümsemiş milletlerin başına gelecek bundan öte değildir. Bilime saygısı olmayan, ama bilimin nimetlerini kullanmayı bilen ikiyüzlüler, bin sene değil yüz bin sene de geçse bu kafa işletim sistemiyle trenin sonunda sallanan vagonlar olmaya mahkûmlar.

Ben batı hayranı değilim ama ben hakka ve emeğe saygılıyım. Onun fikrini beğenmiyorsan, gevezelik yapacağına oturup iş üreteceksin, bir civata bir milyon slogandan daha çok iş yapar. Ama iş üretmeden bilim yapmadan önce felsefesini kuracaksın, ideoloji üzerine değil insan üzerine. Çünkü senin ideolojin senin ruh haline göre sürekli değişkenlik gösteriyor.

Anooshirvan Miandji
İranlı, Eczacı – Bilkent Üniversitesi Öğretim Üyesi

EN SON EKLENENLER