‘İşkence eski dönemlerle kıyaslanamayacak kadar arttı’

 İHD, TİHV, Diyarbakır Barosu ve Tabipler Odası, son 2 yılda bölgede işkencenin eski dönemlerle kıyaslanamayacak şekilde arttığını vurguladı. Açıklamada, OHAL ile birlikte işkencenin hayatın her alanında kat be kat arttığı vurgulanarak, Türkiye’ye imzacısı olduğu anlaşmalara sadık kalmaya çağırıldı.

İnsan Hakları Derneği (İHD), Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV), Diyarbakır Barosu ve Diyarbakır Tabip Odası tarafından, “26 Haziran İşkenceye Karşı Mücadele ve İşkence Görenlerle Dayanışma Günü” vesilesiyle TİHV Temsilciliği’nde basın toplantısı düzenlendi. Açıklamaya kurum temsilcileri ve üyeleri katıldı. Açıklamayı yapan TİHV Diyarbakır Temsilcisi Barış Yavuz, 26 Haziran’ın Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu tarafından tüm dünyada “İşkenceye Karşı Mücadele ve İşkence Görenlerle Dayanışma Günü” olarak ilan edilişinin 20. yılı olduğunu hatırlatarak, işkenceye ortam oluşturan OHAL’in derhal kaldırılması ve işkence yasağına uyulmasını istedi.

Yavuz, işkencenin dünyanın pek çok ülkesinde devletler tarafından toplumlara karşı insanlık dışı bir cezalandırma ve yıldırma aracı olarak kullanıldığını belirterek, sadece otoriter rejimler ve diktatörlüklerde değil, gelişkin demokrasilerde bile işkencenin arttığını söyledi.

‘İŞKENCE KIYASLANMAYACAK BOYUTA ULAŞTI’

Türkiye’nin de İşkenceye Karşı Sözleşme’yi 1988 yılında kabul ettiğini vurgulayan Yavuz, Anayasa ve Ceza Kanunu’nda işkenceyi yasakladığını anımsattı. Yavuz, buna rağmen son yıllarda, özellikle de bölgede 2015’in Temmuz ayında yeniden başlayan çatışma ortamı, 15 Temmuz 2016 darbe girişimi sonrası ve ardından ilan edilen OHAL sürecinde, cezaevlerinde, her türlü toplumsal gösterilere müdahale sırasında ya da gündelik olaylarda, resmi ya da resmi olmayan gözaltı ortamlarında işkence ve diğer kötü muamele uygulamaları ve iddiaları önceki dönemlerle kıyaslanmayacak boyutlara ulaştığını aktardı.

‘BÖLGEDE 218 KEZ YASAK İLAN EDİLDİ’

Yavuz, ilan edilen yasakların yol açtığı hak ihlallerine işaret ederek, TİHV Dokümantasyon Merkezi’nin şu verilerinden örnek verdi: “Sokağa çıkma yasaklarının uygulanmaya başlandığı ilk tarih olan 16 Ağustos 2015 ile 1 Haziran 2017 tarihleri arasında, Mardin 32, Hakkari 20, Şırnak 13, Bitlis 8, Batman 3, Muş, 4, Bingöl 5, Dersim 5, Elazığ 1 toplam 10 il ve en az 43 ilçede, resmi olarak tespit edilebilen en az 218 süresiz ve gün boyu sokağa çıkma yasağı ilanı gerçekleşmiştir. 2014 nüfus sayımına göre söz konusu il ve ilçelerde yaşayan en az 1 milyon 809 bin kişi yasaklar nedeniyle başta yaşam ve sağlık hakkı olmak üzere en temel hakları ciddi bir şekilde ihlal edilmiştir.”

İŞKENCENİN VERİSİ

Yine 2015 yılının Temmuz ayından bu yana bölgedeki çatışmalı süreçte gözaltında veya gözaltı dışında, cezaevlerinde ve toplumsal gösterilerde işkence uygulamalarının çok fazla arttığını ifade eden Yavuz, şöyle konuştu: “İHD Diyarbakır Şubesi’nin verilerine göre 2016 yılı ve 2017 yılının ilk 3 ayında, yani toplamda 15 aylık zaman diliminde bölgede 234 kişi gözaltında, 320 kişi cezaevlerinde, 171 kişi gözaltı yerleri dışında ve 108 kişi de toplumsal gösterilerde işkence gördü. TİHV Diyarbakır Temsilciliği’ne ise 2016 yılı ve 2017 yılının ilk 5 ayında 277 kişi muhtelif yerlerde ve zamanlarda işkence gördükleri gerekçesiyle başvuruda bulundu.”

‘DARBEDEN SONRA İŞKENCE KAT BE KAT ARTTI’

Yavuz, çatışmaların yeniden başladığı 2015’in Temmuz ayından itibaren 15 Temmuz 2016 askeri darbe girişimi sonrasında ilan edilen OHAL sonrasında gerek “sokağa çıkma yasakları”nı gerekse OHAL uygulamalarını protesto edip barış, demokrasi ve adalet talebinde bulunan her türlü toplantı ve gösteriye yönelik güvenlik güçlerinin işkence düzeyine varan aşırı ve orantısız güç kullanımında olağanüstü bir artışın söz konusu olduğunu kaydetti. Yine buna karşı direnen kamu emekçileri Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın güvenlik güçlerinin şiddetine maruz kalıp onlarca kez gözaltına alındığını hatırlattı.

‘CEZAEVLERİ DOLUP TAŞTI’

İşkenceye zemin hazırlayan bir başka düzenlemenin ise tutuklu ve hükümlülerin yeniden ifade almak amacıyla cezaevlerinden sorgu merkezlerine geri götürülmelerini sağlayan düzenleme olduğunu aktaran Yavuz, “Cezaevi nüfusunda görülen artışa paralel olarak tutuklu ve hükümlülere yönelik işkence ve diğer kötü muamele uygulamaları da, ne yazık ki, olağanüstü artmıştır. Cezaevlerinde bulunan tutuklu ve hükümlü sayısı 2005 yılında 55 bin 870 iken, bu sayı, denetimli serbestlikle ilgili düzenlemelerde yapılan değişikliklerle gerçekleştirilen ‘örtülü OHAL affı’na rağmen, 17 Şubat 2017 itibari ile 209 bin 941’e yükselmiştir” dedi.

‘İMRALI CEZAEVİ KAPATILSIN’

Yavuz, 2000 yılından bu yana uygulanmakta olan, tutuklu ve hükümlülerin fiziksel ve psikolojik bütünlüklerinin ciddi şekilde zarar görmesine yol açan tek kişi ya da küçük grup izolasyonu/tecrit uygulamalarının özellikle F tipi cezaevlerinde bu dönemde daha da ağırlaştırıldığını belirterek, “Tecridin en sık uygulandığı İmralı F Tipi Cezaevi ise bir an önce kapatılmalıdır. Hasta mahpusların durumu ise başlı başına bir sorundur. 22 Haziran 2017 tarihli son İHD verilerine göre cezaevlerinde toplam 357’si ağır olmak üzere bin 21 hasta mahpus bulunmaktadır. Adalet Bakanlığı’nın verdiği bilgilere göre ise; 2017 yılı Şubat ayı itibarıyla, Adli Tıp Kurumu raporuyla ağır ve sürekli hastalığı belgelenen tutuklu ve hükümlü sayısı 841’e ulaşmıştır” diye belirtti.

‘İŞKENCE YAYGINLAŞIYOR’

Özellikle gözaltı ve cezaevi koşullarında sık rastlanılan, çıplak arama dayatmalarına da dikkat çeken Yavuz, kadınlara ve LGBTİ bireylere yönelik eril şiddetin de yaygınlaştığını söyledi. Yavuz, çocukların maruz kaldığı işkence ve diğer kötü muamele uygulamalarındaki artışın yanı sıra çocukların bulunduğu cezaevlerinde yoğunlaşan işkence iddialarına yönelik tüm girişimlere karşın hiçbir etkin soruşturma yürütülmediğine işaret etti. Yavuz, çocuk tutukluluğuna son veren yasal düzenlemelerin gerçekleştirilerek çocuk hapishanelerinin kapatılmasının öncelikli bir gündem olarak ele alınmasını istedi. İşkencenin bu boyuta gelmesinin nedenlerinden birinin de işkence yasağının uygulanmadığı ve cezasızlık kültürü olduğunun altını çizen Yavuz, “Cezasızlığın bir devlet politikası olması ve her düzeyden devlet ve hükümet yetkilisinin, işkenceyi meşrulaştırıcı söylem ve davranışları bu kültürün güçlenmesine neden olmaktadır” diye belirtti.

‘OHAL DERHAL KALDIRILSIN’

Türkiye’deki işkencenin artmasında üzüntü ve kaygı duyduklarını ifade eden Yavuz, “Elbette bu tablonun oluşumundan insan haklarına saygıyı ve demokrasiyi bir değer olarak kabul etmeyen egemen zihniyetin kendisi doğrudan sorumludur. Bu zihniyet er ya da geç mutlaka değişmelidir. Bununla birlikte göreceli de olsa bazı öncelikli adımların atılması mümkündür. Söz konusu çekirdek hakların en başında ise ‘işkence yasağı’ gelmektedir. Zaten ‘İşkenceye Karşı Sözleşmenin’ ikinci maddesinde de ‘savaş veya yakın savaş tehdidi dâhil hiçbir siyasi istikrarsızlık ya da olağanüstü hal işkence için gerekçe olamaz’ denilmektedir. Dolayısıyla bu emredici kurala mutlaka uyulmalı ve işkenceye ortam yaratan, her türlü denetimden uzak, keyfi kararnamelerle uygulanan OHAL derhal kaldırılmalıdır” diye uyardı.

‘İŞKENCEYE KARŞI MÜCADELEYİ SÜRDÜRECEĞİZ’

Yavuz, açıklamayı şu sözlerle noktaladı: “İnsani değerlerimize ve varoluşumuzun anlamına ters düşen, daha aydınlık bir gelecek için taşıdığımız umutlara gölge düşüren ‘işkence’nin ülkemizden ve dünyadan mutlak olarak silinmesini istiyoruz. Bu hedefe ulaşıncaya kadar da, işkence görenlerin tüm örtbas etme, korkutma, susturma çabalarına karşın başlarına geleni kader olarak kabul etmeyip işkence gördüklerini yüksek sesle haykırabilmeleri ve kendilerini güvende hissetmeleri için her koşulda yanlarında olmaya devam edeceğiz. İşkence yasağını ihlal eden tüm faillerin hiyerarşik sorumluk sırasıyla açığa çıkarılmaları, korunmamaları ve cezasız kalmamaları için inatla işkenceyi belgelemeye ve rapor etmeye, yargının koruyucu kalkanına karşı hukuksal araçlarla mücadele etmeyi sürdüreceğiz.”

EN SON EKLENENLER