Kayıplar Haftası’na ‘zaman aşımı’yla girdiler

Gözaltında Kayıplara Karşı Uluslararası Mücadele Haftası’na girmeden bir hafta önce bir faili meçhul cinayetin daha üstü kapatıldı. 5 Mayıs’ta dosyası zaman aşımına uğrayan Kenan Bilgin’in kardeşi İrfan Bilgin, devletin dosyaları sumen altı ettiğini ve 20 yıl sonra kapattığını söyleyerek mücadelelerinin devam edeceğini kaydetti.

Cumartesi Anneleri ile Arjantinli Plaza De Mayo Annelerinin kayıp yakınları için yaptıkları oturma eylemleri 17-31 Mayıs “Gözaltında Kayıplara Karşı Uluslararası Mücadele Haftası” kabul edildi. 17-19 Mayıs 1996 tarihleri arasında toplanan Uluslararası Gözaltında Kayıplar Kurultayı, Arjantinli Plaza De Mayo Anneleriyle Cumartesi Annelerini ve dünyanın birçok yerinden kayıp ailelerini bir araya getirdi. Bu kurultayda birincisi; birleşik mücadelenin sürekliliğini sağlamak amacıyla Gözaltında Kayıplara Karşı Uluslararası Komite’nin (ICAD) kurulmasına karar verildi. İkincisi; Hasan Ocak’ın işkence edilerek öldürülmüş bedeninin bulunduğu tarih olan 17 Mayıs tarihinden hareketle, 17-31 Mayıs tarihlerini “Gözaltında Kayıplara Karşı Uluslararası Mücadele Haftası” ilan edildi.

Yıllardır gözaltında kaybetmelere karşı kayıp yakınları mücadele ederken, dosyalar zaman aşımına uğruyor. Bu dosyalardan bir tanesi ise geçtiğimiz Cuma günü zaman aşımına uğrayan Ankara’da 12 Eylül 1994 tarihinde gözaltına alınarak kaybedilen Kenan Bilgin dosyası. Avukat Kamil Tekin Sürek ile Bilgin’in kardeşi İrfan Bilgin dosyaya ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

‘SAVCI GÖRMEK İSTEMİŞ EMNİYET İZİN VERMEMİŞ’

Avukat Kamil Tekin Sürek, Bilgin ile gözaltına alınan arkadaşlarının savcılığa çıktığında Bilgin’i göremeyince avukat ve yakınlarına bilgi verdiğini belirterek, “Cezaevine gider, gitmez de dilekçelerle savcılığa suç duyurusunda bulundular. Ailesi de suç duyurusunda bulundu. Savcılık o suç duyurusu üzerine tanıkların ve müştekilerin ifadelerini aldı. Kenan Bilgin ile aynı operasyonda yakalanan 11 kişi tanıklık yaptı. O sırada bir nedenle gözaltına alınmış İstanbul’da avukatlık yapan Murat Demir de Ankara’da şubedeydi. O da tanıklık yaptı. 12 kişinin tanıklığına rağmen savcı dava açmadı” dedi. Avukatların emniyete sürekli yazılar yazarak Bilgin’i sorduğunu ifade eden Sürek, yazılan yazıların hiçbirine avukatların cevap alamadığını söyledi. Sürek, o dönemin savcısının Bilgin’i aslında çok sorduğunun ortaya çıktığını belirterek, “Savcı gidip olay yerini görmek istemiş, ancak emniyet izin vermemiş” dedi.

‘BİLGİN, BENİ ÖLDÜRECEKLER DİYE SESLENMİŞ’

Dosyada olan tanıkların Bilgin’in kendileri ile gözaltında olduğunu söylediklerini ve yoğun işkence gördüklerini belirttiklerini söyleyen Sürek, “Kenan Bilgin sahte kimlik ile yakalanmıştı. Bir süre o olduğu bilinmiyordu. Ama bir süre sonra Kenan Bilgin’in tuvalete falan gidip gelirken koridorda diğer hücredeki insanlara seslenerek gerçek isminin Kenan Bilgin olduğunu, polisin kendisini öldürmek istediğini, dolayısı ile bu durumu dışardaki insanlara, ailesine iletmesini istemiş. Daha sonra da hücreye getirilmemiş” dedi. Ailenin Bilgin’i göremedikten sonra suç duyurusunda bulunduğunu kaydeden Sürek, “Soruşturması öyle kaldı. Belli bir süre savcılıktan netice çıkmayınca Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) başvuru yapıldı. Ben AİHM aşamasında olaya dahil oldum. Tanıkların ifadelerini yazdık AİHM’e başvurduk. AİHM önce Avrupa’da Murat Demir’i dinledi. Çünkü Murat Demir hakkında açılan davalar nedeni ile Almanya’da ilticacı olmuştu. Sonra hem Türkiye’deki tanıkları dinlemek için hem de keşfi yapmak için Ankara’ya geldi. 4-5 gün Ankara’da kaldı” diye konuştu.

‘SES 2-3 HÜCRE ÖTEDEN DUYULUYORDU’

AİHM’in Ankara’ya geldikten sonraki aşamaları anlatan Sürek şöyle devam etti: “AİHM heyeti ile birlikte Ankara Siyasi Şubesi’ne gittik. İşte hücrelere tek tek girip inceledik. Tabi polis hücreleri tertemiz yapmıştı. Hiç kimse yok. Siyasi şubeyi boşaltmışlardı. AİHM aşamasında Ankara Başsavcı Yardımcısı vardı. Devletin avukatları vardı. Bizim iddialarımıza karşı siyasi şubede böyle bir koridora çıkıp da tuvalete gidip gelirken ya da sorguya gidip gelenlerin hücrelerde görülemeyeceğini, sesinin duyulamayacağını ya da 2 tane hücrenin birbiri ile konuşamayacağı gibi iddiaları vardı. Bizim yalan söylediğimizi bunların fiili olarak mümkün olmadığını iddia ediyorlardı. Tabi biz oraya gidince gördük ki her şey tanıkların anlattığı gibidir. Hakimler tek tek hücrelere girerek bizim iddialarımızı test ettiler. Olabilir mi olamaz mı diye? Hücrelerin çoğundan koridor görünüyordu. Kenarlarında açıklıklar, delikler vardı. Ondan sonra koridorda geçen biri seslendiği zaman hücreden duyuluyordu. Buradaki hücreden seslendiği zaman 2-3 hücre ötedeki insanlar duyabiliyordu. Bunların hepsini denediler ve kontrol ettiler.”

‘DEVLETİN TANIKLARI KENDİNİ YALANLADI’

Keşiften sonra tanıkların dinlendiğini ve Ankara’daki Adli Kütüphanesi’nin duruşma salonu şekline getirildiğini ifade eden Sürek, “Biz 3 avukat arkadaş katıldık. Devletinde 4-5 tane avukatı vardı. Önce bizim tanıklar geldiler ve baştan beri çeşitli yerlerde söyledikleri ifadelerini tekrarladılar. Sonra devletin 4 tanığı vardı. Bunlardan bir tanesi Ankara Emniyet Müdür Yardımcısı. 1 tanesi olayı soruşturan savcı, 1 tane oradaki görevli polis, 1 de savcı yardımcısı vardı. Savcı yardımcısı keşfe gelmemişti. Biz savcı yardımcısına sorular sorduk. Dedik siz oraya gittiniz mi? Bir sürü rapor yazmış bizim iddialarımıza karşı, ‘gittim orayı inceledim’ dedi. Birkaç soru sordum. Hücreler kaç metrekaredir? ‘Şimdi söyleyemeyeceğim’ dedi. Yuvarlak bir şey söyleyin dedik. Bu bir rakam söyledi hiç alakası yoktu. Hücrelerde lamba var mı diye sordum. Yok dedi ama halbuki vardı. Dedim yatacak yer var mı? Yok dedi. Yani gitmemiş. Verdiği cevaplar onun oraya gitmediğini gösteriyor. Çünkü orada ranza tipi şeyler vardı. Böylece bütün o yazdıklarının sahte olduğu ortaya çıktı.

Ondan sonra emniyet müdür yardımcısı geldi. Siz nasıl bir gerekçe ile operasyon yapıyorsunuz diye sorduk. Şimdi bu dedi ki ‘Biz Türkiye’de devletin var olduğunu terör örgütlerine hissettirmek için böyle senede 1-2 defa operasyon yaparız. Bu tür örgütlere bir nevi kepçe operasyonudur. Alırız böyle 50-100 kişi. Sonra bunların yüzde 50-75 savcılıkta ayıklanır. Diğer geri kalanların ise bir takım itirafları ve üzerlerinde ellerinde bulundurdukları bir şeyler varsa onları savcılığa sevk ederiz’ dedi. Bu tabi AİHM savcıları için inanılmaz bir şey. Böyle bir ceza soruşturması olmaz. Bir de tabi onların polisin alıp da yüzde 75’ni bırakırız dedikleri şey, kalan yüzde 25 kişiye işkence yaptırılarak bir takım suçların kabul ettirilmesi ile oluşturulan ifadeler ve o ifadelere dayanarak mahkemeye ve savcılığa sevk ediliyor. Burada da polisin nasıl çalıştığı ve işkence yaptıkları kendi ifadelerinde ortaya çıkmış oldu. Sonra orada görevli olan siyasi şubedeki polis dinlendi. O da 10-15 günlük hangi saatte kim nöbetçi çizelgesi hazırlamış. O listeyi hakimlere verdi. Tabi fotokopisini de bize verdiler. Listeye bir baktım, hep aynı kişinin el yazısı. 10-15 gün sürekli çalışmış gözüküyor adam. Ben adama listedeki yazının kendisine ait olup olmadığını sordum. ‘Benim yazım’ dedi. Çalışma şekillerini sordum. Üç vardiya çalıştıklarını söyledi. Dedim listeyi hazırlamışsınız demek ki 10-15 gün hiç ara vermeden, eve gitmeden uyumadan orada çalıştınız. Burada öyle gözüküyor. Adam kızarıp bozuldu. Bununla da listenin sonradan düzenlendiği açığa çıktı” diye ifade etti.

‘SAVCI OLAYI SORUŞTURDUĞUM İÇİN SÜRGÜN EDİLDİM DEDİ’

Soruşturmayı yürüten savcı Selahattin Kemaloğlu’nun 2’nci gün ifadeye geldiğini belirten Sürek, “Savcı ‘Ben 40 yıllık savcıyım, aslında bütün gece sabaha kadar uyumadım, düşündüm, gelip gelmeme konusunda. Çünkü ben bu olaya baktıktan sonra ve soruşturma için ısrar ettikçe beni Ankara’nın ilçesine sürdüler ve lojman vermediler. 40 senelik bir savcı ilçede görev yapmaz büyükşehirde yapar. Ben ayrıca buraya gelirken devletin avukatları beni kapıda karşıladı. Bana nasıl ifade vermem gerektiğini anlatmaya çalıştılar. Ben buna çok üzüldüm. Ben 40 yıllık savcıyım kimse benim nasıl ifade vereceğimi söyleyemez’ dedi. Devletin avukatları ise ‘yok sayın savcım biz size hoş geldiniz, geçmiş olsun diye geldik’ dediler. Savcı da ‘Ben Kenan Bilgin’in gözaltına alınıp kaybedildiğine inanıyorum. Benim arkadaşım Yusuf, Sağlık Bakanlığı’nda bürokrattı. Onu polisler çevirdi gözaltına aldı. Sonra öldürüp cesedini bir yere attılar’ dedi. Birkaç kişi daha söyledi. ‘Kürtlere bu ülkede baskı yapıyorlar’ dedi. Bu sefer devletin avukatları ‘Sayın savcım Kürtler burada cumhurbaşkanı olabiliyor, başbakan olabiliyor’ dediler. O da ‘Tabi olabilir. Her gün kalkıp Türküm, doğruyum, çalışkanım derse cumhurbaşkanı da olur, başbakan da olur. Ama ben Kürdüm derse, Kürt kimliğini söylerse böyle ezilir, işkence görür, hapse atılır, kaybedilir’ dedi” şeklinde anlattı.

AİHM’in Bilgin’in gözaltına alındığını ve kaybedildiğini devletin de bu konuda yeterli hukuki bir süreç işletmediğini anladığını söyleyen Sürek, iç hukuktu bir şeyin değişmediğini ve yaptıkları birçok başvurunun reddedildiğini söyleyerek, davanın zaman aşımına uğratılıp kapatıldığını söyledi.

‘HALK HAREKETİ İLE YARGILAMALAR OLABİLİR’

Bütün bu süreçler yaşandığında bir polisin Bilgin’in kardeşi İrfan Bilgin’i aradığını belirten Sürek, “Emniyette ağırlaştığını sağlık durumunun kötü olduğunu ve bunun üzerine Gölbaşı’na götürdüklerini orada tedavi etmeye çalıştıklarını ve orada öldükten sonra da orada araziye gömüldüğünü söylemişti” dedi. Bütün devletlerin geleneksel olarak işkence yapmak isteyenleri ortaya çıkarmak istemediğini dile getiren Sürek, sistemin sorgulanmasını istemediklerini belirtti. Bu tür davaların ancak sistem değiştiği zaman demokrat bir sistem geldiği zaman yargılamanın olabileceğini sözlerine ekleyen Sürek, “Hangi iktidar olursa olsun ister CHP ister AKP iktidarı olsun bu cinayetlerin faillerini açığa çıkarmadı. Ancak bir halk hareketi ile değişim olursa bu davaların hepsi görülür ve yaşıyorlarsa failler yargılanır. Sağ değilseler bile bu cinayetlerin gerçek failleri tarihe tespit edilerek yazılır. Bunun için bu davalar bitmedi diyoruz” dedi.

‘DEVLET DOSYALARI SÜMEN ALTI EDİYOR’

Bilgin’in kardeşi İrfan Bilgin de dosyalarında Bilgin’in kaybedildiğine dair çok büyük delilin olduğunu söyleyerek, “Bu kadar ip ucu ve emare varken bugün Türkiye Cumhuriyeti’nde adalet dağıtan bu savcılar, hakimler kalkıp bize şunu söyleyebiliyorlar: ‘Herhangi bir emareye rastlanmadı, herhangi bir ip ucu bulunmadı. Bundan dolayı dosya zaman aşımına uğrayıp, kapatılmıştır.’ Şimdi ben şunu soruyorum yargıçlara ve bu adalet dağıtan mekanizmaya. Nasıl bir ipucu istiyorlar bizden? Dosyada her şey var” diye konuştu. Bilgin, “Biz bu sistemden bir adalet beklemiyoruz; ama bu insanlarımızın dosyaları biz kapandı demeyinceye kadar kimse kapatamaz” diyerek gerçek adalet tecelli edinceye kadar, failler gerçek adalet önüne çıkıp yargılanıncaya kadar mücadele edeceklerini söyledi. Türkiye’nin dosyalara bakmadığını kaydeden Bilgin, “Dosyaları inceledikleri yok. O dosyaları sumen altı ediyorlar. 20 yıl sonra haber verin kapattık diyorlar. Devlet zaten ben aldım demez. Eğer sen yargı isen bağımsız düşünmen lazım. Bu olmayınca dosyalar 20 yıl bekletiliyor” diyerek gerekli yerlere başvurularının ve itirazlarının devam edeceğini ifade etti.

Sadiye Eser / Muhammet Doğru – dihaber

EN SON EKLENENLER