Kızılbaş-Alevilik’te dar adaleti !

Pir Sultan’ım yeryüzünde
Var mıdır noksan sözümde
Eksiğim kendi özümde
Dar’ına durmaya geldim

Alevilik Mezopotamya-Anadolu kökenli   kendine özgü bir inançtır. Alevi inancı merkezine insanı alan ve insanın yaşadığı dünyada eşit, özgür,  iyi, mutlu, kendisi ile barışık, doğa ile dost, sevgi dolu, kardeşlik duygularıyla, dayanışma hisleriyle donanmış bir toplumsal inançtır. Alevi inancında üstün sınıf, üstün ırk, üstün  insan, üstün cins yoktur.

Alevilik bir doğal din, bir doğa dinidir. Doğa ile insanın çatışmasını değil uyumunu arzular. İnsan ile hakkın birliğinden  kalkar, giderek bütün evrenin birlikteliğini amaçlar. Yaşamı  insan için çekilmez bir ceza olarak değil insana sunulmuş bir armağan olarak algılar. Alevilik yaşanılan hayatta başta tanrı korkusu olmak üzere tüm korkuları aşmak demektir. Bırakalım insanın bir başka insana kulluğunu, insanın tanrıya kulluğunu da kabul etmez. Aleviliğin yüzü yaşama dönüktür. Aleviliğin yüzünde her zaman bir gülümseme vardır. Alevinin yüreğinde ise aşk ve sevgi vardır.

Alevilikte hukuk sistemi

Hukuk; toplumsal yaşamı düzenleyen, maddi yaptırımı olan kurallar bütünü olarak tanımlanır. Toplumsal yaşamı düzenleyen başka kurallar da vardır, ahlak kuralları gibi, din kuralları gibi. Hukuk bu kurallardan”yaptırım” unsuru ile ayrılır. Alevilik tek başına  sadece dini ritüelleri olan bir inanç değil, aynı zamanda bir toplumsal  yaşam projesidir. Toplumsal yaşamın sürmesi için mutlaka ihlal edildiği zaman, kuralı ihlal eden kişiye maddi bir yaptırımın uygulanması gerekliliği ileri sürülür. Bundan dolayı nerede bir insan topluluğu yaşıyorsa orada hukuk vardır.

Ilkel komünal ana erkil topluluktan ataerkil topluma geçişle birlikte toplumda sınıflaşmalarda ortaya çıkmaya başlamış, toplumdaki insanların üretenler ve üretmeyenler olarak çıkarları büsbütün farklılaşınca devletler ortaya çıkmış ve rızalığa dayalı ortak yaşamın yerini, zorunlu birlikteliğin sonucu olarak ortaya çıkan devlet kuralları almıştır. Devlet o toplumsal birlikteliğin dışında, ona yabancı bir güçtür. Devletin maddi yaptırıma bağlanmış kuralları hukuk olarak varlığını sürdürür.

Oysa köklerini sınıfsal ayrışmanın oluşmadığı anaerkil toplumsal  sistemden alan  Kızılbaşlıkta toplumun kendisi tarafından konulup, yine bizzat toplulukça yaptırıma bağlanan kurallar vardır ki bu kuralları devlet erkinin kurallarından ayırmak için “hukuk olmayan hukuk kuralları” olarak adlandırmak yerinde olur. İşte Alevilere özgü hukuk sisteminin ve hukuk kurallarının özelliği, niteliği bu şekildedir. Burada kuralı koyan ve yaptırımı uygulayan bizzat topluluğun kendisidir. Roma hukukundan kalan “nerede bir toplum varsa orada hukuk vardır” kuralı özgür, bağımsız ve merkezi otoriteyi reddeden ve kendi varlığını kendi iradesiyle varkılan Alevi toplumu için de geçerli olmuştur.

Alevi    Hukukunun Kökeni

Alevilerin içinde yaşadıkları devletlerin kurallarının varlığına karşın, ayrı bir hukuk sistemi yaratmaları nasıl ve neden gerçekleşebilmiştir? Daha açıkça soracak olursak Alevilerin ayrı bağımsız, özgün bir hukuk sistemi yaratmış olmalarının nedeni nedir? Bu sistemi ortaya çıkaran ve yaşatan koşullar nelerdir?

Alevilik öğretisi   içinde yaşadıkları İslam coğrafyasında “sapkın bir inanç” olarak nitelenmiş ve mensuplarının katledilmeleri için, en yüksek İslam dini temsilcileri Şeyhülislamlar eliyle haklarında birçok fetva verilmiştir.

İslam’ın dinsel anlayışı olan şeriata göre “Aleviler kafir ve mülhiddirler”. Onlar namaz kılmıyarak, oruç tutmayarak, hacca gitmeyerek, şarap içerek, inançlarını kadınlı erkekli cem toplantılarında saz çalıp semah dönerek yerine getirdikleri için şeriat hükümlerini açıkca çiğnemektedirler. Bu nedenle şeriata uymayan, dinden sapan bu topluluğun dağıtılması ve yeryüzünden silinmesi şeriatın emirleri gereğidir.Coğrafyamızda egemen inanç olan Emevi kökenli İslama  göre Aleviler öyle insanlardır ki bunların durumu şeriat nazarında Hıristiyanlardan daha kötüdür. Bir Hıristiyanın tövbe edip Müslümanlığa geçmesi mümkün iken Alevilerin tövbesi dahi kabul olunmaz.

15-16 yüzyıldan itibaren ise Osmanlı devleti Alevilere yönelik olarak sistemli bir baskı ve kıyım politikası izlemiştir. Osmanlı resmi tarih yazıcıları olan Vakanüvislerin eserleri dahi göstermektedir ki Alevilere uygulanan zulüm Engizisyon işkencelerini aratacak ölçüdedir. (Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. Ali Yıldırım, Osmanlı Engizisyonu, Ankara 1996)

Bölgemiz tarihsel gelişmelerini incelediğimizde görülecektir ki Aleviler; Alevilere özgü ayrı, varolan devlet hukukunun dışında ve bütünüyle ona yabancı bir hukuk sistemi yaratarak yaşamlarını devam ettirmişlerdir. Dışlanmışlık karşısına merkezi otoritenin hukuk sistemini dışlayarak birbirinden bağımsız çok farklı yerelliklerde de olsa içerikleri büyük ölçüde birbirine benzeyen bir hukuk sistemi ortaya çıkmışlardır.

Toplumlar kendisini varetmek için birçok kural geliştirmiştir. Bu kurallar kuşkusuz onlarca yıllık deniyimlerin sonucu olarak adeta imbikten süzülerek ortaya çıkmıştır. Bunlar rastgele konulmuş değil, sağlam esaslı kurallardır.

Alevilikteki kuralların esasını-amacını toplumun bir bütün olarak sağlıklı bir biçimde kendisini varetmesi, tehlikelerden, çürüme-çözülme ve aşınmalardan uzak tutulması oluşturur.

Alevilikte Dar Meydanı

Dâr, Farsça ve Kürtçe’de ağaç anlamındadır.  Kızılbaş inancında Terim olarak Hallâc-ı Mansûr’un idam edildiği veya asıldığı  ağaç direk anlamında dârağacını temsilen kullanılır. Alevilik’te talibin kendisini halkın ve  hakkın adaletine teslim ettiği meydanda ikrar verdiği yerin adıdır aynı zamanda. Can’ın can feda etmek üzere meydanda ikrar verdiği yerin adıdır.

Alevi toplumunun her türlü hukuksal sorunları; şikâyet, sorgulama, yargılama ve cezalandırma, aklama, ikrar verme veya yola girme, musahip tutma, kurban yada adaklarını yerine getirme, yıllık görgü ve sorgulardan geçme vb. hep Dar olayı içindedir.

Yapılan Cem’lerdeki ikrar verme, görgü-sorgu yapma, musahip tutma, mahkeme olma, kurban veya adaklar sunma ve dardan indirme hep Dar’a kalkılarak yapılır. Çok çeşitli hizmetler için Dar’lar kurulabilir.  Alevilikte kanlı kurban yoktur.  Canlı kurban vardır. Bu kurban ikrar veren talibin yani Can’nın kendisini özüyle sözüyle ve verdiği ikrarla Yol’a yani Hakikat kapısına kurban etme manasındadır.

Hüseyin Dâr’I, Fatıma Dâr’I, Mansur Dâr’ı ,  Nesimi Dâr’I, Fazlı(Fazlullah) Dâr’ı. Bu Dâr’lardaki duruş biçimleride ayrı ayrıdır. Hüseyin Dâr’ı ve Fatıma Dâr-ı’nın duruşları aynıdır. Yani sağ ayak baş parmağı, sol ayak baş parmağı üstüne konulur. Ellerde sağ el, sol el üstüne kapatılır ve göbek üstünde tutulur. Bu genel bir duruştur.Bu Dâr’ın nasıl olduğu ile şu hikaye anlatılır: Birgün Peygamber, kızı Fatıma ve damadı Ali ve torunlarıyla otururlar iken, Peygamber kızı Fatıma’dan içmek için su ister. Bu sırada çok çevik olan Hüseyin hızlı davranır su getirmeye gider, ama yolda ayağı bir yere çarpar ve sol ayak parmağı kanar. Suyu getirdiğinde, Peygamberin önünde elpençe divan durur. Ama parmağının kanını veya yarasını göstermemek için diğer ayağını onun üstünü kapatmak için koyar. Bu duruşun da ordan kaldığı üzerine rivayet edilir. Hüseyin belki anasının vereceği suyu, kendisi getirdiği için, annesi gibi Peygamberin huzurunda durmuş olmasına izafeten bu duruşuna Fatıma Dâr’ı veya duruşu denilebilir.

Yüzüstü yere kapanma duruşuyla temsil edilen Fazlullahi Hurûfî gibi yol uğruna başı boyundan kestirmeyi göze alma Fazlî (Fazlullah) Dâr-ı olarak ifade edilir.

Nesîmî gibi yol uğruna gerekirse derisinin yüzülmesini göze almadır. Bu anlayış diz üstü duruşuyla oturarak yapılır.

Hallâc-ı Mansûr gibi yol uğruna ölümü göze alma, asılmaya hazır olma demektir. Mansur Dâr’ı duruşu; sağ ayak baş parmağı, sol ayak baş parmağı üstüne konulur. Ellerde sağ el, sol el üstüne çapraz olarak göğüs üstünde tutulur. Baş asılı gibi yana yatırılır.

Alevilikte yargılama süreçleri dar meydanında gerçekleşir. Dar-ı Mansur olarak da adlandırılır. Dar meydanı Alevi canın kendisin tümüyle topluma teslim ettiği yerdir. Dara çekme, dara çekilme, dara durma bu teslim ve karar anını ifade eder.

İşte ikrar vererek yola girmek isteyen canların dara durmaları ve tüm canların onlar hakkında rızalığını-olurlarını almaları bu sürecin başlangıcıdır.

Alevilikte Suçun Unsurları

Alevi hukukunda toplumun “varlığını, birliğini, dirliğini” tehlikeye-zora sokacak, zaafa uğratacak, rencide edecek, incitecek her türlü fiil suç olarak nitelenmiştir. Suç kavramını ceza hukukunun anladığı anlamda almak doğru olmaz. Burada suç ile kasdedilen doğru-uygun-yerinde olmayan fiildir. Dolayısıyla özel hukuk-kamu hukuku türünden bir ayrım sözkonusu değildir.Yani uygunsuz davranışlar bireye ve topluma karşı işlenmiş diye ayrılmaz. Her türlü uygunsuz fiilin-suçun  tüm toplumun menfaatine yöneldiği düşünülür. Yani bir canın bir başka cana zarar vermesi halinde zarar gören canın zararı giderilmekle birlikte, fail tüm diğer canların da razılığını almak zorundadır.

Uygunsuz davranışı-suçu kimin işlediği ve kime karşı işlendiği de uygulanacak yaptırımlar açısından önem taşımaktadır.

Alevilikte suçun kime yönelik olarak işlendiğinin de ayrı bir önemi vardır. Şöyle ki bir suç hem Alevi olan bir insana hem de Alevi olmayan bir insana karşı işlenilebilinir. Bu durumda suç işleyen kişiye verilecek olan ceza sözkonusu suçun pasif sujesinin kimliğine göre değişir.

Yolda olmayan düşkün meydanında yargılanamaz. Fakat yol mensubu yolda olmayana karşı bir suç işlemişse o cem meydanında görülür.

Suçun pasif sujesi Alevi olmayan bir kimse olursa verilecek ceza daha da ağırlaştırılır. Yani pasif sujenin Alevi olmaması bir ağırlaştırıcı nedendir.

Bu yaklaşımın nedenini anlamak zor değildir. Çünkü bir yabancıya karşı suç işlenilmesi durumunda toplum dış bir tehlikeyle yüzyüze gelmektedir. Varlık ve birlik için dış tehlike yaratmak öyle kolay mazur görülebilecek bir davranış değildir ve dolayısıyla daha ağır yaptırıma tabi tutulur.

Uygunsuz davranışta bulunanın ya da suç işleyenin kimliği de ağırlaştırıcı bir neden olarak değerlendirilir. Bu daha çok topluma önderlik eden kişilerin sözgelimi pirin-mürşidin bir uygunsuz davranışı sözkonusu olduğunda gündeme gelir.

“Pirin çerağ gibi doğru durması, fitil gibi yanması, yağ gibi erimesi, nur gibi ışık vermesi” gerekir.

Pirin günahı olmaz gibi bir düşünce olamaz. Talibin işlediği suç bir günah sayılır. Ama pir ve rehberin işlediği bir günah beş günah yazılır. Çünkü pir ocakzadedir. Yol öğretmenidir. Pir-Rehber talibe doğru yolu göstermekle yükümlüdür. Onun talibe iyi örnek olması gerekir. Sürekli kendisini eğitmesi gerekir.

Bir pirin karısından ayrılması, başka kadına kuşak çözmesi yada livta yapması büyük günahtır. Bunu yapan pirin derdine derman olmaz. O, yol düşkünüdür. Böyle bir pirin yüzüne bakılmaz, ocağına gidilmez. Ve hiç bir şekilde ocağın eşiğinden içeri sokulmaz, konuk edilmez. Onun ayağının bastığı toprakta kırk yıl bet bereket olmaz. Böyle bir pirin yanına varılmaz. Uçsa bile ‘cadıdır’ denir ve inanılmaz.

Alevilikte cem bir yargı kurumudur.

Ayrıca her yıl her alevi can görgü ceminde dar meydanına çıkıp tüm toplumun önünde bir yıllık davranışlarının hesabını verir. Bu durumda da o can yine tüm diğer canların kendisi hakkında rızalığını alma yoluna gider. Hakkında herhangi bir şikayet olan her can da sözkonusu şikayet konusunda dara çekilir. Cemlerde  hizmeti yürüten hizmet sahipleri de daha hizmete başlarken dara dururlar ve hizmetlerine öyle başlarlar.

Alevilikte Alevi öğretisinin, Alevi erkanın gerekleri cem adı verilen büyük toplantılarda yerine getirilir. Alevi inancı bireysel tapınmayı kabul etmez. Yaşlı genç, kadın erkek tüm o yerelde bulunan canların katılımı ile cemler düzenlenir.

Alevilerde cem toplumun varlık merkezi işlevi görür. Orada topluma ilişkin, insana ilişkin, hayata ilişkin her şey, her türlü sorun, her konu konuşulup tartışılır.

Tüm insanlar eşit birer üye olarak bu mecliste yerlerini alıyorlar. Sanıldığının aksine cemin inançsal işlevi toplumsal işlevinin yanında çok küçük bir bölümünü oluşturur. Alevi öğretisinin bütününde olduğu gibi cemde de yaşamsal-dünyasal faaliyetler yargılanır, sorgulunır, karara bağlanır.

Alevi hukuku yaptırımlarını cemlerde işletir. O nedenledir ki alevilikte cem bir yargı kurumudur.

Alevi toplumunda her türlü gündelik davranış Alevi hukukunun konusunu oluşturur. İnanç, ahlak ve hukuk kuralları diye bir ayrım sözkonusu değildir. Yapılması ve kaçınılması gereken her davranış bir hukuk kuralıdır. İkrar vererek yola girmekle birlikte topluluk o candan davranışlarının bilincinde olan bir olgun insan olarak toplumsal yaşantıyı zora sokacak her türlü davranıştan kaçınmasını isteme hakkına sahip olur. Yine o candan toplumsal yaşantıyı kolaylaştıracak davranışlarda bulunmayı isteme hakkını da elde etmiş olur. Yani ikrar veren can salt olumsuz davranışlardan kaçınmakla yetinmeyecek topluma ve diğer canlara karşı yardımlaşma, paylaşma gibi olumlu davranışlar içinde de bulunacaktır.

Belli bir yaşa gelen, olgunluğa eriştiği düşünülen her alevi can ikrar vererek yola girer. Zaten aklının ermeye başlamasıyla birlikte aleviliğin toplumsal kurallarını, inceliklerini ana dilini öğrenir gibi kendiliğinden başta muhabbet cemlerinde olmak üzere pratik içinde öğrenmiştir.

Ancak her alevi canın ayrıca cemde ikar vermesi, dara durması, pir divanında görülmesi ve böylece olgunluğunu tüm cem erenlerinin tanıklığında kanıtlaması gerekir. Görülme, ikrar verme bir bakıma olgunluk sınavıdır. İyiyi kötüden ayırt edebilme yeteneğinin varlığının saptanmasıdır. Bu anlamıyla kişinin yaptıklarının hesabını verebileceğinin, yani bir hukuk öznesi olduğunun tesbitidir.

Alevilikte Dar Adaleti

Tabii Cem’de DAR’A durması için kişinin Alevilik içinde kalacağını ve büyük hata ettiğine çevresini inandırması gerekecektir. Uzun uğraşlar ile kişi düşkünlük sonrası tekrar Alevilik içine alınır.

İşlenen bazı suçlarda ise Alevi inancı artık devre dışıdır, işlevsizdir, yapacağı fazla bir şey yoktur. Yapabileceği tek şey, tekrarının olmaması için toplumu uyarmaktır. Bu suçların başında Alevilere karşı kendi inancı dışındaki mercilerle işbirliği yapmak vardır.

Örneğin muhbirlik, ajanlık bunların başında gelir. Ajanlık Aleviliğin kesinlikle kabul etmediği bir durumdur. Bir Alevinin birini Kadı divanına şikayet etmesi ile Kadı divanının oluşturduğu sistemle işbirliği yapması aynı değildir.

Alevilik toplumsal rızalığa dayalı kendi oluşturduğu Dar Divanı dururken, davaların başka yerlerde görülmesini kesinlikle kabul etmez ve bu tür davranışta bulunan kişiyi Dar Divanına davet etmez. Zaten ajanlık, muhbirlik yapan kişi artık adaleti  Alevi Dar Meydanında değil onun zıddı olan Kadı divanı ve onun uzantılarında aramış ise artık ona Alevi denilmez.

Tarihinin tüm dönemlerinde Dar adaletini uygulamış olan Alevilik şüphesiz bu uygulamaları Osmanlı’nın Hilafeti getirmesi sonrası daha sıkı uygulamaya soktu. Her ne şart altında bulunursa bulunsun Alevilik kendi sorunlarına kendi içinde çözüm arayan bir inanç biçimidir. Bir Alevi davalarını kendi içinde çözmenin ötesinde yabancı bir ülke temsilcileri ve ajanları ile ile benzeri iş birliği yapmış ise 2 defa Alevilikten çıkmıştır. Onun artık ne bu dünyada, ne öteki dünyada Hakk- Muhammed -Ali inancı içinde yeri yoktur.

O artık bir düşkün de değildir. Çünkü düşkünlük Alevilik içinde belli bir süre için yaptırım biçimidir. Kadı divanı veya yabancı ülke ajanları ile işbirliği yapan kişi tıpkı Hızır Paşa örneğindeki gibi Alevilikten bir daha içine dönmemek üzere uzaklaştırılmıştır. Onun davası beşeri (dünyevi) olan Hakk –Muhammed-Ali divanında çözülmez.

Alevi inancı, toplumu Rızalık üzerine kurulmuştur. Alevi inancına inanmak, bu inanç mensupları ile birlikte yaşamak  yani Alevi olmakta bir Rızalık işidir.

Şehirleşen Alevilik ve Dar Adaleti

Alevilerin köyden kente göçleri kendi mahkemeleri olan Hakk Divanı kararlarının uygulanma koşullarını giderek zorlaştırdı. Kaldı ki artık Aleviler sadece kendi inançlarından olan insanlarla komşuluk etmiyorlar. İş, eğitim, askerlik, evlilikler, arkadaşlıklar, siyaset, sosyal yaşam gibi alanlarda toplum ve inançlar iç içe yaşamaktadır. Birinin inanç andeksli hukukuna bir diğeri uymaz. O zaman da bu hukuku uygulamanın koşulları giderek zayıflar ve hem dejenere olma hem de kaybolma tehlikesi ile karşılaşır.  Halbuki Alevilerin kırsal kesimde yaşadığı dönemde önemli davalarda bir takım kararlar alma ve bunu uygulama koşulları vardı. Bu koşullar göç nedeni ile giderek yok olmaktadır.

Bir başka neden de, Aleviliğin şehirleşmesi ve devletin uyguladığı asimilasyon politikası sonucu Alevilik özünden boşaltılmakta, özden uzaklaşılarak tek başına biçimsel inanç ritüelleri Alevilik olarak algılanıp, Aleviliğin özünü oluşturan, ikrar verme, musahip olma, Hakk divanında Dar’a durma gibi uygulamalar biçimselleştirilmektedir. Bir kapalı toplum inancı olan Alevilik, bugünün sınıflı toplumlarında artık her alanda kendi iç hukukunu uygulama şansına sahip değildir. Ancak her şeye karşın Aleviler nerede olurlarsa olsunlar ve hangi toplum gerçekliği içinde yaşarlarsa yaşasınlar  yine de Alevileri birbirine bağlayan etik değerlerini, Aleviler içi hesap sorma, hesap verme işleyişini yaşatabilirler.

Bunun için Alevilerin artık eskinin Ocak-Dergah örgütlenmesi yerini alacak Alevi öğretisinin öğretildiği, pratik olarak uygulandığı,  Dergahlarını-Akademilerini kurarak çağdaş bilgi ile donanmış kendi inanç önderlerini yetiştirmeli ve Dergahlarda Dar Meydanı kurarak yıllık hesap verme-alma amaçlı görgü cemlerini yapmalı, yola girmenin olmazsa olmazı musahiplik kurumunu yeniden oluşturmalıdır.

Alevilerin bugün en önemli sorunu kent yaşamına özgü yeni düzenlemelere gitmektir. Bu düzenlemelerin en önemli yanı da birlikte yaşama hukukunu içeren Hakk divanını günün koşullarına uyarlayarak işlevsel hale getirmekten geçer.

EN SON EKLENENLER