Kızıldere Katliamı’nın tanığı: O gün gördüklerimiz vahşetti

 Kızıldere Katliamı yaşandığında 12 yaşında olan Gazeteci Dursun Eroğlu, o gün gördüklerini “vahşet” olarak tanımlıyor. Eroğlu, “Siyasetle ilgisi olmayan babamın içi gidiyordu, ‘Bir şey yapabilsem de şu çocukları kurtarabilsem’ diyordu. O kişileri tanımadıkları halde birçok kadın onlar için ağladı” dedi.

Türkiye Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi (THKP-C) Lideri Mahir Çayan ve arkadaşlarının 30 Mart 1972’de Kızıldere’de katledilişlerinin üzerinden 46 yıl geçti. 12 Mart Muhtırası sonrası darbeciliğe ve diktatörlüğe karşı silahlı mücadeleyi esas alan Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu (THKO) üyeleri Deniz Gezmiş, Yusuf Arslan ve Hüseyin İnan’ın idam edilmesine engel olmak üzere THKP-C ve THKO üyeleri, 26 Mart 1972’de ortak eylem kararı aldı. Ordu’nun Ünye ilçesindeki NATO üssünde görevli 2 Kanadalı ve 1 Britanyalı teknisyeni rehin alan Mahir Çayan, Cihan Alptekin, Ömer Ayna, Sinan Kazım Özüdoğru, Hüdai Arıkan, Saffet Alp, Sabahattin Kurt, Ertan Saruhan, Nihat Yılmaz, Ahmet Atasoy ve Ertuğrul Kürkçü’nün Tokat’ın Niksar ilçesine bağlı Kızıldere köyünde kaldıkları ev, 30 Mart sabahı askerler tarafından ablukaya alındı. O zaman 12 yaşında olan ve katliamın tanığı emekli Gazeteci Dursun Eroğlu, yaşananları anlattı.
‘DEVLETİN KOCA ORDUSU ORAYA GELMİŞTİ’
Katliam olduğunda 12 yaşında bir çocuk olduğunu söyleyen Gazeteci Dursun Eroğlu, öyle bir olayı köylülerin ilk defa gördüklerini belirterek, “Askerlerin o mahallenin çevresini kuşatmasından itibaren haberdar oldu. 46 yıl önce duyduklarını, işittiklerini hatırlamak o kadar kolay değil. Bir çocuk olarak o gün gördüklerimiz, duyduklarımız daha sonradan da iz bıraktı. Sıradan bir olay değildi bizim hayatımızda. Öyle üst üste konulmuş ceset görememişiz. Şok etkisi yarattı bizde” dedi. O gün gördüklerini “vahşet” olarak tanımlayan Eroğlu, “O insanların niye öldürüldüğünü de bilmiyoruz. Kim bunlar, onu da bilmiyoruz. O gün insanların kafasındaki soru şuydu. ‘Bunlar kim?’ bu kadar asker niye gelir 5-10 kişinin peşinden? Devletin koca ordusu oraya gelmişti. İlk defa orada helikopter, uçak gördük. Orada motorlu olarak bir traktör vardı. O da sayılıydı. Böyle bir ortamda hiç ummadığın bir şey geliyor yaşanıyor köyde” diye konuştu.
‘ACAYİP COŞKULUYDULAR’
30 Mart’ta muhtarın evinin bulunduğu mahallenin askerler tarafından ablukaya alındığını ve o mahalleye giden yolun evlerinin yakınından geçtiğini aktaran Eroğlu, “Kasabadan gelenleri görebiliyorduk. Askerler köylülere sürekli evlerine gitmeleri konusunda uyarıda bulunuyordu. Ama çocuk olmanın avantajıyla geziyorum ben. Dolayısıyla büyüklerin göremediği çoğu şeyi görme imkanım oldu. Sabah erken saatlerinden öğle 14.00’e kadar sürekli megafonla konuşuyorlardı. Askerlerin konuştuklarını daha iyi duyuyorduk. Muhtarın evinde bulunanların da sesi gür çıkıyordu. Acayip coşkulu gençlerdi. Bir sürü şarkı söylüyorlardı. Gençler, ‘Biz Mehmetçiğe kurşun sıkmayız. Ama başlarındaki Amerikan köpekleri subaylar siz gelin” diyorlardı. Hayatımda ilk defa bembeyaz bir adam gördüm. Bizim minare yeni yapılmıştı. Minarenin yapısını inceliyordu. Yanındakine kim olduğunu sorduğumda ‘turisttir’ dedi. Amerikalıydı ama kimdi ne işi vardı orada bilemiyorum” şeklinde konuştu.
‘BİZİM İÇİN VAHŞETTİ’
Orada askerlerin dışında ne olduğunu anlamadıkları başka insanların da olduğunu sözlerine ekleyen Eroğlu, şöyle devam etti: “Adamın silah ve tüfeği müthiş. Palto giymiş ve paltonun altında kocaman tabanca vardı. Bunların istihbaratçı olabileceğini söylediler. Ama ben hala kim olduklarını bilmiyorum. Bunların saçı sakalı da uzundu. Daha ziyade bıyıkları ön plana çıkıyordu. Ve bunlar çok aktiftiler. Soba borusu gibi bir şey vardı birinin elinde babama sorduğumda bazuka ya da roket demişti. Askerler muhtarın evini 360 derece çevirmişti. 2-3 saat muhtarın evine ateş edildi. Silahlar ateş edip, ateş bittiği zaman askerler siperden çıkıp sigaralarını yaktı. O zaman benim tanımlayamadığım o bıyıklılar geldiler. Önce onlar girmiş içeriye. Biri ‘Hepsi zıbarmış’ diye söyledi. İçeriye giren yüzünü kapatıp zorla kendini dışarıya atıyor. Demek ki içeriye bayağı yoğun gaz atılmış ama ne gazı olduğunu bilmiyoruz.
BİRÇOK KADIN O GENÇLER İÇİN AĞLADI
Bittiği zaman bir hareketlilik oldu. Siviller muhtarın evine doğru yürüdü. Ben de onlara gittim. Bizde evlerin önünde sergenlik denilen bir yer var. Altı ahırın girişidir. Üstünde de eve girersin. Orayı bildiğin cesetlerle doldurmuşlar. Kimisinin karnı dışarı çıkmış, surat dağılmış. O evde mermi girmemiş yer yoktu. İnanın çatıda mermi girmemiş kiremit kalmamıştı. O ev nasıl yıkılmadı hayret ediyorum. Orada yaşananlar çatışma değildi. 13 kişi öldü ama tek bir askerin burnu bile kanamadı. Hürriyet gazetesi bildiğiniz kana bulanmıştı. Bizim için vahşetti. O kişileri tanımadıkları halde birçok kadın onlar için ağladı.”
‘ÇÜNKÜ GENÇLERİ ÖLDÜRÜYORLARDI’
Eroğlu, son olarak şunları söyledi: “Bu olay oldu, bitti. Toplum sürekli değişiyor. Fakat bir toplumsal mücadele yürütülüyorsa nesiller arasında deneyim, tecrübe, birikim vesaire aktarılması hep darbelerle yok ediliyor. İnsanların önce olayları anlaması lazım. Evet, mesela o gün kimsenin gücü yoktu orada. Benim babam siyasetle ilgisi olan bir kişi değildir. Ama adamın içi gidiyordu bir şeyler yapabilmek için. ‘Bir şey yapabilsem de şu çocukları kurtarabilsem’ diyordu. Çünkü orada gözünün önünde gençleri öldürüyorlar.”
Eroğlu, Kızıldere katliamı üzerine yazdığı bir kitabının olduğunu fakat yayınevleri tarafından basımının yapılmadığını ifade etti.
MA / Muhammet Doğru 

EN SON EKLENENLER