Koçgiri İsyanı Sosyo-Tarihsel Bir Analiz

Erdal Gezik

1921 yılının ilk yarısında Sivas ve Erzincan hattında gelişen ve “Koçgiri İsyanı” olarak anılan olaylar zinciri, etkilediği bölgenin çok ötesinde bir anlam taşımaktadır. Cumhuriyetin kuruluş aşamasında, 1921 yılı gibi kritik bir dönemde bu olayın baş göstermiş olması, Koçgiri’ye mensup olan Kürt ve Alevi toplulukları ve Cumhuriyet’in genel politikası hakkında birçok soruyu beraberinde getirmektedir. Koçgiri olaylarını tertipleyenler kimlerdi ve onların bu erken dönemde başkaldırıya teşebbüs etmelerinin arkasında ne tür nedenler yatmaktaydı? Ayaklanmanın toplumsal tabanını kimler oluşturuyordu? Olaylar yeni oluşum sürecinde olan Ankara açısından nasıl değerlendirilmiş ve ne tür tedbirler alınmıştı? Hadisenin erken aşamada yatıştırılma şansı var mıydı? Toplu katliamlar ve yıkımlara varmasında idari ve askeri sorumluların etkisi olmuş muydu? Cumhuriyet’in ilk yıllarında gerçekleşen Koçgiri ile sonrası vuku bulan Şeyh Said, Ağrı ve son olarak Dersim hadiseleri arasında ne tür bir ilişki vardı? Ayrıca,1937-38 Dersime giden yolda Koçgiri’nin rolü neydi?

Bu sorularla ilgilenen birinin, Dilek Kızıldağ Soileau’nun “Koçgiri İsyanı: Sosyo-Tarihsel Bir Analiz” isimli kitabını es geçmesi mümkün değildir. Koçgiri meselesi ve Koçgirililer hakkında önemli birincil kaynakların yanı sıra, özellikle son yirmi yılda yazılmış bir çok çalışma ve bunlara paralel bir çok yorum bulunmaktadır. Bu yüzden olayların gelişimi genel hatlarıyla bilinmektedir. Bilinmeyen ya da daha fazla ilgiye muhtaç olan, yazarın da alt başlıkta vurguladığı “sosyo-tarihsel” arka plandır. Bu yüzden de aslen Ankara Üniversitesi’ne sunulmuş ve bilebildiğim kadarıyla Türkiye üniversitelerinde Koçgiri’yi esas alan ilk doktora çalışmasının uyarlanmış hali olan bu kitap ilgiyi ve bir değerlendirmeyi hak etmektedir.

Kızıldağ’ın çalışması üç ayak üzerine oturtulmuş: 19. yüzyıldan itibaren gelişen ve 1908 sonrası siyasallaşan Kürt ulusalcılığı; Kürt ulusalcılığı açısından Koçgiri’nin ve 1921 olaylarının anlamı; ve son olarak bizzat 1921 olaylarının değerlendirilmesi. Çalışmanın önemli alt başlıklarından birisi Alevilik olsa da, bu bölüm diğerleri kadar geniş ele alınmamıştır. Kitabın içeriğinin en önemli başlığı ise, 1921 olaylarının detaylarıyla işlendiği son bölümdür. Burada, ilk kez 1921 yılında TBMM’de Koçgiri olaylarını araştırmak için kurulan heyetin yayınladığı “Koçgiri Hadisesine Dair Heyet-i Tahkikiye Raporu”nun dâhil edilmiş olması çalışmaya ayrı bir değer katmaktadır. Çünkü şimdiye kadar Koçgiri meselesi, bir yanda olayların Kürtler açısından bir sunumunu yapan Nuri Dersimi’nin, diğer yandan resmi yetkililerin (bkz. Ali Kemali, Genelkurmay yayınları) aktardıkları arasında değerlendirilmekteydi. Bölgede bilfiil bulunmuş TBMM heyet üyelerinin Meclis’e sundukları rapor oldukça gerçekçi bir içeriğe sahip olması açısından önemlidir. Bu yüzden, olayların akışına dair bilgilerimize üçüncü bir birincil kaynağın dâhil edilmesi, Koçgiri 1921 hakkındaki bilgilerimize yeni ve çok önemli bir nitelik kazandırmıştır.

Yine de bu önemli başlık kitapta benim asıl ilgimi çeken mesele ile çok ilgili değildi. İsyanın sosyo-tarihsel bölümü en azından şu soruyu sormayı mecbur kılıyor: hangi toplumsal etkenler, 1921’e giden yolda, göreceli refah içerisinde yaşayan bu bölge insanının bir ayaklanma tertip etmesine neden olmuştu? Üstelik bu, Kürtlerin çok büyük bölümünün herhangi bir isyanı düşünmediği ve hatta Ankara’nın yanında yer almayı tercih ettikleri bir dönemde olmuştu. 19. ve 20. yüzyılın başlarında Kürtler arasında baş gösteren gelişmelere uzak olmuş bir bölgenin ayrıca bir bütün olarak Alevi olması da durumu biraz daha ilginç kılmaktadır. Bu aynı zamanda Koçgiri olaylarından birkaç yıl sonra patlak verecek Şeyh Said isyanı esnasında Varto ve Hınıs hattındaki birtakım Alevi aşiretlerin isyancılar karşısında tutum almalarıyla yan yana getirildiğinde oldukça dikkate değer bir tespittir. Koçgiri ve Varto arasındaki bu tercih farklılığını açıklamayı bir makale aracılığıyla yapmaya çalışmış, fakat verdiği cevaplardan tam olarak tatmin olmamış birisi olarak, haliyle Kızıldağ’ın çalışmasında bu sorulara verilen cevaplar daha çok ilgimi çekti.

Aslında yazar da bu soruları kitabında yöneltiyor. O’na göre de, Alevi oluşundan dolayı, “..görece tecridi bir topluluğun birdenbire Kürt milliyetçi bir refleksle sahneye çıkması nasıl açıklanmalıdır? Üstelik henüz Mustafa Kemal hareketinin de Kürtlere yönelik ayrımcı bir programının olmadığı, genel itibariyle diğer Kürt aşiretlerinin ve Alevilerin Milli Mücadele’ye destek verdiği bir dönemde Alevi Kürtlerin, Kürt milliyetçiliğine meyletmesinin nedenleri nelerdi?” (s. 150)

Bu sorulara verilecek cevaplar yalnız Alişer, Alişan ve Haydar bey gibi Koçgirili ileri gelenlerin 1918 sonrası Kürt oluşumları ile kurdukları ilişki ile açıklanabilir mi? Şüphesiz bunlar bir etken fakat toplumsal bir başkaldırı için yeterli mi? Elbette burada Koçgiri’nin ne kadar isyan veya planlanmış bir isyan olduğu da ayrı bir tartışma konusudur. Yazar her ne kadar Koçgiri ve liderlerinin Kürt siyaseti ile ilişkilerine genişçe yer vermeye çalışmışsa da, kitabın ana sonuçlarından birisi Koçgiri’nin tam anlamıyla bir isyan olmadığı yönündedir. Bölge halkının “Ermenilere yapılanın kendilerine de yapılacağı” tedirginliği ve Nurettin Paşa’nın komutasındaki birliklerin ve Topal Osman’a bağlı çetelerin yarattığı tahribat bu idareye karşı duyguları beslemiş ve olayların büyümesine vesile olmuştur. Bu durum Tahkikat Heyeti raporuna da yansımıştır.

Şüphesiz her iki olgu da doğru, fakat Koçgiri yöresinde bunlardan bağımsız politik gelişmelerin olduğu da göz ardı edilemeyecek bir meseledir. Aslında işin bu yanıyla ilgili cevaplar yalnız resmi belgelere dayanarak verilemeyeceği için, Koçgirili yaşlıların kendi bölgelerinin politik geçmişine ve yanı sıra Koçgiri’deki toplumsal yapıya dair taşıdığı hafızayı çalışmaya dâhil etmek gerekirdi. Herhalde kitapta en önemli eksiklik de budur. Yazar bilfiil bölge insanın yakın tarihle ilgili anılarını derleme yönünde bir çaba içerisine girmemiş olsa da, bu doğrultuda yapılmış göz ardı edilmeyecek çalışmalardan da (örnekler için bkz. Mamo Baran, Evin Çiçek, Yusuf Zeri) bir kaç referans dışında faydalanmamıştır. Haliyle isyanın sosyo tarihsel boyutu meselesi maalesef daha çok ikincil ve genel kaynak derlemesi boyutunun ötesine geçememiştir.

Bu bağlamda isyanın Alevilik ve Alevi topluluğu açısından nasıl yorumlanması gerektiği de açık kalmıştır. Koçgiri isyanını Kürt ulusalcılığı bağlamında değerlendirebilirsiniz, fakat bu ulusalcılığın dönem itibariyle lokal (birincil) ilişkilerin ötesine geçemediği tespitini yapıyorsanız, o zaman bölgesel aktörler ve yapılara daha yakından bakmak gerekmektedir. Örneğin; Şeyh Said isyanı sırasında Varto’da yaşananlar, Kürtlerde Alevi ve Sünni topluluklar arası ilişkiler açısından değerlendirmeye tabi tutulabilir; fakat Koçgiri isyanına bu doğrultuda yapılmış vurgunun pratik bir karşılığı yoktur. Koçgiri’de yaşanan olaylar bütünüyle Alevi Kürt aşiretler dahilinde gerçeklemiş olup onların sosyal, dinsel ve politik özelliklerini yansıtmaktadır. Kitabın bu boyutu ve onun içinde taşıdığı sorunları yeterince işlediği söylenemez. Dolayısıyla çalışmanın sonuçları, Cumhuriyet’in ilk dönemine dair son otuz yılda gelişen Alevi yaklaşımının çok ötesine geçememiştir: “Yaşanan olaylar bu bağlamda özel koşullarda, bölgedeki küçük bir önder grubun Birinci Dünya Savaşı sonrası elverişli ortamın yarattığı ve aynı zamanda bazı tesadüfü olayları fırsata dönüştürerek değerlendirmek istemeleri sonucu yaptıkları bir teşebbüsten/kalkışmadan ibarettir.” (s. 352)

Bütün olarak değerlendirildiğinde, Dilek Kızıldağ Soileau’nun “Koçgiri İsyanı: Sosyo Tarihsel Bir Analiz” kitabı, yalnızca toparlayıcı özelliği açısından bakıldığında bile fazlasıyla okunmayı hak ediyor. Kitap, Koçgiri meselesi ile ilgili 1990’lardan itibaren yapılmış çalışmalara önemli bir nitelik kazandırırken, muhtemeldir ki bu konuda yapılması gereken daha birçok çalışma için de bir vesile oluşturacaktır.

Koçgiri İsyanı Sosyo-Tarihsel Bir Analiz

(İstanbul: İletişim Yayınları, 2017, 428 s.)

Dilek Kızıldağ Soileau

 

EN SON EKLENENLER