Nasıl Yaşamalı ve Neyi Yaşamalı?

Hür olmadan kendisini hür sayan insan, her zamankinden daha köledir. ” GOETHE.

Başlangıçta verili olanlara kuşkuyla yaklaşım ikircikli olarak ve itirazla başlar. İçinde bulunduğu yaşamı kabul etmeyen bireyin buna denk arayışlarının olması gerekir. Bu arayış bireyi bazı cevaplara ulaştırabilir. Ulaşılan her cevap ya kuşkuyu artırıp yeni sorulara zemin olur ya da bir tatmini sağlar. Bu noktada birey için önemli olan, alternatif bir yaşam arayışına ulaşılmasıdır. Kabaca ret veya kabul, hal keza düşünmeden kabul etmek, bireyi alternatif bir yaşama ulaştırmaz; Çünkü alternatif yaşam oluşturmak için olağanüstü bir çaba ve emek gerekir ve oluşturulanı da süreklileştirmek ve diri tutmak gerekir.

Nasıl bir yaşam istediğine dair sorular sorulduğunda cevapların yaşamın her tarafından derinlemesine bilinmelidir. Sosyal kültürel, ahlaki vs. yaşamın her alanında yaşamak isteyen hayat tarzının izleri, etkileri belirgin olarak kendini göstermektedir. Davranış, hitabet, kendini eğitme, saygı duyduğu kişiye yaklaşım, kendi alışkanlıkları, zaaf güdü ve duygularına yaklaşım, emek, kadın-erkek ilişkilerine yüklediği anlam her alanda bu soruların cevaplarına göre bir yaklaşım, tavır ve davranış birliği olursa bireyin yaşama doğru yaklaştığı da anlaşılmış olur. Özgür yaşam doğrularına ulaşım bireyin bununla yetinmemesi, yaşamın alışkanlığına uygun olmak, yaşam doğrularına uyguladığı yol ve yöntemleri sürekli denetlemelidir.

Buna inanan ve bu araçların gerçekleşmesi için pratiğe kalkışan herkes için bunun yapılması gerekir. Başladığı mücadele içindeki varlık nedeni yaşam konusundaki soruyla ortaya çıkar. Bunu bir “görev” olarak önüne koyduğunda bir terslik var demektir. Bunu salt bir görev gibi ele alırsa bir resmiyet zorunluluk ve dayatmayı içerir. Oysa bunu bir “amaç” bir “hak” olarak ele alındığında, ona sahip çıkmak, insanın oluşumunu tamamlayan bir öğe halini alır.

Bu fedakârlığı yapan birey, amaç ve eylemini yapma hakkını doğal olarak sahiplenir; Çünkü o amaçları olan bir insandır. Kimse de o hakkı onun elinden alamaz. Yaşamı tehdit altındayken bile mücadele etmek dışarıdan verilen bir görev değil, temel bir hak olarak bilir. Bu hak kullanılmadan yaşam gerçekleşmez. Bu ahlaklı, erdemli yaşamı tercih etmenin ilk kuralıdır. Bu hakkı kullanmak isteyen birey öncelikle kendini oluşturur, gerçekleştirir, bunun bilincini edinir ve her türlü kölelikten kurtulmaya çalışır. İşte kast edilen insanın varlık gerekçesi olan haklarını uygulamaya yönelir. Görev ise bundan sonra gelir.

Bu insan yaşama dair sorular sormaya başladığında kendini de sorgulamaya başladığını bilmelidir. Kendini sorgulamak yaşam hakkına sahip çıkmaktır. Bilinçli insanın oynadığı rol burada karşımıza çıkar! Nasıl yaşayacağına karar veren insan, amaçta netleşmeyi de sağlamış olur. İnsan nasıl yaşamalının kalıcı ve net ölçüleri bakımından belli mesafe de kat etmiş demektir. Bu amaçlara uygun yaşamıyorsa, birey başka bir felsefeye göre yaşıyor, başka bir felsefeye göre düşünüyor demektir.

Bunu aşamayan birey iki farklı yaşamın etkileri ile hareket eder. Şizofrenik bir durumu yaşıyor demektir. Başka bir şeyi savunuyordur ve başka bir şey yaşıyordur. Bu travmatik kişiliğin göstergesidir. Algılar körelir, tercihler birbirine karışır, kölelik ve sömürge böylesi toplumlarda kaçınılmazdır. Yaşamda beklentileri bu denli birbirine karışan bireyin yaşam konusunda doğru soruları sorması da beklenemez. Soruyu doğru sormayan birey, olmadık yerde kaybeder. Kazanmak üzereyken kaybeder-vazgeçer! Kaybetmenin alt yapısını kendi kendine hazırlar. Büyük düşünür Montaigne; “felsefe bizi güçlü görünmek için değil, güçlü olmak için yetiştirir” diyor. Sorgulanmayanı sorgulamak, şüphe duymak, evrensel olmak ve sevmek felsefenin temel nitelikleridir.

Dolayısıyla algı-değer, amaç ve hedef beklentilerin hangi yaşama göre olacağı bireyin hakikatiyle bağlantılıdır. “Nasıl yaşamalı, neyi yaşamalı?” Soruların önündeki karmaşıklığı kaldırmakla başlamak ise doğru el atmak olur. Nasıl yaşayacağına dair sorular sormayan ve cevap aramayan birey, kendi yaşam hakkına saygı duymuyor, sahip çıkmıyor demektir. Ancak bu sorunun varlığından bihaber milyonlarca insanın var olduğu gerçeğini de biliyoruz.

Hayatı nasıl yaşamalı gibi soruları kendimize sık sık sormalıyız. İnsanın kendisine soru sorması ve kendiyle konuşması demek toplumsallığı düşünmesi demektir. Nasıl yaşamalıyı kendimize sorduğumuz an, yaşamdaki tutumumuzda sorgulanmış olacaktır. Alfred Adler; yaşamın anlamı: “yaşam bütününe katkıda bulunmaktır” der. Topluluk halinde yaşayan insanın birlikte yaşadığı insana karşı sorumlulukları vardır. Diğer yandan insanın doğaya yani evrene karşı da sorumlulukları vardır. Çünkü insan evrende tek başına değildir, evrendeki tüm varlıklar zincirin halkaları gibi birbirine bağlıdır. Aşk İle.

EN SON EKLENENLER