Neo-Alevicilik oyunu (Alevilerde Zorlama Kavramlar)

Aleviler inanç değerlerinden uzaklaştı(rıldı)kça, kendi temel inanç ritüellerini de hiç bilmiyormuş gibi, yeni kavramlar, yeni uyduruk söylemler peşinden koşmaya, koşturulmaya başlandı. Bunun da en bariz örneğini Cenaze törenlerinde görüyoruz. “Cenaze Namazı” denirdi eskiden, şimdi erkân diyorlar, oysa erkân da namazı nasıl kıldığının ifadesidir. Bir taraftan kaçarken, öbür taraftan yeniden kaçtığına yakalanmaktır bu. Bu konu aslında çok önemli, çok ciddi bir mesele. Çünkü, özellikle bugün pir kılıklı meydanda gezen serseriler eliyle, özellikle cenaze törenleri aracılığıyla yapılan bu revizyon, yarın birgün tarihin bizden hesabını mutlaka soracağı bir alan.

Sırf bu yüzden bile olsa, artık kabak tadı veren bu yozlaşmayı dile getirmek, buna karşı bir ses vermek boynumuzun borcu olmuştur.

Bu yozlaş(tır)ma çabasının temelinde yatan sebepleri biraz irdelediğimizde, karşımıza çıkan en önemli etkenin, sözde marksist siyasetlerde çabalayan ve oralarda tutunamayan, çoğunluğu bizim kendi çocuklarımızdan oluşan bir güruhun, inanç temelli, hele (onların sınıflandırmasıyla) semavi bir din olan islam dini eksenli bir YOL olan aleviliğin gerçekliğiyle çatışan kendi çelişkileri, ve bu çelişkileri kendi durdukları yere göre dizayn etme çabası görülmektedir. İnancı, gümansız ve tam teslim olmuş bir kalple yürüten alevilik ya da alevilerin, inanca dair kafalarının bugün bu kadar çok vesveseyle dolmuş olmasının sebebi de, bu on yıllardır süren operasyonlar olmuştur. Öbür taraftan zaten bu çocuklarımız eğer gerçekten marksist olabilselerdi, aleviliğe hiç bu şekilde bulaşamaz, bulaşmazlardı. Yapacakları tek bir şey olabilirdi: Uzaktan saygı duymak ve eğer illede vurgulanacak bir ortak yönden bahsedilecekse, paylaşmanın ve sosyal adaletin alevilikteki önemi ve yüceliği vurgulanmalıydı. Ama ne yapıldı? Gelindi, aleviliğin yüzyıllardır sürdürülen inanç geleneğinin temelleriyle oynandı, en temelinde bu inancın islam dışı olduğunu kanıtlamak için her türlü yalana, her türlü sözde ipucuna sarınıldı, kendilerince hergün değiştirilen bir tanımlama silsilesi yoluna gidildi. Burada asıl beslendikleri nokta ise, yine kendilerinin sebep olduğu, inanç erkânlarının 1970li yılların ortalarından itibaren uygulanamaz olmasıydı. Burada, sayısı az olan ve aleviliğe saygı duyarak bu türden operasyonlara bulaşmayan gerçek devrimcileri tenzih ederim; dürüst insana her yerde saygımız vardır.

Bugün burada sizlere, cenaze ve Hak’ka yürüme erkânlarında yapılan yozlaştırmaları anlatmak ve aslında deyim yerindeyse bu yapılanların verdiği zararlar üzerine biraz da sizlerle dertleşmek istiyorum. Çünkü bu yapılanları sorgulamadan, duyduğu tepkiyi dahi dile getirmeden sineye çeken sinmiş bir toplumla karşı karşıyayız.

ÖNCE BİZİM ORJİNAL CENAZE NAMAZI

Bizim alevi inancına göre kılınan cenaze namazı hala memlekette kılınmaktadır. Buna, yaşayan örnekler olarak Abuzer Dede’yi ve oğlu İbrahim Erdoğan’ı, Ali Ekber Bakır Dede’yi ve abim Kazım Aldede’yi örnek olarak verebilirim. Şimdi burada bu cenaze namazının nasıl kılındığını anlatmayacağım, isteyen bana yazarsa özel olarak ta anlatabilirim. Fakat kısacası Kuran okunur, Fatiha Suresi okunur, 12 İmamlar ve Ehli Beyt adına Allah’tan rahmet dilenir ve hellalik istenir. Yani sözün doğrusu, aklı başında olan ve hala şimdi köyde bir cenaze namazına katılan herkes bunu bilir. Yaşı otuzun üstünde olan ve bir zamanlar memlekette yaşamış olanlar da, zaten bundan farklı bir cenaze namazı görmemiştir. Ama ne hikmetse, bu insanların çoğu, şimdi bundan farklı bir erkân varmış gibi sessizce yapılan bu bidatları da kabul etmektedir: Bu özünde, insanlarımızın direnmediğinin, gerçeği aramaktan vaz geçtiğinin ve işine geldiği gibi davrandığının bariz ve acı bir göstergesidir. Ve inancımızda bunun adı serseriliktir.
Sağolsun geçenlerde Şahmaran Bakır Abim bana bir ses kaydı gönderdi. Ruhu şad olsun Büyük Tacım Dede’nin Kuran okuduğu yaklaşık 5 dakikalık bir kayıt. Yani bugün bir taraftan Tacım Dede’yi yüceltip, peşinden Tacım Dede’nin yaptığını inkâr edenlere özellikle duyrulur. Ya Tacım Dede’den vaz geçin, ya da bu serserilikten!

CENAZELERDE BAĞLAMA ÇALINMASI

Şimdi büyük bir hızla yaygınlaştırılan, ve yaygınlaşsın diye her türlü çabanın gösterildiği cenazelerde “Bağlama Çalınması” serseriliğine gelelim. Bu başlı başına bir ZULÜM! Bizim bugüne kadar hiçbir cenazemiz, bu şekilde kalkmadı. Önce sizlere abim Alirıza Aldede’den öğrendiğim bir konuyu anlatmak istiyorum. Rahmetli Aligül Bakır Dede, eşi Save Teyze ile kaza yapıp ta bu dünyadan göçmeden önce hastaydı; prostat kanseriydi ve malesef geri dönüşü olmayan bir evreye gelmişti. Babam İbrahim Aldede kendisini sormaya gidince ve hazırda Mehmet Yüksel Dede’nin de olduğu bir ortamda Aligül Dede diyor ki, “Ben ölürsem, cenazeden sonra herkes dağılır, fakat bizi sevenler burdan ayrılmaz, işte o zaman onları alıp gelin evimizde bir muhabbet cemi yapın” diyor. Babam da takılıyor, “Hele sen öl, orası bizi ilgilendirir” diyor. Ve sonrasında trafik kazasıyla Hak’kın rahmetine kavuşunca, çocuklarından (sanırım) Hasan Bakır gelip babama Aligül Dede’nin bu sözünü hatırlatıyor, babam da “O şimdi olmaz, yakışık almaz! Senesi dolunca geliriz, o sözünü yerine getiririz” diyor. Ve Aligül Dede’nin senesi dolunca gidip evinde O’nun sözünü yerine getirip bir muhabbet cemi yapıyorlar.

Yani demem o ki, cenazelerde bağlama çalıp, kendilerini çok alevi sanan serseri dede kılıklılar için burdan alınacak büyük dersler vardır. Dikkat edin, Aligül Dede cenazesinde saz çalınmasını istemiyor, cenazeden sonra gidip evinde muhabbet edilsin istiyor ve bunu bile babam İbrahim Aldede yakışıksız bulup, senesi dolunca yapıyor.

Tabi amaç üzüm yemek değil de bağcıyı dövmek olduğu için, bu türden serseriliklerden de medet umuluyor. Bu toplum da hala kendine alevi kimliğini layık görüyorsa, bu türden dengesizliklerden uzak durmasını da bilecek, bilmek zorundadır.

YILDIZLARDAN VE IŞIKTAN UMULAN ŞEFAAT!

Tabi bu çarpıtmalarla hızını alan güruh, artık Ehli Beyt’i, Muhammed Mustafa’yı, Aliyel Murtaza’yı ve topluca islamı ve islami değerleri inkar etmek adına kendince yeni bir terminoloji geliştirme çabasına girmiştir. Bu çabayı da kendi basitliğinde yapmaktan da kurtulamamaktadır. Bunun çarpıcı örneklerinden birisi de yıldızlardan umulan şefaattir. Yani bir taraftan reel bilimlerden dem vurup, “yok alevilik şudur”, “yok aleviliğin islamla bir ilgisinin olması bilime aykırıdır” gibi safsatalarla sözde bilimci geçinip, öbür taraftan yıldızlardan şefaat ummak! Aslında bu, tam tımarhanelik bir durumdur! Derinlerde yatan paranoyanın dışa vurumudur. Tabi buna ateş, toprak, hava ve suyu katanlar, doğaya seslenenleri de eklemek gerek. Elbette ateşi, toprağı, suyu, havayı dile getirmelerinin alevi terminolojisindeki çaranasır kavramına çaktırmadan bir bağlantı kurmak amacı da olabilir. Fakat her zamanki gibi burda da karıştırıyorlar. Alevilikte çaranasır bedenin bünyad olmasıyla ilgili bir kavramdır ve canların, yani ruhların aleminde bahsinin geçmesi mümkün dahi değildir. Yani tanrı katından dünya alemine gelen canın, bir bedene bürünmesini, daha doğrusu beden kafesine mihman olmasını dile getirir. Yani anlayacağınız, sapı samanı her zamanki gibi yine birbirine karıştırmışlardır.

Şunu da belirtmeliyim ki, bunu herkes bilinçli bir biçimde yapmıyor. Çouğunluk aslında ve malesef bir kısım azınlığın bu çarpıtmalarının, neye hizmet ettiğinin farkında bile olmadan, bu dalgaya kapılarak gayri ihtiyari destek veriyor. Özellikle bu söylemlerin sosyal medyada hızla yayıldığını görmekteyiz.

Bir kaç örnek:

“Yeri yıldızların yanı olsun” Yani bir kişi öldüğünde yıldızların yanına mı gidiyor? Pardon, eğer hakederse! Hani “cennet mekan olsun” diyemiyor ya, onun için mümkünse sağlam bir yıldız bulup, onun yanına göndermek istiyorlar. Fakat bu nasıl olacak, benim bir fikrim yok! Bir fikri olan beri gelsin! Acaba yıldız derken bir uzay cismi değil de, ünlü sanatçılardan mı bahsediyorlar? Pek bilemedim doğrusu!

“Yıldızlar yoldaşı olsun” Bu da yine yukardakine benzer bir söylem. Tabi koca bir gök cisminin yoldaşlığı pek mantıklı değil ama, acaba burada gerçekten de bir ünlü şahsiyetten mi bahsediyorlar? Biliyorsunuz ki, bunlar çok akıllı zatlardır her bir sözlerinde binlerce “hikmet” vardır!

“Işıklar içinde uyusun” Işıklar içinde insan nasıl uyur ki? Bir defa uyumak isteyen önce ışıkları kapatır!  Tabi amaç islami olan terminolojiden kaçmak olduğu için, düne kadar herkesin söylediği “yattığı yer nur olsun” sözü onlara ağır geldiği için olacak, bunlar bu şekilde bir operasyonla, güya kendi söylemlerine entegre etmiş oldular. Yattığı yer dememek için de “uyusun” diyorlar sanırım!

“Işıklar yoldaşı olsun” Bu, “ışıklar yoldaşı olsun” sözünü bir yere koyamadım! Hani biri, bir yola giderken ona “gittiğin yol aydınlık olsun” gibi dileklerde bulunulur, ama bir merhum için bunu nereye koyacağımı bilemedim. Var mı bir fikri olan??

“Işığı bol olsun” En orjinallerinden birisi de bu! Işığı bol olacak! Mazallah karanlıkta kalmasın ha! Sonra ya korkarsa? Değil mi? E şimdi bunlar ruhların varlığına inanmadığına göre, bu ışığı mezardaki ceset için diliyorlar olmalı: O zaman benim bunlara bir önerim var: Bağlayın mezarına istediğiniz kadar elektrikli lambayı, gece gündüz yansın, böylece ışı bol olur yani. Daha güzel bir öneri: kaliteli LED-Lambaları bağlayın, hem ışığı daha çok olur, hem de tasarrruflu olur! Değil mi!?

Bütün bu yukarıdaki uydurma dileklerin yanında, çok söylenen, YOLumuzda da yeri olan bir söylem daha var.

“Devri daim olsun” Devriye inancı YOLumuzda mevcuttur. Fakat bu inanç, bunun bir dilek olarak söylenebilecek, ya da bir kısım çarpıtanların anladığı gibi birşey değil. Devriye, ruhların ölümsüzlüğü temeline dayanan, iyi insanların aynı ruhla daha da üstün vasıflı olarak tekrar doğması, kötü olanların ise daha da aşağılık bir varlık olarak yeniden doğması inancına dayanır. Bu konuda farklı görüşler vardır. Onun için burada bunun ayrıntısına girmeyeceğim. Fakat her ne olursa olsun burada, Hak’kın rahmetine kavuşan birinin arkasından, böyle bir dilekte bulunmak, pek vaziyeti anlatabilir türden değil. Yani eğer devriye inancına sahipseniz, zaten iyi ya da kötü herkesin devri daimdir, yok eğer inanmıyorsanız, böyle bir dilek havanda su dövmektir.

Yani sonuç itibarıyle, şu halde cenazelerimiz, bir zamanlar mescidi dırarlara götürülüpte, ortada bırakıldığı gibi, ortada kalmaktadır.
Cenazelerinize sahip çıkın artık!

 

EN SON EKLENENLER