Öz yönetim, insani yıkımdan çıkış yoludur

Tüm insanlık değerlerinin birer meta haline dönüştürülerek pazara sürüldüğü, insani tüm duygu ve reflekslerin yönlendirilir ve yönetilir duruma geldiği, toplumsal doğayı oluşturan algı, inanç ve sosyal reflekslerin insan ve toplumsallığı tahrip edip dağıtan birer silaha dönüştürüldüğü bir çağdayız.

Kapitalist modernite olarak tanımlanan bu sistem, önce tüm insani duyguları pazara sürerek sıradanlaştırdı, şimdi de çatıştırarak insanlığın tüketilmesi üzerinden kendini ayakta tutmaya çalışıyor. İnsanlığa bir yandan savaş ve yıkım dayatılırken, bir yandan da yalnızca bu politikalara göre davranış belirleme seçeneği sunuluyor. Paylaşım, dayanışma, sevgi, saygı, hak, hukuk, adalet ve vicdandan bahsetmek neredeyse ayıplanır duruma geldi. Kapitalizm, insanları birer tüketici aktör olarak peşinden sürüklediği o modern teknik araçlar gibi; ruhsuz ve duygusuz makinelere dönüştürdü.

İktidarcı akıl ve onun günümüzdeki sistemi olan devlet organizasyonu, insanı insanlık değerlerine ve topluma yabancılaştırmaktadır. Toplumsallığın anlam yitimine uğratıldığı bu süreç, ’hiçleşme’ ve ’anlamsızlaşma’ süreci olarak yorumlanırken, sosyal ve siyasal bilim bu girdaptan çıkış için somut bir reçete sunmakta zorlanmaktadır.

Kısacası; insanlık, tüm insani değerleri tahrip eden kapitalist modernite tarafından kendi hakikatinden ve değerlerinden koparılmış, yapay ve tüketici algı ve ’değerlerle’ donatılarak, adeta ’tüketme’ ve ’yok etmeye’ programlanmıştır. Toplumlar dayanışmacı ve paylaşımcı değerlerden uzaklaştırılıp, örgütsüzleştirilmiş ve bunun sonucu olarak da bu gün insan, toplum ve doğa tarihte hiç olmadığı kadar savunmasız bir hale getirilmiştir…

İnsanlık aslına (özüne) erer mi?

Tarihte iktidar ve devlet olgusu gelişmeden önce ve hatta günümüzde iktidarcı aklın henüz tam kurumsallaşmadığı kır topluluklarında, yaşamsal algı ve motivasyon insani ve toplumsal gereklilikler üzerinden şekillenmiş ve şekillenmektedir. Hayata paylaşmak, dayanışmak ve karşılıklı rızalık algılarıyla motive olan topluluklar bağımsız iradeleriyle kendine yetebilmiş ve başka topluluklarla da paylaşarak dayanışmışlardır. İktidar ve devlet olgusunun en donanımlı halini aldığı kapitalist modernite ise, insanlığı yaşam karşısında iradesiz ve savunmasız kılarak, sorgusuz biat eden ve kendi yarattığı değerleri bile egemenden dilenen zavallı bir hale sokmuştur.

Kürt Özgürlük Hareketi bu ’savunmasızlık’ ve ’hiçleşme’ gidişatına karşı mücadele ve çözüm alternatifini ’öz değerler’, ’öz yönetim’, ’öz savunma’ şeklinde kavramlaştırarak, insan ve toplumu kendi öz gücü ve iradesini yeniden keşfetmeye motive etmektedir. İktidar ve devlet aygıtının topluma giydirdiği yabancılaştırıcı ’don’lardan sıyırarak, insana ve topluma hakim olan güçsüzleştirici, örgütsüzleştirici ve savunmasız bırakıcı çaresizlik durumuna karşı insanın yönünü yeniden öz değerlere yöneltip, yaşam örgütleyen ve yaşam üreten bir duruşa kavuşturmaya çalışmaktadır.

Yani insanlık bu girdaptan çıkışın yolunu; ancak Alevilik düsturunda dile geldiği gibi; “aslına ermektir hüner“ diyerek, kapitalizmin hiçleştiren, tüketen ve yok eden algılarından arınıp, yeniden üreten ve yaşatan öz değerlere ve öz değerlerle şekillenen nitelikli toplumsallığa meyil etmekte bulabilir.

Öz yönetim olarak adlandırılan toplumsal örgütlenme modeli, bir anlamıyla Alevilikte ’Rızalık Şehri’ olarak adlandırılan eşitlikçi yaşamı çağrıştırmaktadır.

Günümüzde toplumların önemli bir bölümü kent yaşamına dahildir. Ancak bu, iktidar zihniyetiyle tanışmamış kırsaldaki doğal dayanışmacı toplum algılarına bir daha geri dönülemeyeceği anlamına gelmiyor. Şüphesiz; kent olgusu tümden reddedilmez. Önemli olan kent ve kır yaşamı değil; bu mekanlardaki yaşamın hangi algılarla şekillendiğidir; egemenlikçi tüketici algılarla mı, yoksa paylaşımcı, dayanışmacı algılarlar mı; can alıcı nokta burasıdır.

Alevi toplumsallığındaki dejenerasyon da bu ikilemin iyi anlaşılmamasından kaynaklanmaktadır. Alevilik eşitlikçi, paylaşımcı ve dayanışmacı bir değerler sistemi ama Aleviler bu gün kapitalist modernist tüketici algılarla, sistemin çarkları arasında bu değerlerden neredeyse tamamen kopmuş ve sistemin yabancılaştırıcı değerleriyle ’don’lanmışlardır.

Alevilerin ocak sistemi gibi…

Geçtiğimiz Aralık (2015) ayının son günlerinde Demokratik Toplum Kongresi’nin (DTK) açıkladığı Öz Yönetim Deklarasyonu’nda, topluluklar kültürel, ekonomik ve coğrafik yakınlıklarına göre meclisleşmeye davet edilmektedir. Şüphesiz sözü edilen şaplon veya topluma üstten bir şey dayatmak değil, toplumsal maddi ve manevi ihtiyaçlar neyi gerekli kılıyorsa, o tarzda bir irade ortaklaşması ifade edilmeye çalışılmaktadır.

DTK bildirgesinde, halkın kendi iradesiyle öz yönetim organlarını oluşturması, merkeziliğin yerellik üzerindeki her türlü vesayetine son verilmesi, özerk bölge, kent, mahalle, köy, kadın, gençlik, farklı inanç ve etnik topluluk meclislerinin oluşturulması, toplum iradesinin tüm kararlaşma ve kararların yürütülmesine direkt katılımı, kadınlara ilişkin her kararın kadın meclislerinin onayından geçmesi, kadının yaşamın her alanında özgür ve özerk olması, her halkın kendi anadilinde eğitim alması, her inancın özerk örgütlenebilmesi, toplumsal sağlık hizmetleri, yargı ve adalet hizmetlerinin özerk modele göre yapılandırılması, toprak, su ve enerji kaynaklarının ekolojik çerçevede toplum yararına göre işletilmesi, özerk ve kadın odaklı bütçe ve yerel güvenlik birimlerinin oluşturulması gibi toplumsal yaşamı bir bütünen özgün ve öz değerler çerçevesinde ve halk iradesinin direkt katılımıyla örgütlendirilmesine vurgu yapılmaktadır…

Yani her toplumsal kesimin kendi kültürü, dili, inancı, mekanı ve doğasının özgünlüğüne göre kendi iradesini direkt yansıtacağı, Alevilerin ’ocak sistemi’ne benzer sosyal örgütlenmeler öngörülüyor.

Alevi araştırmacı ve kanaat insanı Kemal Bülbül, ocak sistemini şöyle formüle ediyor:

“Ocak; mürşit, pir/dede, ana, rehber, talip topluluğunu içeren sosyal yapıdır. Yapının örgütlenme biçimi dikey, hiyerarşik egemenliğe göre değil, yatay ve eşit ilişkiler şeklindedir (…) Ocakta efendiler ve hizmetçiler yoktur. Her birey birbirine ve ocağın özgün yapısına karşı sorumludur, hak ve hakikat yolunda rızalık almak ve vermek zorundadır. Hak, hakikat, hakkaniyet, rızalık ve eşitlik ilişkisi üzerine örgütlenen Alevilik egemen, ezilen ilişkisini reddeder…“ (Y.Ö.Politika, 17.12.14)

Öz yönetim modeli de aynı algı ve motivasyonla günümüzdeki sorunlara çözüm modeli olarak öne çıkmaktadır…

Öz yönetim; rızalık toplumsallığı

Alevi toplulukların kent ve iktidar aygıtıyla tanışmadan önceki sosyal yaşamı, öz ve doğal değerlerle, toplumsal gereklilikler üzerinden rızalık, paylaşım ve dayanışmayla örgütlenmişti. Ocak ve aşiret sistemiyle ’devletsiz’ olarak bin yıllar boyunca doğa ile de karşılıklı bir uyum ve rızalık çerçevesinde yaşamışlardır.

Bu günün modern sorunları olarak öne çıkan eşitsizlik, toplumsal iradenin bastırılması, birey ve toplum özgürlüğünün yok sayılması, adaletsizlik, otorite baskısı, yıkım, katliam, tüketim, ötekileştirme ve asimilasyon gibi sorunlar eskinin devletsiz ocak ve aşiret sisteminde görülmeyen sorunlardı.

Alevi felsefesinde hep ’rızalık şehri’ne vurgu yapılır. Yani para, pulun anlamsız olduğu, her ihtiyaç ve ilişkinin karşılıklı gereklilik ve rızalık algısıyla şekillendiği, zor disiplin aygıtlarına ihtiyaç duyulmadığı, her can ve canlının sözkonusu ilişkiler sistematiğinde irade sahibi bir özne olarak anlam bulduğu tam eşitlikçi bir toplumsal sistem… Bilindiği gibi; Aleviler tarihte devlet gibi bir zor aygıtına ihtiyaç duymadıkları için egemenlerin vergi ve askeri sistemine de karşı olmuşlar ve bundan dolayı da katliamlara uğramışlardır.

Sînemîlli Ocağı pîrlerinden araştırmacı Süleyman Deprem, Alevilikteki ’Rızalık Şehri’ düşüncesi ile Kürt Özgürlük Hareketi’nin gündem yaptığı ve hem yerel hem de bölgesel sorunların çözüm yöntemi olarak geliştirmek istediği öz yönetim modelinin benzerliğini şöyle ifade ediyor:

“Öz yönetim, Rızalık Kenti’nin yaşam biçimidir. Alevilik, devletsiz yaşam biçimine dayanır. Bütün finansal kaynaklar komünal yaşam esasına dayanır. Lokma geleneği, komünal yaşamın sembolüdür. Sadaka ve özel mülkiyet yoktur, ortak yaşam ve paylaşım vardır. (…) Eş başkanlık sistemi gerçek bir Alevice uygulamadır. Devletsiz toplumlarda kadınının ortak olmadığı hiç bir karar kabul edilmez. Cemde posta kadın oturur; yani karar verici bir yerdedir. Musahiplik kültürü otokontrol sistemidir. Alevilikte herhangi bir askeri sisteme gerek yoktur. 1950’li yıllara kadar adli olaylar Alevi toplumlarında devlete intikal ettirilmemiştir. Bütün sorunlar pirler divanı ve halk mahkemeleri tarafından çözülürdü…“ (ANF, 02.02.16)

Bu gün öz yönetimle hedeflenen sistem de; her birey ve grubu devlete ve bir üst otoriteye muhtaç bırakmadan, yaşamı kendi gerekliliklerine göre örgütleme ve kendi yaşamına dair her kararlaşmaya iradesini direkt katmayı hedeflemektedir. Köy, mahalle ve kentteki yaşamın, sosyal örgütlenmenin ve kurumlaşmanın bizzat o mekanlarda yaşayanlar tarafından, kendi değerleri ve özgünlükleriyle belirlenmesi öngörülmektedir.

Öz yönetim; doğal öz toplumsal hukuk…

“Aleviler aynı zamanda devletlerin ’hukuk sistemini’ de kabul etmemişlerdir. Yaşadıkları sorunları devletlerin yargısına, mahkemesine, kadısına, camisine, kilisesine götürmemiş Alevi inancındaki yol/erkan hakikati üzerinden cemlerde ve yolun usulünce oluşturulan ortamlarda çözüm bulmuşlardır. Adı geçen devlet / imparatorluk veya krallıklara devşirme asker de vermeyen Aleviler, tam bir hedef haline gelmiştir. İnançsal olarak zaten egemen devletin dinini kabul etmeyen Aleviler tarih boyunca katliama uğramışlardır…“ (K.Bülbül)

Öz yönetim ayrıca toplumun kendi iç sorunlarını çözme ve sosyal örgütlenmenin yeniden insani değerlerle nitelikleştirilmesinin yanısıra farklı toplulukların barışçıl, eşit, özgür ve adil birlikteliğinin de modeli olarak, bölgesel sorunların çözüm reçetesi işlevi görecektir. Bu gün Rojava Kürdistanı’nda her etnik ve inançtan topluluğun ortak yaşam modeli olarak ete kemiğe bürünmeye başlayan öz yönetim modeli, Aleviliğin “72 millete bir nazarla bakmak“ yaklaşımının bizzat gerçeğe dönüştürülmesi olarak görülmelidir.

Şüphesiz günümüzde eskisi gibi ocak ve aşiret sistemleri yok; ama insan, toplumsallık ve doğayı ayakta tutan, besleyen ve koruyan eşitlikçi, paylaşımcı ve dayanışmacı değerler, öz yönetim örgütlenmesiyle her köy, mahalle ve kentte yeniden canlandırılabilir. Insanlar ve halklar arasında çağdaş cem ve musahipliğin yaşam bulacağı öz yönetim modeli, savaş ve yıkım sistemi olan kapitalist moderniteye karşı can ve canlılığı yücelten bir yol olarak insanlığa yeniden umut vadediyor…

SEMAH Dergisi, Mart-Nisan 2016 sayısı

EN SON EKLENENLER