Rakka’da ne oldu?

Ümit Kıvanç 

DAİŞ’in başkenti Rakka örgütün elinden alınırken, yaklaşık bir ay önce yapılan anlaşma, şimdi büyük gürültü kopardı. Gürültünün ilk sebebi, anlaşmadan çoğu kimsenin yeni haberdar oluşu. Bunu sağlayan, Quentin Sommerville ve Riam Dalati’nin BBC için yaptıkları haber. Anlaşma doğru, haber sorunlu, tepkiler genellikle abes.

Ekim ortalarında, Rakka şehir savaşının son aşamasına gelindiğinde, sağ kalmış olan DAİŞ mensupları ve ailelerinin şehirden ayrılıp kendileri için güvenli bölgeye gitmelerini öngören bir anlaşma yapılmıştı. Anlaşmanın bir tarafı DAİŞ, karşı tarafı ABD destekli, YPG ağırlıklı Suriye Demokratik Güçleri’ydi (SDG); ABD doğrudan masada yer almamıştı. Anlaşmaya değişik yaklaşımlarla, değişik çıkarları savunmak için gösterilen farklı tepkiler arasında en abesi Ankara’nınkiydi. Onca zaman ülkeyi her türlü cihatçı örgüte lojistik terminal yapmış, “aramız iyi, sıkıntı olmaz” şuursuzluğuyla koskoca başkonsolosluğu içinde rehinelerle DAİŞ’e teslim etmiş birilerinin şimdi kalkıp örgütün Rakka’daki elemanlarını son ferde kadar öldürmediler, kendileri de biraz daha ölmediler diye başkalarına “vahim ve ibret verici” gibi laflar etmesinin ciddiye alınır tarafı yok.

Gerçekte ne oldu?
“Gerçekte ne oldu”ya dair edinebildiğim bilgileri ve yorumları aktarmaya geçiyorum. Önce, haliyle, ne oldu? Şu: Sahiden bir anlaşma yapıldı ve Rakka’da sağ kalmış DAİŞ savaşçıları, eşleri, çocukları ve birtakım silahlarıyla birlikte şehirden çıkıp gitti. Haberi YPG-YPJ ve ABD aleyhinde kullanmak amacıyla öne atılanların öne sürdüğü üzre, “binlerce” DAİŞ militanı söz konusu değil. DAİŞ’çiler ve ailelerini taşıyan kamyon sürücülerinden birinin iddiası, dört bin kişiyi naklettikleri yönünde. Başka veriler, giden DAİŞ savaşçısı sayısının 250-500 arasında olduğunu gösteriyor. Sayıyı şişiren, esas olarak yanlarındaki aileleri.

Ne götürdüler?
Anlaşmayı yapanlar açısından görünen şu: Rakka savaşının son aşamasına gelinmişti, DAİŞ’çiler sağlam yığınak yaptıkları stadyum ve hastanede, olabildiğince çok düşman öldürmek, gerekirse kendileri de burada can vermek üzere hazırlanmış bekliyorlardı. Sayıları -“bin kadar” deniyor- tam bilinemeyen siviller ve kendi eşleri, çocukları, canlı kalkan-rehine olarak ellerindeydi. Şehir savaşının son aşamasının kanlı geçeceği belliydi. Sonunda DAİŞ’çilerin kaybedeceği kesin olsa da, çok kayıp verileceği belli muharebeleri gereksiz kılmak için böyle bir anlaşmaya yönelindi. Kurdistan Solidarity Campaign sitesi, “sivil kayıpları ve SDG’nin kayıplarını önleme”yi anlaşmanın ilk hedefi sayıyor. Daha fazla kayıp vermeme yolu varsa bunu yeğlemeleri normal.

Peki, DAİŞ bozgunu kabul etme anlamına gelecek bu anlaşmaya nasıl yanaştı? Çünkü başka çaresi kalmamıştı. Koalisyon, DAİŞ’çileri her zamankinden daha yoğun bombardıman altında bırakmış, on saat içinde beş-altı yüz kişi öldürmüş, DAİŞ sertliğindeki bir örgütü dahi yılgınlığa sürüklemişti.

Nereye gittiler?
Anlaşmanın bunca gürültüye yol açmasının sebeplerinin başında, konvoyun varış noktası geliyor. DAİŞ’çiler, Rakka’nın 140 kilometre kadar doğusunda, önemli bir yerleşim merkezinin bulunmadığı, örgütün hakimiyetindeki bir yere bırakıldı. Burası Deyr ez-Zor’un kuzeydoğusunda, şehre 60-70 kilometre mesafede bir yer.

BBC’ye haberi yapanlardan Riam Dalati’ye göre, Rakka anlaşmasına “kirlilik” atfedilmesine yol açan koşulların başında, görüşmelerin sıkı gizlilik içerisinde sürdürülmesi, haber sızıntıları olduğunda YPG’nin inkâr etmesi. BBC haberini sallantılı kılan etkenlerden biri, Dalati’nin bu tweet’i. Oysa böyle bir gizlilik yok. Dalati, 10 Ekim’deki yoğun koalisyon bombardımanının amacının, DAİŞ içerisinde anlaşmaya yanaşmayan radikal kesimi ezmek, örgütün geri kalanını başka çarelerinin kalmadığına “ikna etmek” olduğunu söylüyor. Bu belli ki doğru. Çünkü bu bombardımanı izleyen yirmi dört saat içinde yüzü aşkın DAİŞ’çi teslim oluyor. 14 Ekim’de, The Guardian’da Damien Gayle, Rakka’da sağ kalmış DAİŞ’çilerin, yanlarına bir grup canlı kalkan alarak şehirden çıkmalarını öngören bir anlaşmanın yapılmış olduğunu, Rakka Sivil Konseyi’nden Ömer Alluş’a dayanarak bildirmişti. Aynı gün, haber The Telegraph’ta da yer almıştı.

Kim maksatlı, maksat ne?
BBC’nin haberinde gazetecilerin haberi daha sansasyonel kılmak için gerçeği eğip bükmelerinin izleri belirgin şekilde görülüyor. Haberdeki yaklaşım, muhtemelen yazan iki muhabirden birinin olumsuz hisleriyle beslenmiş. Zaten anlaşmayı “kirli” diye niteleyerek baştan tavır konuyor. KSC, BBC haberindeki iki imzadan birinin sahibi Riam Dalati’yi “Türk devleti ve ‘Suriye muhalefeti’nin iyi tanınan propagandacılarından” diye niteliyor, “icabında DAİŞ’i savunmayı gerektirse bile” hep “YPG’yi baltalamak için” çabaladığını, “Kürt savaşçılarla alay etmekten” hoşlandığını iddia ediyor. Tweet’lerine bakıldığında Dalati’nin sahiden çoğu durumda YPG’ye karşı taraf olduğu, PYD-YPG ve Suriye Kürtlerine yaklaşımının olgu peşindeki gazeteci tavrından ibaret olmadığı görülüyor.

*Gazeteduvar’dan kısaltılarak alınmıştır.

30

EN SON EKLENENLER