‘Referandum için BİHK’e bireysel başvurunun başarı şansı daha yüksek’

Prof. Dr. Osman Korkut Kanadoğlu, BM Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesi’nde seçim ve siyasal katılma hakkını düzenleyen 25’inci maddeye atıfta bulunarak, Birleşmiş İnsan Hakları Komitesi’ne (BİHK) yapılacak bireysel başvurunun başarı şansının çok daha yüksek olduğunu söyledi.

Anayasa Hukuku Öğretim üyesi Prof. Dr. Osman Korkut Kanadoğlu, muhalefet tarafından “şaibeli” olarak nitelendirilen referandum sonuçlarının Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) taşınması durumunda sonucun ne olacağına ve Türkiye’nin ne gibi yaptırımlara maruz kalabileceğine ilişkin dihaber’in sorularını yanıtladı.

* YSK’nın seçim sonuçları şaibeli diye tartışılıyor. Yine mühürsüz oyların kabul edilmesi söz konusu. Ve bu durum “Anayasa’ya aykırı” olarak değerlendirildi. Bunu nasıl yorumluyorsunuz?

‘YSK, KANUNUN LAFZINA AÇIKÇA KEYFİ YORUMDA BULUNDU’

Yüksek Seçim Kurulu (YSK), Anayasa’nın 79. maddesine göre seçimlerin yönetimi ve denetimine ilişkin her türlü hususta yetkili tek organdır ve bu yönüyle hem idarenin bir parçasıdır hem de uyuşmazlıkları çözme yönünde bir yargı merciidir. Hâlihazırda tüm idare için geçerli olan “idarenin kanuniliği” ilkesi YSK için de geçerlidir. Buna rağmen YSK, 16 Nisan 2017 tarihli halkoylamasında mühürsüz oy pusulalarının geçerli sayılacağı yönündeki kararını, 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun’un 101’inci maddesindeki “Arkasında sandık kurulu mührü bulunmayan oy pusulaları geçerli değildir” şeklindeki açık hükme rağmen vererek, bu ilkeye aykırı bir işlemde bulunmuştur. YSK böylelikle Kanun’un lafzına açıkça aykırı keyfi bir yorumda bulunmuştur. Üstelik 2010 yılında seçim hakkının güvenliğini sağlamak için yapılan yasa değişikliği ile TBMM bu yöndeki iradesini açıkça ortaya koymuşken, YSK Kanun’un bu hükmünü uygulamayacağını belirterek, kanun koyucunun iradesinin üstüne kendi iradesini koymuştur. Bu durum şüphesiz kuvvetler ayrılığı ilkesiyle çeliştiği gibi, Anayasa’nın hiçbir kimse veya organın kaynağını Anayasa’dan almayan bir devlet yetkisi kullanamayacağını belirten 6. maddesine de aykırılık teşkil etmektedir. Nitekim bu tür bir kararın anayasaya aykırılık teşkil ettiğini YSK’nın itirazlara ilişkin verdiği kararda karşı oy yazan yargıç da belirtmiştir.

* YSK, gerek CHP gerekse HDP tarafından sonuçlara yapılan itirazları reddetti. YSK’nin bu tutumunu nasıl okumak gerekiyor?

Burada belirtilmesi gereken husus, YSK’nın Kanun hükmünü hiçe saymasını, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin Serbest Seçim Hakkını düzenleyen 1 No’lu Ek Protokol’ün 3. maddesine dayandırmış olmasıdır. İlgili madde sadece parlamento seçimlerini düzenlemektedir ve YSK’nın da kararında itiraf ettiği üzere şu ana dek referandumlara ilişkin herhangi bir başvuruda uygulanmamıştır. Anayasa değişikliği içeriğinin yasama meclisine ilişkin geniş düzenlemeler içerdiğini ve dolayısıyla ilgili referandumun bu hak kapsamında olduğunu varsaydığımız zaman ise şöyle bir çelişki ortaya çıkmaktadır: Serbest seçim hakkı, bu hakkın korunması kapsamında seçim güvenliğinin sağlanmasına özel önem vermektedir ve YSK’nın uygulanmasını göz ardı ettiği 298 Sayılı Kanun’un (mühürsüz pusula ve zarfların geçersiz sayılması) 98 ve 101. maddeleri tam da seçim güvenliğini sağlamak için getirilmişlerdir. Bu sebeple AİHS kapsamındaki serbest seçim hakkı, bu olayda mühürsüz oy pusulalarının geçerli sayılması için değil, ancak geçersiz sayılmaları için bir gerekçe oluşturmalıydı.

* Şaibe iddialarını AİHM’e taşıma tartışmaları gündeme geldi. Sonuçların ihlaline ilişkin bu durumu AİHM’e taşımak mümkün mü? Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan en son açıklamasında “sonuç bitti” diyerek kararın AYM ve AİHM’nin yetki alanında olmadığını söyledi. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz bu çıkışı? AİHM’e götürülürse sonuç ne olur?

‘AİHM YOLU KAPALI OLSA DA GÜÇLÜ NEDENLER ORTAYA KONULABİLİR’

YSK’nın bu kararlarına karşı ilgili hukuk yolları konusuna da değinmemiz gerekmektedir. Bu noktada Anayasa’nın 79. maddesinin son fıkrası YSK’nın kararlarına karşı hiçbir mercie başvurulamayacağını belirtmektedir. Anayasa Mahkemesi (AYM), daha önce önüne gelen başvurularda bu maddeyi oldukça dar yorumlamış ve kendisinin de bu mercilerden biri olduğundan bahisle YSK kararlarına karşı yapılan bireysel başvuruyu kabul edilemez bulmuştur. Ayrıca bireysel başvuru, sadece Anayasa ve AİHS’in ortak koruma alanında bulunan haklardan birinin ihlal edildiği iddiasıyla yapılabildiği için, sadece yasama seçimlerine ilişkin bireysel başvuruları kabul edeceğini belirterek, Mansur Yavaş ve CHP’nin Ankara yerel seçimlerine ilişkin yapmış olduğu bireysel başvuruları kabul edilemez bulmuştur. AYM’nin yarattığı bu iki engelden dolayı, referanduma ilişkin YSK kararına AYM yolu kapalıdır.

AYM yolunun kapalı olması akla ilk olarak AİHM’e bireysel başvuru yapılıp yapılmayacağı sorusunu getirmektedir. Az önce belirttiğimiz üzere AİHM, şu ana dek sadece yasama organı seçimleri için yapılan bireysel başvuruları kabul etmiştir. Mahkeme istisnai olarak sadece “doğrudan kural koyma” yetkisine sahip bazı yerel yönetim organlarının seçimlerine ilişkin başvuruları da bu kapsamda değerlendirmiştir. Dolayısıyla ilk bakışta AİHM yolu da kapalı gözükse de Mahkeme’yi bu içtihadından ayıracak güçlü nedenler ortaya konulabilir.

Nitekim Mahkeme’nin tutukluların referandumda oy kullanamamasına ilişkin yapılan bir başvuruya ilişkin kararda, referandumun içeriğinin yasama meclisine ilişkin olmamasını da gerekçe göstermesi, 16 Nisan’da oyladığımız metnin yasama organını oluşumu ve yetkilerine ilişkin geniş değişiklikler getirmesi sebebiyle bu hakka dayanabilme ihtimalini de akla getirmektedir. Bu açıdan Mahkeme’nin doğrudan kural koyma yetkisine sahip bazı yerel yönetim organlarının seçimlerine ilişkin bu maddeyi uyguladığını da göz önünde bulundurursak, 16 Nisan Referandumuna ilişkin yaşanan bu usulsüzlük iddiaları için de AİHM yolu denenebilir.

* Türkiye bu durumda hangi maddeleri ihlal etmiş oluyor? Madde ve gerekçeleri nelerdir?

‘İHLAL EDİLEN İLK HALK SEÇME VE SEÇİLME HAKKIDIR’

İhlal edildiği ileri sürülebilecek ilk hak, serbest seçim hakkıdır. Sözleşme’nin ilgili maddesine göre: “Sözleşmeci Taraf Devletler, yasayıcı seçimi için, halkın kendi düşüncelerini serbestçe ifade etmesinin güvence altına alındığı koşullarda, makul aralıklarla ve gizli oyla serbest seçimler yapmayı taahhüt eder.”

Bir diğer hak olarak ifade özgürlüğü akla gelebilir. YSK kararının AİHM önünde incelenebilmesi için 1 No’lu Ek Protokol’ün 3’üncü maddesinin “yasayıcı seçimi için, halkın kendi düşüncelerini serbestçe ifade etmesini” güvence altına aldığından hareketle, ifade özgürlüğünün de bu bağlamda genel olarak geçerli olduğu iddia edilebilir.

* AİHM’in vereceği cevap ne olur ve karar sonrası Türkiye’ye ne gibi yaptırım uygular?

‘BİRLEŞMİŞ İNSAN HAKLARI KOMİTESİ’NE HER BİREYSEL BAŞVURUNUN BAŞARI ŞANSI DAHA YÜKSEK’

Bu belirlemeler ışığında, YSK’nın kararına karşı yargısal bir korumanın oldukça güç olduğu görülüyor. Yargısal denetimi sağlama yolundaki çabalar, toplumsal muhalefetin bir yansıması olarak görülebilir. Yoksa seçim hakkının ihlali iddiasıyla hukuk yoluna başvurulması, muhalif hareketin tek girişimi olarak kalmamalı. AİHM, doğru gerekçelendirilmiş başvuruları kabul edilebilir bulursa, referandum sürecinde seçim hakkının güvenliğini bozan usulsüzlükler tescil edilmiş olacağı gibi YSK’nın, Seçim Kanunu’nun açık hükmünü keyfi olarak uygulamadığını da tespit edebilir.

Son olarak bir başka hukuk yolu olarak ise Birleşmiş İnsan Hakları Komitesi (BİHK) akla gelmektedir. Komite, Türkiye’nin de taraf olduğu BM Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesi’nde belirtilen hakların ihlal edildiği iddiasıyla yapılan bireysel başvuruları incelemektedir. Bu noktada BM Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesi 25. maddesinde seçim ve siyasal katılma hakkını düzenlemektedir ve bu hak AİHS’in aksine referandum da dahil her türlü seçime koruma alanında yer vermektedir. Bu sebeple Komite’ye yapılacak bir bireysel başvurunun başarı şansının çok daha yüksek olduğunu ve buradan alınacak bir kararın YSK kararının hukuka aykırılığını uluslararası hukuk açısından da tespit ettirmek yönünden önemli olduğunu düşünüyorum.

* Avrupa Güvenlik İşbirliği Teşkilatı’nın (AGİT) yaptığı gözlemler sonucunda ortaya koyduğu rapora Cumhurbaşkanı Erdoğan karşı çıkarak kurumu “terörizmle” itham etti. “AGİT’in tarafsızlığına nasıl inanırım” diyen Erdoğan’ın bir nevi AGİT’i tanımadığını söyleyebilir miyiz?

‘AGİT’İ TANIMAMAK DÜZENLİ DİYALOĞU ZEDELER’

Türkiye’nin de kurucu üye olduğu AGİT, katılımcı devletlerin demokratikleşme, hukukun üstünlüğü ve insan haklarına saygı alanlarındaki çabalarına destek ve yardım işlevi görmektedir. AGİT, diğer uluslararası örgütlerden farklı olarak antlaşma veya sözleşme gibi hukuki bağlayıcılığı bulunan bir belgeye dayanmamaktadır. Buna karşılık AGİT çalışmalarını tanımamak, AGİT kurumları ve diğer birimleriyle ilişkilerimizi bozarak, düzenli diyalogu zedeleyecektir.

* Türkiye aslında AGİT’i tanımayarak Uluslararası Sözleşmeleri de ihlal ediyor demek mümkün mü?

İnsan haklarının korunması ve geliştirilmesi, Türkiye’nin öncelikli siyasi hedefleri arasında olmaktan hızla uzaklaşmaktadır. AİHS hükümleri, AİHM içtihatları, BM İnsan Hakları Sözleşmeleri ile AB müktesebatıyla uyum boyutu da göz önünde tutulduğunda, Avrupa Konseyi ve AGİT gibi uluslararası örgütlere ait mekanizmaların gözlem ve raporları da uygun şekilde dikkate alınmaktadır. Aksi tutum, dolaylı da olsa insan hakları alanında uluslararası yükümlülüklerimizin ihlali anlamına gelebilecektir.

Necla Demir – dihaber

EN SON EKLENENLER