Sessizce tutulan oruç, görünmekten kaçınan Aleviler

Türk Devleti’nin dini var, malum. O dinin bayramları ve oruçları gelmeden birkaç hafta önceden duyurusu, reklamı, sesi gelir. Şehir, sosyal hayat, çalışma hayatı her şey ona göre ayarlanır. Bayramı, orucu geldiğindeyse görülmemiş bir şatafat, gürültü, gösteriş, iktidar ve muhalefet partilerinin boy gösterdiği ziyaretler, son yıllarda ziyafete dönüşen oruç açmalar…
Her yıl. Her seferinde. Birbirinin aynısı görüntüler asla değişmez.

Devletin dini egemen din oluyor. Hegemon güç o oluyor. Böylece ülkenin yüzde 99’u hegemon olan devlet dinindenmiş gibi gösteriliyor. Yani iktidar ve devletin hegemon dini böyle buyuruyor. Onlarbuyurunca ne derlerse o oluyor.

Onların sesi gür çıktıkça, onlar her şeyi keyfi olarak belirttikçe, toplumsal yaşamın her alanını kendilerine göre düzenledikçe farklı inanç ve dinlerden olan toplumlar başlarına bir şey gelmemesi için kendilerini daha da görünmez yapmaya gayret ediyor.

Her yıl Alevilerin tuttuğu iki oruç olan Muharrem ve Hızır Oruçları işte bu “kendilerini görünmez kılma” tutumlarıyla gerçekleşiyor.
Devlet dinin şatafatlı ve en üst perdeden duyurulan oruç ayının tersine, ne zaman başladığı, ne zaman bittiği, ne için tutulduğu o inanca sahip kesimin önemli bir kısmı tarafından dahi bilinmeyen oruçlar… Bu oruçların tutuluyor olmasından aslında rahatsız olan hegemon devlet dini onları sessizliğe gömerken, Alevilerin kendisi de bu görünmez kılınmaya rıza üreten güzellemeler yapıyor.

Bu ezikliği, savunma içgüdüsünü de“Farkında mısınız, Aleviler sessiz sedasız oruç tutuyor” şeklinde övünç meselesi haline getirmeye çalışıyor.
Peki, zaten Selçuklu Devleti’nden bu yana sesi bastırılmaya, sessiz sedasız bırakılmaya ve böylece başka inançlar, dinler içinde eritilip yok edilmeye çalışılan bu inanç grubunu sessiz kaldığı için “takdir etmek” ya da bununla övünür hale getirmek ne kadar doğru?

Bahsettiğim Ramazan ayında olduğu gibi savurganlık, farklı inanç gruplarından toplanan vergilerle başka toplumların haklarının gasp edilmesi ve sair değil.
Bahsettiğim sosyal ve toplumsal bir durum olarak Alevilerin neden hala inanç ritüellerini sessizce yerine getirmek zorunda oldukları ve bunu da bir erdemmiş gibi savunuyor olmaları.
Alevi toplumu anayasada resmi dini “İslam” olan Türk Devleti’nin uyguladığı dini azınlık politikalarına maruz kalmakta. Öyle ki bu politikalar nedeniyle Alevilerin kendisi de sonunda azınlık olmayı yazık ki içselleştirmiş durumda.

Azınlık kavramından bahsederken nicel olandan bahsetmiyorum, bu kavrama karşı olun ya da olmayın bunun dışında bir gerçeklik olarak Aleviler nicel olarak zaten azınlık değiller. Ama politik, sosyal ve psikolojik olarak maalesef azınlık olmayı içselleştirmişler ve bu, davranışlarına “sessiz, saygılı, mütevazi Aleviler” şeklinde yansımakta.
Oysa olan, Alevilerin tipik bir azınlık psikolojisi olarak görünür olmaktan çekinmeleri. İktidar dininin hışmına uğramamak için gizlenmeleri. “Varız ama bakın size sorun çıkartmıyoruz” mesajı veriyorlar. Şimdi cesaretle sormamamız gerek: Bu takiyenin, gizlenmenin artık Aleviler için bir faydası var mı?

Kanımca yok. Cumhuriyetin tekçi ipliğinin bu kadar pazara çıktığı bu süreçte bilakis bastırılıp, müdahale edilip asimile edilmeye çalışılan bir inanç olarak başka inançlara saygı ve hoş görü göz önüne alınarak, başkalarının hakları gasp edilmeden Alevilerin ritüellerini, inançlarını, inanç mekanlarını görünürleştirmeleri gerekir.
Peki, görünür olunurken nasıl görünür olunacak?

Şimdiye dek gösterilmeye çalışıldığı gibi acı çeken, tokat yese diğer yanağını uzatan, kendine ve toplumuna sahip çıkmaktan uzak, sızlanan, ağlak, biçare, acılı, “hep katliamlara uğradık” deyip hayıflanan Alevi görüntüsü mü?

Hakları için, inancının varlığı için, toplumunun güçlenmesi için ne istediğini bilen, dik duran, kararlı, direngen, iradeli, mücadeleci bir duruş mu?
Tarihten bu güne Aleviler hiç de öyle zavallı bir toplum olmamış. Aksine kendisini yok etmeye çalışan devletleri yıkacak güçte direnişleri örgütleyebilmiş bir toplum Aleviler.
Hiç unutulmasın ki; hayal ettiği ortakçı-sömürgesiz toplumu kurabilmiş mirasa sahip bir toplumdan bahsediyoruz.
Kadın erkek beraber sömürücü devletlere karşı ovalarda, meydanlarda savaşarak tarih yazmış bir toplumdan…
Alevilerin geçmişi sadece takiye ya da sessizlikle geçmemiş. Anadolu’nun Aleviler tarafından ortakça yaşanabilir bir coğrafya olduğu yılları unutmamak lazım. Kendi tarihini bilip sahip çıkmayan toplumları “millet –i sadık” demagojisiyle haklarından mahrum etmek isteyenler her zaman çok olacaktır.
Ama önemli olan Alevilerin bunlara verdikleri cevaptır. Aleviler artık kendi tarihlerini, birikimlerine, haklarına, halklarına sahip çıkmalı, üzerlerindeki ölü toprağını atmalıdır.
Unutmayalım ki kitaplarda okuduğumuz tarih masa başında yazılmıyor. Sonraki zamanlarda satırlara dökülen gerçekler yaşadığı an’da yazılıyor.
İleride bu günlerden bahsederken sıradan bir rutin diye bahsetmek istemiyorsak sessizliğin yerine ses, gizlenmenin yerine görünürlüğü koymak gerekiyor.

EN SON EKLENENLER