Siyasal iktidarın yeni sembolü: Taksim Camii

İstanbul Taksim’de Atatürk Kültür Merkezi’nin (AKM) yıkılmasına paralel olarak hemen karşısında inşa edilen Taksim Camii Cuma günü açılıyor.

Uzun süredir tartışılan, Taksim’e cami projesi hakkında caminin yapılamayacağına ilişkin çok sayıda mahkeme kararı vardı. En son 2015’te Danıştay 6. Dairesi’nin aldığı karar Taksim’e caminin yolunu açtı. 2017 yılının başında İstanbul 2 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’ndan da onay çıkmasıyla, Şubat 2017’de Taksim Cami’nin inşaatına başlandı.

Yapımı dört yıl süren ve neredeyse tamamlanan caminin Ramazan ayının son Cuma günü açılması bekleniyordu. Ancak açılış koronavirüs önlemleri kapsamında başka bir tarihe ertelendi.

Peki Taksim’e cami yapımı siyasi olarak ne ifade ediyor?

“Muhafazakar sağın kampanya motifi”

DW Türkçe’ye konuşan gazeteci Kemal Can’a göre, Taksim’e cami yapılmasının altında yatan fikir, laik Türkiye Cumhuriyeti’nin sembollerine karşı milliyetçi muhafazakar sembollerin aynı anıtsal biçimde yerleştirilmesi ihtiyacına karşılık geliyor.

Kemal Can, 1967-68’te Ankara ve İstanbul için iki anıtsal cami yapma meselesinin özellikle Türk sağında, muhafazakar sağ blokta önemli bir kampanya motifi olduğunu hatırlatıyor. Can, “Ankara’da Kocatepe Camii, İstanbul’da Taksim’e cami. Bu ikisi, dinsel muhafazakarlığın politik olarak öne çıkmaya başladığı, daha ‘radikal sağ’ dediğimiz kesimlerin, hem İslamcı hem milliyetçi kanatların politikaya doğru ilerlediği, farklı politik kimlikler olarak siyaseti domine etmeye başladığı döneme kadar geriye gidiyor” diyor.

1967’de temeli atılan Kocatepe Camii 1987’de dönemin Başbakanı Turgut Özal tarafından ibadete açılmıştı.

Kocatepe Camii’nin, Anıtkabir’e denk, yani seküler dünyayı, kültürel politik hegemonyayı temsil eden bir anıta karşılık gelecek bir şey üretme ihtiyacından kaynaklandığını ifade eden Can, Taksim’e cami yapılmasının da, Ayasofya’nın ibadete açılmasıyla birlikte, İstanbul’un fethini tamamlayacak iki motif olarak Türk sağında hep canlı kaldığını dile getiriyor.

“Siyasi fetih sembolü” vurgusu

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 2011’de yüzde 50’nin üzerinde oy alarak iktidara geldiğinde Taksim’e cami yapımını üçlü bir proje olarak gündeme getirmişti. Bunlar, Taksim’e cami ile Topçu Kışlası’nın yapımı ve AKM’nin yıkılması idi.

Kemal Can, daha sonra Gezi Parkı protestolarına yol açacak olan bu üç ayağın, Erdoğan’ın zihnindeki AKP iktidarının, politik ve kültürel iktidarının anıtları olarak bir tür zafer gösterisi halinde kurgulandığını vurguluyor. Can, “Hatırlanacağı gibi hemen Gezi Parkı’nın öncesinde üçüncü köprüye Yavuz adının verilmesi, ısrarla ‘Çatlasanız da patlasanız da buraya Topçu Kışlası yapılacak’ denmesi, o sırada dava konusu olan, idari yargıda iptal edilmiş planla Taksim Camii’nin sivil toplum ve özellikle meslek örgütlerinin direnişiyle engellenmesi ve AKM meselesi art arda geldi. Bunlar, bir tür siyasi fetih sembolü olarak öne çıkartıldı” diye konuşuyor.

Taksim Camii’nin yapımına başlanmasının ardından, inşa edildiğinde dünyanın en büyük sanat merkezlerinden biri olan AKM de Şubat 2018’de yeniden yapılmak üzere yıkıldı. Topçu Kışlası projesi rafa kalksa da Mart ayında Taksim Gezi Parkı’nın mülkiyeti, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nden alınarak Sultan Beyazıt Hanı Veli Hazretleri Vakfı’na devredildi.

“Kültürel iktidar gösterisi”

Kemal Can, Taksim’e cami yapılmasındaki asıl motivasyonun, Osmanlı’nın ihyasından çok AKP’nin bir türlü elde edemediği fikri ve kültürel iktidar gösterisiyle ilişkili olduğu görüşünde.

Can “Osmanlı ile birtakım tabi fikri bağlar kuruluyor ama aslında fiiliyatta yerli milli denilen milliyetçi, maneviyatçı, muhafazakar kalabalığa yaslanmış fikri iktidarın, hep Erdoğan’ın şikayet ettiği üzere kültürel iktidarı alamadık yakınmasının sonucu” diyor. Can’a göre siyasi hegemonyanın bir işareti olarak başvurulan bu tür semboller ideolojik olarak dinsel motifler, Osmanlı temaları, külliyenin Selçuklu mimarisine benzer biçimde yapılması gibi aslında çok da derinliği olmayan bir şeylerle süsleniyor.

“Artık zafer havasını destekleyecek atmosfer yok”

Mayıs 2019’da İstanbul’un yeni sembolü olarak lanse edilen Büyük Çamlıca Camii’nin açılışı gerçekleşmiş, Temmuz 2020’de ise Ayasofya Camii tartışmalar eşliğinde ibadete açılmıştı.

Kemal Can, Çamlıca Camii ve Ayasofya’nın ardından Taksim Camii’nin açılmasının, zihniyet sembolleri açısından önemli aşamaların geçildiğini gösterdiği görüşünde. Ancak Can’a göre Çamlıca Camii de Ayasofya da iktidarın beklediği motivasyonu üretmedi.

Taksim Camii’nin de benzer bir kaderi olacağını ifade eden Can, “Çünkü artık bu semboller üzerinden kurgulanan zafer havasını destekleyecek bir siyasi atmosfer yok. Bütün bunlar, iktidarın gücünün tartışıldığı, desteğinin sorgulandığı ve pek çok açıdan, kendi tabanı açısından da somut problemlerin, böyle sembolik çıkışların önüne geçtiği bir döneme rastladı. İktidar, devlet erki olarak çok büyük bir güç elde etmiş olsa bile politik olarak son derece sıkıntılı bir süreç yaşıyor. Dolayısıyla murat edilen karşılığı da vermiyor” ifadelerini kullanıyor.

“Tamamen ideolojik ve siyasal bir proje”

Taksim’e cami projesinin, toplumun duyduğu ihtiyaçtan kaynaklanıp kaynaklanmadığı da tartışmalı.

TMMOB Mimarlar Odası’ndan yüksek mimar Mücella Yapıcı’ya göre Taksim Camii Projesi aslında bir kentsel ihtiyaçtan doğan bilimsel ya da teknik bir proje değil. Tamamen ideolojik ve siyasal bir proje.

“Her şeyden önce Taksim meydanının bir bütün olarak kentsel ve tarihi sit alanı olma niteliği var” diyen Yapıcı, bu niteliği belirleyen unsurlardan ilkinin 1. Mahmut zamanında yapılan Maksem olduğunu söylüyor.

Maksem, Osmanlı İmparatorluğu döneminde şehrin suyunun dağıtımının yapıldığı yere verilen isim. Suyun taksim edildiği, paylaştırıldığı yer anlamına geliyor. Taksim de adını buradan alıyor.

Yapıcı, meydanın sit alanı olmasına neden olan diğer unsurları ise Cumhuriyet döneminde yapılan Gezi Parkı, Taksim Cumhuriyet Anıtı ve AKM diye sıralıyor.

Her üç yapının da Cumhuriyet dönemi modernleşmesinin mekânsal tezahürü olduğunu ifade eden Yapıcı, bu nedenle bu yapıların modernleşmenin başlangıcından itibaren özellikle “sağ ve gerici” iktidarlar tarafından bir ideolojik çatışma alanı haline getirildiğini anlatıyor.

Yapıcı, “Sanki biz Müslüman bir ülkede değilmişiz ya da Taksim Beyoğlu bölgesi Hristiyanlaşmış bir bölge gibi sürekli oradaki kiliselerle cami karşılaştırılması yapılmış. Taksim, ‘çan sesleri var niçin ezan sesi yok’ gibi birtakım dürtülerle sağ iktidarların seküler Cumhuriyet politikasına karşı bir mücadele ve gösteri alanı haline gelmiştir” diyor.

“Cami mimarisine hakaret”

Mimarlar Odası olarak bir kentsel bölgede, planlamaların esas olarak kentin ihtiyacı, çevrenin yapılanmaları ve oradaki kültür varlıkları açısından bilimsel gerekliliklerine baktıklarını dile getiren Yapıcı, bu nedenle projeye başından beri meydanın ölçeğini, fonksiyonunu değiştirmesi ve özellikle yeri açısından karşı çıktıklarını vurguluyor.

Caminin birinci derecede tarihi eser olan Maksim’in arkasında bulunan arkeolojik kalıntıların ve buluntuların olduğu bir alanda sıkıştırıldığını ve bodrumu ile Maksim’e çok büyük zarar verdiğini ifade eden Yapıcı, “Ne yazık ki sadece meydan değil, cami mimarisi de, ibadethane mimarisi de bu politikaların, ideolojilerin oyuncağı haline getirilmiştir. Yani o sıkışık alanda öyle bir cami inşası ayrıca çevresiyle birlikte cami mimarisine de yapılmış bir hakarettir aslında” diyor.

Cami projesini bilimsel olarak eleştirdiklerinde tartışmaların camiye karşı oldukları noktasına çekildiğini söyleyen Yapıcı, cami mimarisinin siyasal kapışma aracı haline getirilmesinden de rahatsız olduklarını ifade ediyor. Yapıcı, “Sadece cami değil, kilise ya da başka bir yapı olsaydı da burada yapılacak projeye karşı çıkardık” sözlerini kullanıyor.

“Toplumsal hafıza için yanlış”

Öte yandan yapılan caminin hiç açık alanının olmamasının, Taksim Meydanı’nın toplu bir namazgah olarak, özellikle cuma günleri iktidarın İslam’ı siyasete alet edilmesi anlamında kullanılacağını gösterdiğini düşünen Yapıcı’ya göre bu, toplumsal hafıza için de son derece yanlış.

Mücella Yapıcı, “Bunun yapılması, aslında emek emek biriken, Cumhuriyetin, seküler politikanın, 19’uncu yüzyıl Osmanlı yenileşmesinin ya da bütün bunların üzerine emek ve demokrasi mücadelesinin hafızasının üzerine farklı bir baskı aracı. Ben burada varım, ben inatla hukuku da bütün kuralları da takmayarak işte bunu inşa ettim, güçlü benim, muktedir benim demenin de bir yolu haline getirmiştir” diyor.

Pelin Ünker

© Deutsche Welle Türkçe

EN SON EKLENENLER