Sizin Savaşınız Bizim Ölülerimiz

ROJDA YILDIRIM

Republique meydanındayız. Paris’te 132 insanın ölümüne ve yüzlercesinin de yaralanmasına sebep olan 7 saldırının kesişme noktasındayız. Meydanda bulunan özgürlük anıtının etrafı yüzlerce çiçekle donatılmış. Bir o kadar da mum yanıyor. İnsanlar yaklaşıp mumlara, çiçeklere bakıyor. Yoğun bir sessizlik hakim. Çiçek bırakan kimi insan ağlıyor, kimide ağzını bıçakla kesmişçesine sessizce bakıyor. Derin bir hüzün var. En fazla da dikkat çeken husus duvarlara yazılan yazılar, küçük kağıtlar üzerine bırakılan notlar, çizilen resimler, çeşitli işaretler ve semboller oluyor. Duygular, düşünceler bir şekilde ifade ediliyor, yansıtılıyor. Tek tek okuyarak ne denilmekistendiğini anlamaya çalışıyorum. İlk gözüme çarpan “hiçbir tanrı, hiçbir inanç bu barbarlığı ifade edemez. İnsan sevgisi kazanacaktır” notu oluyor. Bir buket çiçeğin yanıbaşına “ben insan görüyorum ama insanlığı değil” notuiliştirilmiş. Anıtın biraz daha yukarılarına doğru baktığınızda kocaman bir “korkmuyoruz” yazısı hemen göze çarpıyor. Hemen altında “savaş tohumlarını eken savaş biçer”, “katlanmayacağız, direneceğiz” yazıları eklenmiş. Ancak katliam olduktan kısa bir süre sonra en fazla paylaşılan cümle ise “savaşı kendi kalbinde yürüt” oluyor.

Bir çok insan Paris katliamını sosyal medya üzerinden bu satırlarla paylaştı. Bu sözü sarfedenler herkese birşeyleri anlatmaya çalıştı. İllede olacaksa bir savaş bu insanın insana karşı savaşı değil, kendi vicdanında yürüteceğibir mücadele olmalıydı. Çünkü bir çoğuna göre insanlar kendi kafalarındaki barbarlığa, ırkçılığa, dini fanatizme karşı savaş açmalıydı, insanın kendisine değil.

Fransa 13 Kasım da yaşadığı katliamı yeni yeni anlamaya, irdelemeye çalışıyor. Ancak kesin olan bir durum varki oda herkeste derin yaraların açılmış olmasıdır. Toplumsal travmaların yanısıra zihinsel yarılmalar veçarpılmalarda ayrıca irdelenmeyi gerektiriyor. Paris için 13 Kasım öncesi ve sonrası diye bir tanımlama olcaktır artık. Çünkü Fransa’da yaşayan her ırktan, her etnik kimlikten insan, 13 Kasım öncesi gibi değildir,olmayacaktır. İki yüz yıldır “kardeşlik, eşitlik ve özgürlük” sloganını kendine rehber edinen Fransa sokaklarında şimdilerde derin bir korku, ağır bir paranoya hakim. Müziği, dansı, sohbeti, tartışmayı seven Paris sokakları sessiz ve donuk vaziyette. Havada ağır bir şüphe var. Tuhaf tuhaf birbirine bakan bir çok göze aynı anda rastlayabilirsiniz. Toplu taşıma araçlarına bindiğinizde ya da sokakta, herhangi bir cafeterya da oturduğunuzdainsanların sürekli birbirini süzdüğünü, şüpheyle baktığını, hele hele esmerseniz ve “kara kafalıysanız” bütün gözlerin bir anda size çevrildiğini dehşetle farkedersiniz. Toplumsal travma sadece psikolojik olarak yön vermiyor aynı zamanda zihinsel algıları da belirliyor. Katliamlar ve peşisıra resmi devlet ağızlarının sürekli korku pompalayan açıklamaları (DAİŞ’in ordusu Paris’e indi vb.)toplumsal refleklerin yönünüde farklılaştırmış durumda.

Bu tepkiler bazı kesimlede belirgin bir milliyetçi eğilime dönüşürken, bazı kesimlerde de devleti ve politikaları sorgulayan bir yaklaşıma dönüşebiliyor. Tabi sözkonusu Fransa olunca milliyetçiliği de “kibarca” oluyor. Saldırılar karşısında “birlik olalım, birleşelim” argümanı sıklıkla kullanılıyor. Ancak bu birlik toplumsal dayanışma anlamında değil, devletin etrafında ve devlet politikalarına koşulsuz onay veren ağır bir ajitasyon havasında dayatılıyor. Olağanüstü Hal (OHAL) sağcısı ve solcusunun ortak “evet” oyuyla kabul edildi. “Hayır” oyu kullanan 7 milletvekili için ise soruşturma başlatıldı. Güvenlikçi önlemler, polisin yetkilerinin arttırılması, sürekli yasaklanan yürüyüşler gibi bir çok önlem yeni yasalarla desteklenerek bir oldu bittiyle kabul ettiriliyor. Ancak her kesim yaşanan sürece ve uygulanan politikalara aynı eksende bakmıyor. “Kimin birliği ve neye karşı birlik?» diye soran Fransızlar aynı zamanda şunu da söylüyor. “Charlie Hebdo saldırısını yapan iki kardeş Fransız vatandaşıydı ve Fransa yetimhanelerinde büyüdüler. Paris katliamını yapan faillerden çoğu fransız vatandaşıydı. Kendi vatandaşlarınıza karşı mı savaşacaksınız” diyen bir çok insana da rastlamak mümkün. Yanısıra “Fransa’nın ne işi var Suriye’de, neden Suriye’yi bombalıyoruz” diyenler mevcut sonucun Fransa devletinin politikalarının bir ürünü olduğunu dile getiriyor. Charlie Hebdo katliamı olduğunda Fransızlar bunu karikatür meselesinden dolayı lokal bir olay, dergiye dönük bir saldırı olarak algıladılar. Toplum bir şekilde kendi dışında tutarak etki düzeyini en aza indirdi. Ancak Paris katliamı bir bütünen sivil halka dönüktü. Şimdi Fransa kendi “Ortadoğusunu” yaşamaktadır.

Yaşanan sürece ilişkin bire bir görüşlerini sorduğumuz birkaç fransız kadından biri olan Beatrice “Fransız devleti olağan üstü hal kararı ile bu katliama savaş retoriği ile cevap vermektedir. Bu da kör bir çemberde şiddetin yoğunlaşacağını göstermektedir. İslamofobi, ırkçılık gelişecek. Aksine dayanışmayı yükseltmek gerekir.» diyor. Magdalena ise Paris’te okuyan bir öğrenci. Aynı zamanda geçen yıl Kobane direnişi sırasında kurulan Kobane feminist kolektifinin de üyesi. Magdalena “Paris katliamında ölenlerin anısını Kürtlerin, Asuri ve Ortadoğu halklarının mücadelesinde birleşerek cevap verebiliriz. Bu mücadele ataerkil ve kapitalist sisteme karşı DAİŞşahsında en büyük darbe olacaktır.» diyor. Avrupanın en güçlü kadın örgütlerinden biri olan ve Fransa genelinde 80 bin üyesi bulunan Femmes Solidaires ise yaşanan süreci kadın cephesinden yorumlayarak cevap veriyor. Femmes Solidaires “ Teröristler Fransa’yı kalbinden vurdular. Paris’te özgürlük tutkusunu, yaşam tutkusunu, dayanışma ve dostluğu vurdular. Oysaki Paris, kolektif toplumsallığın ve kültürlerin kentindir. Korkularımızla, kaygılarımızla, üzüntülerimizle yalnızlaşmayalım. Kadınlar ve halklar olarak bir araya gelelim..» diyerek dayanışma çağrısı yapıyor.

Aslında kadınların durduğu noktadan olaya baktığımızda yaşananlar erkek egemen aklın erkeklik halleri olarak karşımıza çıkıyor. Devlet ve hükümet yetkililerinden gelen bir çok açıklama havada uçuşurken bir kez daha damgasını vuran erkek egemen söylem oluyor. Özgürlük, eşitlik, barış gibi daha birleştici, sağaltıcı kavramlar yerine “savaştayız, saldıracağız, intikam alacağız, bombalayacağız” gibi söylemler hafızalara korku duvarları olarak yeniden örülüyor. Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande “katliamı protesto etmek için herkes evine bayrak assın” diyerek Türkiye’de alışık olduğumuz milliyetçi söylemleri “yastayız” tonlamasıyla da karıştırarak toplumsal bir refleks haline getirmeye çalışıyor. Fransızların sosyal medya da en fazla paylaştığı söylemlerden biri “Sizin Savaşınız Bizim Ölülerimiz” olmuştu. Devletçi, egemen söylemlere kaşın birçok insan “bu siz devletlerin savaşıdır ama ölenler biziz” diyerek öfkesini dile getirmişti. Evet bu devletlerin, egemenlerin, Ortadoğu’yu kan gölüne çevirenlerin savaşıydı.

Tabi sorgulayanlar, ezilenler, irdeleyip tepki gösterenler sadece feministler, anarşitler, solcular değildi. Fransa’da hatırı sayılır bir nüfusa sahip olan Kürtler de tepkiliydi. Katliam olduğunda Kürt halkı ve kurumları Fransız halkının yanındaydı, yastaydı. “DAİŞ’e karşı mücadelenin ne demek olduğunu en iyi biz biliriz ve sizi çok iyi anlıyoruz” diyorlardı. Ancak hiçbir dayanışma ve destek yaklaşımını esirgemeyen ve her türlü özveride bulunan Kürtlere karşı Fransa başbakanının yaptığı “20 bin fişlenmiş tehlikeli insan yaşıyor Fransa’da. Bunların arasında Kürtlerde var” demesi ve bir gün sonra yine aynı başbakanın “DAİŞ’e karşı mücadelede Kürtleri desteklemeliyiz” açıklaması Kürt halkınca Fransanın DAİŞ’e karşı mücadeledeki samimiyet testiydi. Bu açıklamayı duyan herhangi bir Kürdün ilk refleksi ise “ama biz Fransa’da kimsenin burnunu kanatmadık ki” oluyor. Çıkarlar uğruna halkların, mücadelelerin, haklı hareketlerin kurban edildiği bu zamanlarda egemenlerden, devletlerden bir şey beklemeden mücadele etmek ve gerçekten yan yana durmaktır hayati olan. Erkek egemen ideoloji bütün dünyayı milliyetçilikle, dincilikle zehirlerken bize düşen de tıpkı Kobanede olduğu gibi tüm ezilenlerin aynı anda kalbinin attığını göstermektir.

EN SON EKLENENLER