Suç işlemeye devam edeceğiz!

Maksadımız, hiç kimseyi eleştirmek değil. Sadece, görsel ve yazılı basına akseden bazı konuları tekrar bilgilerinize toplu halde sunmaktır. Eleştiri görevini yerine getiren yazar ve muhabirlerin başlarına neler geldiğini tüm dünya biliyor.

Mayıs ayındaki NATÖ zirvesine katılan pek çok lider tarafından dile getirilen: “Türkiye’de gazeteciler ve basın mensupları cezaevlerinde ve sayıları 200’e varmış, bizim gazetecilerimizi bırakın” dediler.

Çocukların ekmeğini yeniden kazanmak için açlık grevine girdiği için tutuklandılar. Mediha ve Gökmen’i tutuklayan hakim, Fetö’cü gazeteci Keneş’i tahliye ettiği hakim. O gazeteci şimdi firarda. Bizler bu konuları kaleme alırsak, hükümeti eleştirmiş ve suç mu işliyoruz? Sanmıyorum.

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanın damadı FETÖ davasında tutukluydu. Bu vatandaş, özel bir hastaneye gidiyor, “Cezaevinde tedavisi mümkün değildir” anlamını içeren bir rapor alıyor. Mahkeme bu rapora istinaden tutuksuz yargılanmak üzere damadı salıveriyor. Her şey yasal. Yapılması gerekende bu. Öbür yanda cezaevlerinden tutuklu ve hükümlü 600’ü aşkın hasta var. Özel hastanelerinden alınan raporlar değil, devlet ve Üniversite hastanelerden alınan raporları var. Bu kişiler, kanser, kalp ve benzeri hastalıklardan son günlerini yaşıyorlar. Cezaevi koşulları tedavilerine cevap vermez deniliyor. Hiç bir yetkili ve mahkeme bu raporları görmüyor. Neden görmüyorlar dersek, suç mu işliyoruz sizce? Sanmıyoruz.

Devletin bir okulunda, 3-6 yaşlarında oluşan çocuklarla bir müsamere yapılıyor. Çocuklar Şeriatla idare edilen devletlerde görülen giysilerle sahneye çıkıyorlar. Körpe çocuklara şehit olması için telkinlerde bulunuluyor. Çocuk yaşlarında evliliği özendiren davranışlar sergileniyor. İnsanlar ergenlik çağından sonra diledikleri gibi yaşamaları evrensel bir haktır. Ama bu devlet, BM’lerin ve Uluslararası anlaşmalara imza atmış; Anayasasında Laik, sosyal bir hukuk devleti olduğunu söyler. Öte yanda: Ülke nüfusunun 1/3’ü Alevi olan vatandaşlarına zorlan din dersini okutur. İlkokullar da dua bilmeyen Alevi çocuklarını sınıfta öğrencilerin karşısında tek ayak üzerinde uzun süre bekletir. Bu farklılığı dile getirmek, nedenini sormak suç mu? Sanmıyoruz.

4 Temmuz 2015’te UNESCO Dünya Kültür Miras listesine alınan AMED (Diyarbakır) SUR ve Hevsel Bahçeleri de yıkım, ranta kurban ediliyormuş. Devlet kültür mirasını korur ve gelecek kuşaklara aktarır. Bunu yok etmeye çalışıyorlarsa, bu ülkenin bir vatandaşı olarak dile getiriyorsak suç mu işliyoruz? Sanmıyorum.

Ülkemizde cinsel istismarlar gittikçe artıyor. İstismarı ortaya çıkaranlar tehdit ediliyor. Örf-adet kisvesi altında baskı altında tutuluyor. Çoğunlukla cezalandırılmıyor. Nedenini sorduğumuzda suç mu işliyoruz? Sanmıyoruz.

İnsan Hakları  Derneği, yaptığı açıklamada: 25 yılda gözaltına altında kaybedilen insan sayısı 940 kişiymiş. Elbette ki, bunların hepsi bu hükümet zamanında olmadı. Hükümetler, kaybedilen kişilerin soruşturmalarını sürüncemede bırakıyor ya takipsizlik veriliyor ya da zaman aşımına uğratılıyor. Oysa ki, Uluslararası sözleşmeler de bu tür suçlar zaman aşımına girmez deniliyor.  Devletler, tarihleriyle açık ve dürüst bir biçimde yüzleşmedikçe, gerçek bir demokrasiyi inşa edemezler. Türkiye bunu neden yapmaz diye sorsak, suç mu işliyoruz? Sanmıyoruz.

Birçok platformlarda , 3 milyonu aşkın Suriye insanına kucak açtığımızı söyleriz. Bunun doğru yanları elbette ki vardır. Urfa, Adana, Antep ve Hatay illerimiz en fazla Suriyelilerin barındığı illerimizdir. Bu üç ilimizin Büyükşehir Belediye Başkanları AKP, MHP ve CHP’lıdır. Bayramlarda esnaflar zorunlu olmamakla beraber iş yerlerine Türk Bayrağı’nı asarlar. Bu belediye başkanları, bayrak asmayı zorunlu hala getirmişler. Hatay belediye başkanı ise Suriyeli esnafın Arapça tabelaları “görüntü kirliliği yapıyor” diye sökmeye başlamış. Bundan ırkçılık ve asimilasyon kokmuyor mu? Oysa ki, Sayın Cumhurbaşkanımız, bugüne dek yaptıkları konuşmalarda: “Irkçılığa ve mezhepçiliğe karşı olduklarını” dile getiriyordu. Öte yandan Ankara, İstanbul ve İzmir gibi şehirlerde, İngilizce ve diğer dillerde yazılan tabelalar “görüntü kirliliği” yapmıyor mu diye sorsak suç mu işliyoruz sizce? Sanmıyorum.

26.05.2017 tarihli Evrensel gazetesinin Ahmet Yaşaroğlu, köşesinde bir alıntı yapalım: “Sayın Cumhurbaşkanımız TUSİAD toplantısında “Türkiye üç kat büyüdüyse buradakiler beş on kat büyüdü.” Erdoğan demek istiyor ki, hem gölgemizde büyüyüp tatlı karlar cebe indiriyorsunuz hem de nankörlük ediyorsunuz. Bakın grevleri yasaklıyoruz, sendikaların canına ot tıkıyoruz; asgari ücrete katkı sağlıyoruz. Tüm ülkeyi ucuz emek cennetine çevirdik, teşvikler vergi indirimleri hep sizin için, neredeyse deveyi hamuduyla yutmanız için ortamı hazır tutuyoruz daha ne istiyorsunuz?” diyor. Öte yandan, görsel basında duyduğumuza göre bir fabrika “işim yok” diye onlarca işçiyi kapı dışarı etmiş. Birçok  aileyi açlığa terk etmiş. Aynı iş yeri, daha ucuz olan Japon işçilerini almış. Diğer yandan greve katılan öğretmenlerin meslekten men edildiği, ama çocuklara idam ipini dağıtan öğretmenin kınama cezasıyla kurtulduğu; büyük sermayenin OHAL’de zenginleştiği, diğer yandan binlerce esnafın kepenk kapattığı bir ülkede yaşıyoruz. Bu tablo karşısında yöneticilerimiz neden suskun dersek suç mu işliyoruz? Sanmıyorum.

Bir zamanlar Milliyet gazetesini zevkle okurdum. Her okuduğumda, bilgi daracığım zenginleşirdi. Milliyet gazetesi, geleneksel olarak her yıl “Şehrin En İyi Ödülü’nü” dağıtır. Bu yıl “En hayırsever iş adamı” ödülünü kime vermiş biliyor musunuz? 1 Kasım 2015 genel seçim öncesi 9 Ekim’de Rize’de Cumhurbaşkanı Erdoğan’a destek için “Teröre lanet” sloganıyla yaptığı mitingde Sedat Peker, bölge illerindeki sokağa çıkma yasağına karşı akademisyenlerin imzaladığı “Bu suça ortak olmayacağız” başlıklı metin üzerinden akademisyenleri hedef aldı. Peker, “oluk oluk kanlarınızı akıtacağız ve akan kanlarınızla duş alacağız” diyen Sedat Peker’e vermiş ödülü. Şapkamızı önümüze koyup düşünelim. Şimdi rahmetli Abdi İpekçi ve Çetin Emeç’in kemikleri sızlamıyor mu? Yönetici ve savcılarımızın tepkisizliği neden kaynaklanıyor diye sorsak suç mu işliyoruz? Sanmıyoruz.

Eskiden bir sağlık bakanı, “Şu okullar olmasaydı, Milli Eğitim ne güzel yönetilirdi” demişti. Diyesimiz geliyor: Bir ülkede OHAL olursa ve KHK’me çıkarıp dışarıya çıkmak yasaktır dersek, o ülke ne güzel yönetilir değil mi?

Her zaman saygı ile andığımız Nazım Hikmet, ‘doğruları söylemek vatan hainliğiyse ben vatan hainliğine devam ediyorum’ anlamını içeren bir cümle söylemişti. Tüm halklarla birlikte kardeşçe yaşamayı arzulayan bizler, hataları tekrar tekrar dile getirmek suçsa, suç işlemeye devam edeceğiz…

 

EN SON EKLENENLER