‘Süreklerin tekleşmesi, bir merkezden yürütülmesi Aleviliğin doğasına aykırı’

Yazar Piri Er, “Yol bir, Sürek bin bir” sözü üzerine değerlendirme yaparak  “Neden bir tek Alevilik yok?” sorusuna da cevap verdi. Tüm Alevi toplumunun, aynı şekilde erkan yürütemeyeceğini belirten Yazar Er, “Bu zaten Aleviliğin doğasına aykırı. İyi ki de öyle olmamış. Süreklerin tekleşmesiyle birlikte değişime açık olmayan Alevilik zaten yaşamazdı” dedi. 

Asya kıtasından Avrupa’ya dek var olan Alevi toplumu, her coğrafyada kendi sürekleri üzerinden inancını yürütüyor. Alevilik, her bölgede temel kurallar üzerine oturtulup yaşatılıyor.

Bir bütünen “Yol” olarak kabul edilen Alevilikte “Sürek” kavramı nasıl tarif edilir? Yazar Piri Er ile konuştuk. Yazar Er, Aleviliğin İslam’dan ayrı, kendine özgü kuralları olan bir inanç biçimi olduğunun altını çizerek konuşmasına başladı. Aleviliğin neden “Yol” olarak tarif edildiğini anlatan Er, şu bilgileri paylaştı:

“Biz ‘Mezhep bilmeyiz Yol’umuz vardır’ diye zaten şiirlerde de geçer. Aleviliği, bir mezhep, İslam’ın içerisinde bir ekol olarak tanımlamak, İslam’ın hetorodoksisi olarak tanımlamak anlamına gelir ki bu bana göre doğru bir yaklaşım değildir. O nedenle Aleviler de herhalde bu farklılığı ya da özelliği düşünerek kendilerini ‘Yol’ olarak tanımlar. Yani sürülen, gidilen yol olarak tanımlarlar. ‘Sürek’ ise; Alevilik tek ekolün olduğu bir yapı değildir. Ana sürek olarak Hacı Bektaş’taki iki ekolü; Babahan ve Çelebi ekolünü biliriz. Bunlar Aleviliğin sürekleridir. Bunların dışında bağımsız ocaklar olarak bildiğimiz ocaklar vardır ki Alevilik bu üst sürek üzerinden yürür. Bunun içerisinde en geniş çaplısı tabi ki ocak sistemidir. Ama bu ocak sistemi içerisinde de hem ocaklar arasında farklılık vardır hem de genel çerçeve içerisindeki örneğin Hacı Bektaş’taki iki post içerisinde.Örneğin bir kolda müsahiplik varken diğerinde evlenmeyen dervişler vardır. Ama sistem olarak hepsi kendini Bektaşi ekolleri içerisinde tarif ederler. Her iki kol da Hacı Bektaş’a bağlıdırlar. Ama bunun dışında sürekler dediğimiz özellikle ocaklara bağlı yapılar vardır ki bunlar işte Tahtacı, Çepni ya da Kızılbaş ocakları diyebiliriz. Kastedilen şey, genel olarak budur.”

“OCAKLARA GÖRE SÜREKLERDE FARKLILIKLAR OLUŞMUŞTUR”

Yazar Piri Er, birbirine mesafe olarak yakın olan Alevi topluluklarında dahi farklı süreklerin mevcut olduğuna işaret etti. Piri Er, “Neden sürek binbir?” sorusuna ise şu yanıtı verdi:

“Bu şunu gösteriyor; süreklerin farklılığını, süreklerin temel yapı olarak aynı ekolmuş gibi görünmekle beraber sürekler arasında da farklılıkların olduğunu gösteriyor. ‘Bu farklılıklar ne?’ diye sorarsanız örneğin Karadeniz bölgesindeki Çepnileri ele alalım. Ocak merkezi olarak Gümüşhane ilinin Kürtün ilçesinden başlar. Ocak merkezi orasıdır ancak günümüzde burası dönüşmüş bir yapıya sahiptir, Alevi kimliğinde değildir ama oradan başlar ve Trabzon Akçaabat’ın köylerinden İzmit’e kadar inen bir ocağı kast ederiz. Bunlar Güvenç Abdal Ocağı’na bağlıdır ve Çepni gruplarıdır. Ama Çepnilerin bunun dışında da bir grubu vardır. Bunlar Batı Anadolu’da dediğimiz özellikle Balıkesir bölgesinde yoğunlaşan Köse Süleyman Ocağına bağlı Çepni gruplarıdır. Bunların tümü aynı görünür ama bağlı oldukları ocaklara göre süreklerde farklılıklar oluşmuştur. Aynı bölgede bulunan Çepniler ile Tahtacı gruplar arasında da farklılıklar vardır. Örneğin Balıkesir’in sahildeki köylerine bakarsanız Tahtacı köyleridir. Biraz daha içeri doğru gittiğinizde Çepni köyleri vardır. Bunların da geleneklerinde farklılıklar vardır. Örneğin müsahipliği farklı algılarlar. Örneğin Tahtacı topluluğu müsahipliği tek aşamalı olarak gerçekleştirmezler. Tahtacılarda aşına, peşine ve çığıldaşı vardır. Dolayısıyla tahtacıların süreklerinde de kendi içlerinde farklılıklar vardır.”

“İNANCIN TEK MERKEZDEN YÜRÜTÜLMESİ ALEVİLİĞİN DOĞASINA AYKIRI”

Piri Er, “Neden bir tek Alevilik, bir tek erkanname yok?” sorularına ise “Bu Aleviliğin doğasına aykırıdır” cevabını verdi. Tek bir süreğin olması durumunda Aleviliğin yaşayamayacağını belirten Er şöyle devam etti:

“İyi ki de öyle olmamış. Düşünelim ki gerçekten de bir tek Ağuçen Ocağı vardı. Bu ocağın günümüzde bilinen çok meşhur bir dedesi var. Şimdi bütün Alevilerin Mürşit Ocağı olarak bağlandığı bir yapı düşünün. Bunun içerisinde de mürşit olarak İzzettin Doğan’ın olduğunu ve herkesin ona bağlı olduğunu düşünün. İzzettin Doğan, sizi nereye götürürdü? Muhtemelen Ankara’daki Cami-Cemevi projesine ya da semahların içerisine semazen yerleştiren bir yapıya götürürdü. Ya da kadınların, küçük çocukların başını bağlayarak cemevlerine götürürdü. Alevi İslam anlayışı paralelinde kurmuş olduğu Alevi İslam Din Hizmetleri Başkanlığı’na bağlı bir yapıya götürürdü. Örneğin cemlerde demin yasaklandığı bir yapıya götürürdü. Dolayısıyla süreklerin tekleşmesi, bir tek merkezden yürütülmesi zaten Aleviliğin doğasına aykırı.

Alevilik yok olma tehlikesiyle belli dönemlerde karşı karşıya kalmış bir inanç. Babai İsyanından alın 1237’den Şahkulu İsyanına kadar, Şah İsmail döneminde yaşanan katliamlara kadar sürekli katliamlarla muhatap olmuş bir inanç grubu. Burada farklılaşmanın, süreklerin oluşmasındaki nedenlerden biri de belki de bu. Çünkü yok olma tehlikesi karşısında farklı bölgelere giden Aleviler, kendilerine göre bulundukları bölgede Aleviliği farklılaştırmışlar. Bu çok doğal bir şey. İyi ki de öyle yapmışlar. Çünkü farklılaşmasa ve geleneksel yapısı içerisinde kalıp hiçbir şekilde değişime açık olmayan bir Alevilik yaşamazdı. Onun için sürekler farklılaşmış ve bugün de bu farklılığı koruyorlar. Ben hep ‘İyi ki bir tek merkeze bağlı kalınmamış’ diyorum. Bütün ocakların Hacı Bektaş’a bağlı olması da bana göre İzzettin Doğan gibi bir sakınca yaratmasa da sıkıntı yaratabilirdi. Bugün Hacı Bektaş’a bağlı olmayan, kendi başına ocaklar da var. Hatta Hacı Bektaş’tan önce kendi varlıklarının olduğunu söyleyen ve ‘Biz daha eskiyiz’ diyen ocaklar var. Dolayısıyla bunun merkezileşmesi, bir tek kanala bağlanması orayı bir anlamda kontrol etme anlamına da gelir ki bunu Osmanlı da denemiştir. Hacı Bektaş Ocağı’nda 1520’de başlayan Kanuni’nin kayınbiraderi Sersem Ali Dede Babanın oraya gelmesiyle başlayan süreç aslında bir anlamda Hacı Bektaş Dergahı’nı kontrol altında tutmaya çalışma sürecidir. Ancak bu başarılamamıştır. Örneğin Hacı Bektaş’ın devamı olan Babahan kolunda evlenmeyen dervişler vardır. Kiminde dem vardır kiminde ise kaldırılmıştır. Örneğin günümüz Çelebileri müsahipliği bir anlamda kaldırdılar. Uygulanmasının güçlüğü nedeniyle ikrar vermeyi yeterli buluyorlar. Ama bir Tahtacı için bu geçerli değil. Tahtacı ocağında mutlaka müsahip tutmak bir kenara, aşına ve peşinesini de tutuyorlar. Ya da Sivas, Dersim kökenli birçok ocakta hala günümüzde müsahiplik temel bir kurum olarak işliyor. Bu nedenle ocakları bir tek kaynağa bağlamak bana göre iyi bir şey değil.

“FARKLI OLMAKTA HİÇBİR ZARAR YOK”

Yazar Piri Er, günümüzde hazırlanan erkannamelerin içeriği hakkında da konuştu. Yazılı hale getirilen erkannamelerin farklı coğrafyalarda karşılık bulamayacağının altını çizen Er, şu bilgileri paylaştı:

“Günümüzde bazı erkannameler hazırlanıyor. Hatta onların kimisinde ben de bulundum ve benim savunduğum şuydu; bunu Hacı Bektaş Çelebileri bu şekilde yürütüyor diye hazırlayabilirsiniz ama bunu siz götürüp Tahtacı cemi olarak yürütemezsiniz. Yani bir Çelebi Dedesini götürüp Tahtacı ocağının cemini yürüttüremezsiniz. Çünkü semahlarında, deyişlerinde, nefeslerde, devriyelerde farklılıklar var. Dolayısıyla her ocağın kendi süreğini, kendi varlığını koruması bir zenginliktir. Bu çok başlılık değildir. Yolun temel kurallarında bir Enel Hakk düşüncesinde ortaklık sağlayabiliyorsan ve Vahdeti Mevcut düşüncesini ortak görüş olarak aktarabiliyorsan farklı olmakta hiçbir zarar yok. Ama bunları alıp ve içerisini de değiştirip ‘Asıl budur’ diyorsan orada bir sorun var demektir.‘Aleviliğin yazılı kaynağı yok’ demek çok doğru bir tanımlama olmaz. Aleviliğin yazılı kaynakları olarak bilinen kimi kaynaklar var ama şunu diyebilirsiniz; ‘Bunlar ne kadar bugünkü Aleviliğe hitap ediyor ya da bugünkü Aleviliği şekillendirmeye yarar?’Örneğin buyruklar var; İmam Cafer, Şeyh Safi buyruğu var. Bizler biliyoruz ki o buyrukları İmam Cafer yazmadı. Zaten İmam Cafer’in de Alevilikle bir ilgisi yok. Sonradan, 15. yüzyıl itibari ile Aleviliğin içerisine monte edilmiş bir figür olarak var. Yani İmam Cafer, Şah Hatayi’nin Aleviliğin içerisine getirdiği figürlerden biri. Ya da Hacı Bektaş’a mal edilen Makalat gibi kitaplar var. Bunlar gerçekten Aleviliğin kaynakları mı diye sorarsanız bana göre Aleviliğin kaynakları niteliğinde değiller. Ama birçok yerde karşımıza bunlar çıkar. Ama İmam Cafer buyruğunu iki kere okusalar ya yoldan vazgeçerler ya da İmam Cafer’den. Bunlar Aleviliği bağlar mı peki? Bunları tamamen inkar edelim diye bir şey söylemiyorum. Ama bunlar üzerinden Aleviliği kurgulamak, anlamaya çalışmak mümkün değil.

“ALEVİLİK KİTAPLARA SIĞMAZ”

Piri Er, Aleviliğin kitaplara sığdırılacak bir inanç olmadığı vurgusunu da yaptı. Yazar Er, inançların da bireyler gibi değişim gösterebileceğini belirterek şu aktarımda bulundu:

“Örneğin ben 5 tane kitap yazdım. ‘Yaşayan Alevilik’ kitabım 4. baskıyı yaptı. 4. baskıda da dizgiyi değiştirdim. Çünkü ben değiştim. Çünkü benim eriştiğim bilgi değişti. Olaylara bakışım değişti ve doğal olarak ben o yeni bilgiyi eklemek zorundayım. Şimdi siz 16. yüzyılda kaleme alınmış bir kaynağı 21. yüzyılda Aleviliğe uyarlamaya çalışır ya da Aleviliği ona göre yönlendirmeye çabalarsanız sorunlar çıkar. Dolayısıyla bu kitapları tek başına bir kaynak, Aleviliğin aslı gibi düşünmek çok sağlıklı bir yaklaşım olmaz. Bunlara hep eleştirel bir gözle bakıp gerçekten Aleviliğe uyan ya da uymayan yanlarını ayırıp öyle değerlendirmek lazım. Yoksa ‘İmam Cafer buyruğu kutsaldır, okuyalım’ demek ya da Fuzuli’nin Kerbela olayını anlattıklarını okursanız buradan bambaşka yerlere ulaşırsınız. Alevilik kitaplara sığmaz. Çünkü Aleviliğin tarifini yapmak zaten bana göre doğru bir şey değil. Yapamazsınız da yaptığınız zaman durağan hale getirirsiniz. Oysa Alevilik değişir. Anamın Aleviliği ile benim Aleviliğim aynı değil.”

“YETER Kİ YOLUMUZDAN SAPMAYALIM”

Piri Er, son olarak günümüz Alevi topluluklarının, farklılıklar sebebiyle yaşadıkları çatışmaya dair “Yol bir Sürek bin bir” sözü üzerinden şu mesajı verdi:

“Yol cümleden uludur derler. Yani sürekler, Yolun alt alanlarıdır. Yol’un temel ilkeleri vardır. Hakk’ı insanda görür, vahdeti mevcutcudur. ‘Evrende var olanların toplamı tanrıyı oluşturur’ der. Enel Hakk düşüncesi vardır. O nedenle hiçbir şekilde insan hakkını gasp etmez, insan öldürmeyi düşkünlüğü kalkmayan suçlar içerisinde sayar. Alevilik bu yönleriyle korunur, Alevilik Alevilik olarak anlatılır ise, dayanışma kurumu olarak müsahiplik anlatılır ise suç işleme olarak düşkünlük kurumu işletilebilir ise Alevilik o zaman anlaşılır ve kavranır. Dolayısıyla süreğin bin bir olmasında hiçbir sakınca yok. Yeter ki yolumuzdan sapmayalım, yoldan çıkıp da başka yollara gitmeyelim diye düşünürüm.”

 Eren GÜVEN/ANKARA

EN SON EKLENENLER