Tarihçi Hür: ÖSO’nun hukuk dışı eylemlerinin sorumluluğu Türkiye’dedir

 Savaş, işgal, devrim gibi durumlarda, iktidarın yeni sahiplerinin ilk işlerinin eski rejimin sembollerini ortadan kaldırmak olduğunu belirten Tarihçi Ayşe Hür, “Stalin’in, Çavuşesku’nun, Saddam’ın, Kaddafi’nin heykelleri aynı kaderi paylaşmıştır. Burada fark, Demirci Kawa’nın iktidarı değil, halkı temsil etmesidir” dedi.

Tarihçi Ayşe Hür, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK), ÖSO gruplarıyla 20 Ocak’ta başlattığı ve 58 günün ardından girdiği Efrin’de Demirci Kawa’nın heykelini yıkması, kent merkezine Türk bayraklarını asması ve “Çanakkale Zaferi” ile özdeşleştirilmesini değerlendirdi.
Efrin operasyonunun Çanakkale Savaşı’na benzetmenin Türkiye açısından talihsiz bir durum olduğunu belirten Hür, “Çünkü o zaman Türkiye ve Türkiye’ye gizli ya da açık destek veren ABD, Rusya, İran ittifakı, Osmanlı İmparatorluğu’nun topraklarına saldıran İtilaf Devletleri’ne; Suriye’nin şehri Afrin de Osmanlı İmparatorluğu’nun toprağı olan Çanakkale Boğazı’na benzetilmiş olur. Böylece Türkiye ve müttefikleri saldırgan ve işgalci taraf, PYD/YPG ise, vatanını savunan taraf olur. Öte yandan 1915’te Türkiye’nin mirasçısı olduğu Osmanlı İmparatorluğu’na saldıran İtilaf Devletleri üçlüsünden Britanya ve Fransa dolaylı olarak, Rusya ise doğrudan Suriye Savaşı’nda yer almaktadır. Ama bu 3 devlet de Türkiye’nin müttefikidir. Birinci Dünya Savaşı’na katılmayan ama İkinci Dünya Savaşı sırasında Fransa ve Britanya’nın müttefiki olan ABD de, bugün Türkiye’nin müttefikidir. Dahası Türkiye de dahil bütün bu ülkeler NATO üyesidir. Sonuç olarak iki olay arasında paralellik kuran çevrelerin, benzetmelerinin nereye gittiğini fark ettiklerini sanmıyorum. Sadece Çanakkale’de ‘düşman bizi öldürmüştü, biz de burada düşmanı öldürüyoruz’ gibi gayet kaba bir paralellik kuruyor olmaları bile mümkün” ifadelerini kullandı.
‘TSK DE AFRİN’İN UZUN SÜRDÜĞÜNÜ KABUL ETMİŞ!’ 
Hem siyasi iktidar hem de medya tarafından Efrin’e girmenin “zafer” olarak lanse edilmesini, Kıbrıs Harekatı üzerinden verdiği örnekle değerlendiren Hür, “Kıbrıs Harekatı’nda 20 Temmuz 1974 saat 05.05’te ilk savaş jeti havalanmış, 22 Temmuz 1974 günü saat 17.00’de Lefkoşa-Girne hattı birleşmiş. 14 Ağustos 1974 sabahı 06.30’da başlayan ikinci harekât,16 Ağustos’ta 14.30’da bittiğinde Kıbrıs’ın 3’te biri TSK tarafından işgal edilmiş. Afrin’de ise 57 gün sürdü ‘hedefe ulaşmak’. Bu sürenin uzun olduğunu TSK da kabul etmiş olmalı ki, sürekli ‘sivillere zarar verilmesin diye çok titiz davranıyoruz, o yüzden yavaş ilerliyoruz’ şeklinde açıklamalar yapılıyordu” diye aktardı.
‘ŞEHRE GİRMEK SAVAŞI KAZANMAK DEMEK DEĞİL’
Hür, şöyle devam etti: “Şehre girilmesi ‘savaşın kazanıldığı’ anlamına gelmiyor. Bunu da yine iktidara yakın asker emeklilerinin, gazetecilerin yorumlarından anlıyoruz. Bir kısmı endişesini saklayamadan konuşuyor. Afrin’i elde tutmanın zorluğundan, şehri yönetmenin, geri götürülecek olana mültecileri yerleştirmenin, onlara orada bir hayat kurmanın zorluklarından söz ediyorlar. Tarihi ‘kazananlar’ yazar. Bu açıdan Suriye Savaşı’nın başından beri barış içinde yaşamayı başarmış bir şehri imha etmenin, sivil halkını öldürmenin, yaralamanın, mültecileştirmenin tarih tarafından ‘zafer’ olarak yazılmaması için, ‘kazanmak’ gerekiyor” diye aktardı.
‘ÖSO’NUN HUKUK DIŞILIKLARI TÜRKİYE’Yİ BAĞLAR’
Efrin’e Türk bayrağı dikmeyi ve bu olayın videosunun TSK’nın resmi sitesinde paylaşılmasının harekatın “işgal amacıyla yapılmadığı” iddiasını boşa çıkardığını belirten Hür, “Çünkü uluslararası hukuka göre bir devletin bir başka devletin toprağını sahiplenmesi ancak 3 yolla olur. Birincisi o toprak parçasına sahip olan devlet, o parça üzerindeki egemenlik hakkını gönüllü olarak diğer devlete bırakmıştır. İkincisi, o toprak parçasına sahip olan devlet o parçayı diğer devlete kiralamıştır. Üçüncüsü ise, o toprak parçası sahipsizdir, yani herhangi bir devletin parçası değildir, bir diğer devlet tarafından işgal edilmiştir. Bizim olayımızda, bu 3 durum da söz konusu değildir. Afrin sahipsiz değildir, Suriye toprağıdır. Suriye tarafından devredilmemiştir, kiralanmamıştır. Dolayısıyla uluslararası hukuka göre işgal edilmiştir. Türkiye bu suçlamayı savuşturmak için, Suriye’nin artık meşru, egemen bir devlet olmadığını iddia ediyor. Ancak bu iddiası, uluslararası sistem tarafından onaylanmıyor. Sonuç olarak ÖSO’nun yaptığı ve yapacağı hukuk dışı eylemlerin sorumluluğu Türkiye’nin üstündedir. Bu eylemler suç niteliği taşıdığında, Türkiye de suçlu olur” şeklinde konuştu.
‘DEMİRCİ KAWA HALKI TEMSİL EDİYOR’
Demirci Kawa heykelinin yıkılmasını da değerlendiren Hür, şunları söyledi: “Newroz, Kürtler için coğrafi, dinsel, dilsel ve sınıfsal kimliklerin aşan, homojen bir Kürt kimliğinin oluşturulmasında ve Türk milliyetçiliğinin hegemonik pozisyonunu bozmakta önemli bir rol oynuyor. Türkler için ise kimliksel boyutta bir rolü yok, sadece Kürt siyasal hareketinin elinden alınması gereken ideolojik bir silah. Buna cihatçılıkla çapulculuk arasında bir yerde duran ÖSO mensuplarının heykeli, put, dolayısıyla günah sayan bağnaz dinciliğini de eklersek, Demirci Kawa’nın neden ‘ilk imha edilmesi gereken’ unsurlardan biri olduğunu anlarız. Aslında savaş, işgal, devrim gibi durumlarda, iktidarın yeni sahiplerinin ilk işleri eski rejimin sembollerini ortadan kaldırmaktır. Stalin’in, Çavuşesku’nun, Saddam’ın, Kaddafi’nin heykelleri de aynı kaderi paylaşmıştır. Burada fark, Demirci Kawa’nın mitolojik bir figür olması, iktidarı değil, halkı temsil etmesidir.”
‘DAHA VAHŞİ OLAYLAR YAŞANDI’
Efrin operasyonunun, Türkler ve Kürtler arasında bir kopukluğa neden olup olmayacağını tahmin etmenin zor olduğunu söyleyen Hür, “Cumhuriyet tarihi boyunca bundan daha vahşi olaylar (Şeyh Said, Ağrı, Dersim…) yaşandı, kopmadı. 1980’lerden itibaren PKK ile savaş adı altında 30 bin Kürt, devlet terminolojisi ile ‘etkisiz hale getirildi’, on binlercesi hapislere atıldı, milyonlarcası evlerinden edildi, ‘iki halk arasında duygusal bağlar kopar’ dedik, dediler, kopmadı. Kürtlerin siyasi partileri kapatıldı, vekilleri hapse atıldı. Dilleri yasaklandı. 2014’ten beri yaşananları düşünün, binlerce KCK mensubunun hapse atılmasını, ‘Kobane düştü düşecek’, söylemini, ‘hendek savaşlarını’, yıllardır süren OHAL’i, sokağa çıkma yasaklarını ve hala molozların altında yatan ölü bedenleri…
Bunlar da Kürt-Türk arasında ilişkileri koparmadı. Ahmet Türk, Tarık Ziya Ekinci gibi bilge Kürtler, ‘Biz konuşabileceğiniz son kuşağız’ dediler ama hala AKP’ye oy veren büyük bir Kürt kitlesi var. PKK, PYD veya Barzani etrafında öbeklenen Kürtlerin de tavrını çoğu zaman öngöremiyorum. Öte yandan kopuş olsa da herhalde Türk-Kürt ayrışmasından ziyade Türk milliyetçiliğini, ırkçılığını temsil eden kesimlere karşı bir tepkinin ortaya çıkması mantıklı. Yoksa kendini Türk olarak tanımlayan ama iktidarın Kürt politikalarını, Afrin harekâtını onaylamayan, dahası deyim yerindeyse Afrin’in önüne göğsünü siper eden Türkler de var” dedi.
MA / Bilal Seçkin 

EN SON EKLENENLER