Tarihten Günümüze YAŞAYAN ALEVİLİKTE KADIN -2

nuray_bayindirNURAY BAYINDIR

Doğuş yolu Hakk’ın yoludur ve doğum kapısı Hakk’ın kapısıdır. Cenabı Hakk doğumda ispat olduğundan dolayı, doğumda olan sevgi Hakkın sevgisidir. Yol Ana Fatımadır, şefaat kani Fatımadır, Fatımasız yol zülümattır. Fatımanın emrini tutmayan, dersini okumayan, sözünü dinlemeyenler talip olamazlar.” (Başköylü Seyyid Hasan Efendi)

Alevilik bilindiği gibi bir doğal inanç, öz itibariyle kadın inancıdır, ortaya çıkışı itibariyle doğa inancıdır. O nedenle insanın yaşam sürecinde bir sürek izlemiştir de diyebiliriz. Alevilik uzun ve zahmetli bir yoldan geldi bu güne ulaştı. Alevi halkı , kadınıyla erkeğiyle nice katliamlardan, yok sayılmalardan geldi geçti. İnsanlık, tarih öncesi ve ilk tarihsel süreçlerde yaratıcıların kadınlar olduğuna inanıldığı bu nedenle saygı gösterildiği dönemler geçirdi. Zaman içinde kadınlar dünyayı kendi görüşleri doğrultusunda yorumlayıp bilimsel ve felsefi bakış açısı oluşturmaya başladılar. Tarih bilimcilerin ve antrepologların titiz çalışmaları sonucunda, Anaerkil dönemde Kadın ana bakış açısıyla yaratılan evrensel dil ve felsefi birikimin  gün ışığına çıkarılarak insanlığın bilgisine sunulması, binyıllardır devam eden Ataerkil süreç göz önüne alındığında daha çok yeni sayılır.

Zamanın sonsuz akışında bilinen en eski bölünme kadın ile erkek arasındaki bölünmedir ve iki farklı sistemi doğurmuştur. Başlangıçta İnanç sistemlerinin ortaya çıkışında gözlenen kadın ana kültünün bazı tarih bilimcilerin belirttiğine göre 25- 30 bin yıl süren etkisinin erkek lehine değişime uğraması da‘’anaerkil dizgenin ortaklaşmacı klan kardeşliğinin ataerkil dizgenin mülk sahibi babaları tarafından alt edilmesinden sonra gerçekleşmiştir…yabanıl erkeğin gözünde, kadın, her zaman için ‘’insan’’dı. Erkeklerse, ancak, analara olan kan akrabalıklarıyla insan sayılmaktaydı, çünkü bu bağ onları birbirine kardeş kılmaktaydı. Akraba olmayan erkekler, ‘’hayvan’’dı. İşte koca ve babaların ilk konumu buydu. Bu varsayım eldeki bilgilerden ortaya çıkmaktadır. Yabanıl yaratık gözünde hayvanlarla insanların kimliğinin birbirine çok yakın olduğu çoktan kabul edilmiş, bu durum belgelere dayandırılmıştır. Öte yandan kadınların herhangi bir zaman içinde, ‘’hayvan’’ olarak da düşünüldüğünü belirtecek benzer bir bilgi elde edilmiş değildir.’’(1)

Dili biraz daha sadeleştirerek anlatıma devam etmek gerekirse bu gün hemen hemen kullanılan her dilde kadınların yazısız tarihinin izlerini bulmak mümkündür. Hindistan, Anadolu ve Mezopotamyada yapılan araştırmalarda kullanılan bazı eşyalara , yaşam alanlarına , bölgelere verilen isimlerin , simgelerin, imgelerin harf dizimlerinin içinde kadınlar tarafından yaratılan yazısız tarihin izlerini taşıyan kavramlar ortaya çıkmıştır.

’Evrensel tanrı-ana dilinin içinde en geniş yer kaplayanlar ‘’M’’ ve ‘’N’’ harf sesli sözcükleridir…Değer ölçüsü olarak paranın da ‘’M’’ ses birmi ile başlaması kadın tapımıyla başlayan aynı seçil geleneğin sürdürülmesi sonucudur. ‘’M’’ ses birimi artık bir işaret, bir marka sayıldığı için her türlü ölçüde kullanılır olmuştur. Örneğin ‘’mana’’ Sümer’de altın ve gümüş paranın adıydı. Sümer’den çok sonra eski Yunanlılar da ‘’mana’’ adında bir para birimi kullandılar. İngilizcede para anlamına gelen ‘’money’’, argoda para anlamında kullanılan ‘’mangır’’ aynı çizgiyi izleyen ve günümüze kadar gelen sözcüklerden’’dir.(2)

Anadoluda Tanrıça tapımının klasik çağda bile geçerliliğini koruduğu anlatılmaktadır. Antik dönemTarihçisi Strabon’un   İsanın doğumundan kısa bir süre önce yaşadığı düşünüldüğünde Strabon ‘’evlenmemiş kadınlardan doğan çocukların yasal ve saygın sayıldığı, doğuda Ermenistana kadar uzanan kuzey Anadolu kentlerini yazmıştır. Amazonlar tarafından kurulduğu söylenen Efes kentindeki tarihi tanrıça tapınağı İ.S. 348 yılına kadar bütünüyle kapatılmamıştı…Varlıklarını Batı Anadoluda uzun zaman sürdüren ve dikkatleri üzerinde toplayan Likyalılar arasında anayanlı soyla anaerkilliğin bulunduğunu öne süren anıştırmalar hep yazılagelmiştir. Herodot ‘’Bir Likyalıya kim olduğunu sorun, size kendi adını ve anasının soyunu söyleyerek yanıt verecektir’’ diye yazmıştır. Şamlı Nikolas ‘’Likyalılar analarının adını alır, malları miras yoluyla oğullara değil, kız çocuklara geçer’’ der. Heraclides Ponticus Likyalılardan ‘’Eskiden beri kadınlar tarafından yönetilmişlerdir’’ diye söz eder.(3)

Alıntılardan da görüldüğü gibi Anaerkil toplumsal yapılarda kadın doğuran, üreten ve koruyan kimliğiyle öncü rolünü binlerce yıl sürdürmüştür.  Tarım ve hayvancılığın geliştiği emek süreçlerdeki belirleyici konumu erkeğin fizik gücüne ihtiyaç duyulduğu ana kadar sürmüştür. Mitolojilerde Tanrı anaların yerini erkek tanrılara bıraktığı tarihsel süreçler de öyle kendiliğinden olmamış uzun süren kadın gücü ve özgürlüğünün erkek lehine el değiştirmesine karşı direnişler, katliamlar yaşanmıştır. Günümüze kadar gelen masallarda, halk söylencelerinde bunun izlerine rastlanılabilir.

Hayvancılığın dünyada tarımdan daha fazla geliştiği kuzey platolarında yaşayan insan topluluklarının beslenme ve barınma ihtiyaçlarını giderebilmek için güneye doğru göç etmeleri ilk sistemsel bölünmenin startını vermiştir.  Tarım toplulukları olma özelliklerini uzun süredir koruyan anaerkil topluluklar yaşam alanlarına saldırılarla karşılaştılar.

‘’Artemis Akdeniz çevresinde binyıllarca tanınmış bir tanrıçaya belli bir süre içinde ve belli bir bölgede verilen addır. Kaynağı Orta Anadoluda bulunduğu en son arkeoloji kazılarından kesinlikle anlaşılan ve genel olarak Ana tanrıça diye tanımlanabilen bu tanrısal varlık Yunan din ve efsanelerinde Artemis adıyla anılır. Bu tanrıçanın kültü Anadoludan Mezopotamya’ya, Suriye, Lübnan ve Filistin yoluyla Mısır’a ve Ege adalarıyla Girit’e kadar bütün Akdeniz kıyılarını kapladığı gibi, Yunanistan ve İtalya’ya da yayılmış, Ayrıca kuzeyde İskandinav ülkelerine dek sokularak iz bırakmıştır. Toprak ve bereketi simgeleyen bu tanrıçaya her çağ ve her bölgede başka, başka adlarla ve ayrı, ayrı biçimlerde tapınıldığı, bütün bu değişik ad ve biçimlerin ardında hep aynı görüş ve inanç özüne rastlandığı artık yadsınamaz bir gerçek olmuştur.’’ (4)

Bu gün Artemis tapınağı Egenin Selçuk ilçesinde eski görkeminden iz kalmamış yerinde sadece iki sütun kalmış bir şekilde bulunuyor. Efes’teki müzede sergilenen Artemis üzerine verilen ansiklopedik bilgilerde  Artemis, bütün tabiatı dölleştiren ve göğsü sayısız memelerle örtülü bir doğa ve güzellik tanrıçası gibi düşünülerek tapınılmasından doğan kült olarak belirtiliyor.

ANADALUDA BACIYAN-RUMLAR

Binyıllardır Anadolu sosyal yaşamının büyük bir kesimini oluşturan Bacıyan-Rum adıyla bilinen Alevi kadınlar topluluğu hakkında çeşitli araştırmalar yapıldığını biliyoruz. Bazı Osmanlı yazarlarının isimde tahrifata varan yanlış aktarımları On üçüncü yüzyılda alevi inancının yaşandığı Kadın ana dergahlarının varlığını dahi inkar edemedi. Kaldı ki; Eski çağlarda kilden ve taştan tabletler üzerinde yazılan bilgiler , mağaralarda duvarlarda görülen, kazılardan çıkarılan çömleklerin üzerine çizilen figürler, orta çağdan günümüze gelen yazılı belgeler, destanlar, deyişlerin hepsi toplumsal belleği oluşturuyor ve bu kadim inancın özünü yansıtıyor. Kadın analar bu topraklarda antik çağdan günümüze kadar kendilerine saygı duyulan sevgi ve sadakatle bağlanılan bir iradeyi temsil ediyordu. Kadın Anaların önderlik ettiği Bu toplumsal düzende Erkek egemenliğine dayanan, kadının ikinci sınıf sayıldığı Ataerkil sistemin tersine ister Hristiyanlık ister Müslümanlık isterse de Müsevilik olsun farketmez, dinin kadın aleyhine yorumlandığı kulluk ve tapınma anlayışı yoktu. Kadınla erkek arasında birinin köle diğerinin efendi sayıldığı bir anlayış yoktu.  Cinsler arasındaki ilişki  ayrımcılık esasına göre değil dayanışma ve paylaşımcılık esasına göre kurulmuştu. Üretim ve tüketim komünal bir nitelik taşıyordu. Aralarında statü farkı bulunmuyordu. Hristiyanların Anadoluya girişiyle birlikte bu dinin yayılmasının önündeki en büyük ergel Alevi yaşam formlarının örgütlendiği Kadın Ana dergahları olmuştu. Hristiyan kilisesi kendi varlığını buradaki topluma kabul ettirebilme ve kadınların bağımsız örgütlü iradesini kırabilmek amacıyla Kadın ana’ya alternatif ‘’Meryem Ana ‘’ figürünü ortaya attı. Ancak  Egeliler ‘’Kadın Ana’’ kültü gibi onu da kendi anlayışları doğrultusunda kendilerinden sayarak kabullendiler. Anadoluda Fatma Ana eli çok önemlidir . Kadınlar bir el işine başlarken örneğin yoğurt mayalar, hamur yoğurken bile ‘’bu el benim değil Fatma ananın eli’’ diye başlarlar.. İri Göğüslü kadınlara ‘’bu kadın Fatma anamızın soyundan’’ derler. Doğum yapan kadının sırtını sıvazlarken ebenin ağzından yine ‘’el benim değil Fatma Ananın eli’’sözü dökülür.  Uğur getirsin diye el işaretli Fatma Ana kolyeleri takmak da modadır. Sonradan İslamın peygamberi Hz. Muhammedin eniştesi Hz. Ali’nin eşi Fatma’ya mal edilen Fatma Ana, aslında binlerce yıldır süregelen ‘’Kadın Ana’’ kültünün bir devamı niteliğindedir. Alevi kadınlar günümüzde Fatma ana’ya saygı gereği onu anma adına yassı muharrem ayında bir günlük oruç tutma geleneğini sürdürüyorlar.

‘’Kızılbaş Alevi geleneğinin anlatımında çığır açan, erenleri mutluluğa götüren, bütün önemli gelişmeler, bir kadının işaretiyle, bir kadının yol göstermesiyle başlar. Erenleri doğru yola sevk eden, ona bu çığırı gösteren kadın, bazen anadır, bazen henüz evlenmemiş bir kızdır, bazen de tekke şeyhinin eşidir. Bunu, Yunus Emre’nin, Yunus Emre oluşunun anlatıldığı destanda daha açık bir şekilde görürüz… Bu öyküde de görüldüğü gibi, Yunus’u, Yunus edecek yola sokanda, Yunus’a mutluluğun yolunu gösteren de hep bir kadındır. Yunus bu kadınların sözünü dinleyip, gösterdikleri yoldan giderek, Yunus olur, içindeki sorunun cevabını bulup mutluluğa erişir. İşte tıpkı bunun gibi, Hacı Bektaş öyküsünde de, Urumdaki erlere, Uruma yeni bir er geldiğini haber veren, bir bakire kadındır. Urumdaki erler bu söze kulak asmasa yani Fâtıma Bacı’nın sözüne inanıp, bu eri aramaya çıkmasalar, Hacı Bektaş gibi bir eri hiçbir zaman bulamayacaklardır. Bu olgu, bu destanda da verilmek istenen önemli bir mesajdır; bu iyice anlaşılıp bilince çıkarılmalıdır. ‚‘‘ (5)

Anadoluya Önce Hristiyanlığın , sonra da İslamiyetin girişiyle birlikte Mezopotamya Kürt yurdunda olduğu gibi  Anadoluda Anaerkil yetke tamamen çözüldü. Erkeğin yaşamın düzenlenişinde , idaresinde tek yetkeli sayılmasından bu yana 4-5 bin yıllık bir tarihsel kesitte kadınlar sahip oldukları özgürlüklerinden ve toplumdaki saygınlık statülerinden çok çok gerilere itildiler.

Semavi dinlerin bu toplum dışına itilmişlik ve sosyal yaşamda geri bıraktırılmaya inanılmaz katkısı olmuştur. Tanrıların tanrıçalara yaptığını hak adalet adına din adamları kadınlara yapmaya başladı. Ancak binlerce yıllık tarihsel süreçten gelerek, Alevi bireylerince özümsenen ‘’Kadın Ana’’ geleneği sayesinde kadınlar aile ve sosyal yaşamda her şeye rağmen belirli ölçülerde itibarlarını koruyabilmişlerdir. Aleviliğin süreklerinin yaşandığı her yerde ve her dönemde kadınların izlerine rastlamak mümkündür.

Gün geçtikçe önemi daha fazla bilince çıkarılan Alevi halk ve inanç gerçekliği bu coğrafyanın yürekli kadınlarının öncülüğünde ete kemiğe büründürülüyor. Kadının onurlu geçmişiyle yeniden buluşturulması sağlanarak, erkek eliyle binyıllardır süren Kültürel ve inançsal tahribata son verilmeye çalışılıyor. Yaşayan Alevilikte Kadınları bekleyen görev kendi tarih, inanç ve felsefeleriyle doğru temelde buluşarak ailevi ve toplumsal kurumlaşmalarda erkekle aynı eşitlik temelinde özgürce söz sahibi olmalarıdır…

 

Kaynaklar:

(1)-Evelyn Reed- Bilimde Cins Ayrımı

(2)-Yıldız Cıbıroğlu- Kadının Yazısız Tarihi

(3)Tanrılar Kadınken- Merlin Stone

(4)-Mitoloji Sözlüğü- Azra Erhat

(5)-Ali Rıza Aydın – Kadıncık Ana Üzerine Tefekkür -1

EN SON EKLENENLER