Terolar’da yakılan Delil zulmünüzü yıkacak

O kekik ve çiçek kokulu dağlar, yaylalar, ovalar var oldukça, pirlerin, evliyaların toprağa, dağa, taşa sinmiş izleri durdukça, Nurhaklar, Binboğalar, Toroslar’la anlam bulmuş direniş ve özgürlük ruhu yaşadıkça muktedirin yaptığı ve yapacağının hiç bir hükmü yok.”

AKP Hükümeti’nin yanlış Suriye ve bölge politikaları sonucu, desteklediği ve kolladığı barbar örgütlerin yarattığı vahşet ve savaş, artık Türkiye topraklarına da sirayet etmiş bulunuyor. Bölge ve Ortadoğu’nun yeni ve dünya politikasının etkili isimleri olma iddiasındaki “Yeni Osmanlıcılar”, dünya siyaset sahnesinde madara olmanın yanı sıra, ülkede de iyice pervasızlaşarak her tarafı kanla örülü bir kaosa ve endişeye sebep oldular. Herkes yaşama umudunu yitirmiş ve yarınından endişe ediyor. Tüm ülkede hepimizi ateşine alıp yakacak bir iç savaş beklentisi hakim. Daha da vahimi Cumhurbaşkanı ve etrafında kenetlenen iktidarın ve önemli bir talancı güruhun ikbalini ve kurtuluşunu böylesi bir savaşta görmesi…

Bu yapı, bu uğurda tüm ülkeyi devlet terörü ve tedhişiyle sindirmekte, toplumsal kesimleri, kimlikleri ve inançları birbirine düşman hale getirebilmek için her türlü icraat ve provokasyonu uygulamakta. Yaklaşık 50 gündür Maraş’ın Pazarcık ilçesine bağlı Teran / Terolar köyü bölgesine, bölgedeki tüm dengeleri alt üst edecek bir sığınmacı-mülteci kampı inşa etmeye çalışıyor. İlk günden bu yana bunun karşısında mücadele etmeye çalışan bölge halkı, örgütlediği Maraş Yaşam Platformu ve kurumlar ile duyarlı insanlar sayesinde sesini dünyaya duyurmayı başardı. Bu ses getiren direniş karşısında AKP Hükümeti ve Maraş Valiliği, gittikçe dozunu artırdığı baskılarının son halkasında, geçtiğimiz günlerde köyün cemevi alanına ve direniş çadırına müdahale etti. Bir çok gözaltına alınmanın yaşandığı müdahalede, asker ve polisin saldırısı yaralanmalara da sebep oldu. Hem bölge halkının yanında olduğumuzu, haklı mücadelesinin gönüllü bir savunucusu olduğumuzu, hem de “Neden Maraş?” sorusuna bir kez daha dikkat çekmek açısından geçtiğimiz haftalarda köye yaptığımız destek ziyaretine dair izlenimlerimi, geç de olsa paylaşmak için bu satırları kaleme alıyorum.

Güneşli bir Nisan günü uçağımız alana inip te Teran / Terolar köyüne gitmek için Maraş merkezine hareket ettiğimizde, baharın ve canlanmanın muştusu güzel bir güne rağmen, havada asılı duran rahatsız edici bir duygunun tedirginliğini de yaşadım. Başta adını koyamadığım ve içimde belli belirsiz bir kaygıya yol açan bu duyguya anlam vermeye çalışırken, dolmuşa binmeden önce bir yandan da şehrin ana caddelerinde ufak bir gezinti yaptım.

Maraş merkez ve çarşısında gezerken ilk gözüme çarpan, 1978 Katliamı’ndan bu yana şehrin dokusu ve mimarisinde meydana gelen değişim oldu. “Modern ve lüks” (!) görünümlü binalarla, şehrin mimarisi ve insan yapısıyla olan tezatı hemen hissediyorsunuz. Gerçi bu on yıllardır tüm Anadolu’nun makus kaderi olmaya devam eden bir durum. Şehre bu süre zarfında yapılan “anıt”lardan başta “Sütçü İmam” ve “Bayrak Olayı” konulu heykeller olmak üzere ilk göze çarpan, kent mimarisine ve dolayısıyla kente sinen şiddet ve ötekine duyulan aleni düşmanlık görüntüsü.

Bu ilk izlenimle karışık duygularla ayrıldığım Maraş’a, ertesi gün Erenler Cemevi’nde yapılacak, Avrupa’dan gelen Alevi kurum temsilcilerinin de katılacağı bir toplantı vesilesiyle tekrar döndüğümde şehrin bu tablosu hakkındaki izlenimim daha da netleşti. Bu düşman, kindar ve dindar haleti ruhiye sadece şehrin mimarisine değil, diline, kültürüne, esnafına ve insanına, yani halkına da sirayet etmişti. Diyalog kurduğunuz, alış veriş yaptığınızda hemen acı bir şekilde anlıyordunuz.

78 Maraş Katliamı’ndan sonra adım adım inşa edilen bu yapı, 14 yıllık AKP iktidarında iyice perçinlenmiş durumda. Başta Aleviye, Kürde olmak üzere, Ermeniye, Hıristiyana ve bütün yabancı / ötekilere karşı amansız bir düşmanlık duygusu inşa edilmiş. Bu baskıyı en bariz kentte tek kalan Alevi mahallesi olan Yörükselim Mahallesi’nde ve şehirde yaşayan tek tük Alevi esnaf ve ailelerde gözlemleyebiliyorsunuz. Yaşamaya devam eden halk büyük bir endişe içinde ve kimliklerini gizlemese bile, çoğunlukla asimilasyon ve dayatmalardan etkilenmek durumunda kalmış görünüyor.

Maraş’ın merkez kent dokusu bütün kötü mimari durumuna rağmen yatırım yapılıp gelişirken, Yörükselim Mahallesi’nin neredeyse 1978’deki gibi kaldığı ve bir anlamda izole edildiği görünümü her şeyi anlatıyor aslında. Yukarda bahsettiğim estetikten yoksun, tamamen düşmanlık, saldırganlık ve kin ifade eden eden heykellerin yönlerinin ve taarruz görüntülerinin Yörükselim’e dönük olması da gerek oradaki halkta, gerekse de görenlerdeki bu algıyı pekiştiriyor zaten.

Bu yazının konusu tamamen Maraş’taki bu durumu ve bunun sosyolojik tahlilini yapmak gibi yerimizi ve boyumuzu aşan bir iddia değil. Ancak Teran / Terolar köyünde ne yaşandığını, bunun Aleviler üzerinde nasıl bir etki ve algı yarattığını daha iyi anlayabilmek için, Maraş ve bir çok Anadolu ilinde meydana gelen bu olumsuz değişimi göz ardı etmemek gerekiyor. Yani Aleviler ve muhalif kesimlerin rahatsızlık ve endişelerinin bazı somut sebepleri uzun zamandır mevcut. Unutulmaması ve gözardı edilmemesi gereken çok önemli bir konu da şudur: 1978 Maraş Katliamı, o dönem çok daha entegre olmuş, içiçe geçmiş ve doğallaşmış bir komşuluk ve hemşehrilik durumunun yaşandığı, her iki toplumun da birbirini kabullendiği, bugünkü şiddet ve düşmanlık atmosferinin olmadığı bir ortamda gerçekleşti. Bir anda insanlarımız o güne kadar içiçe yaşadıkları, çocuklarının oyun oynadıkları, arkadaşlık ettikleri ve karşılıklı ev ziyaretlerinin yapıldığı komşuları tarafından katledildi.

İlk gün bu karışık duygularla öğlen sıralarında Antep, Pazarcık dolmuşlarına binip Teran / Terolar’a hareket ettim ve Maraş il sınırından çıkıp Pazarcık topraklarına girdiğim andan itibaren, bütün olumsuz duygular yerini başka duygulara ve heyecana bıraktı. Yöredekilerin dile getirdiğine göre, bu yıl yağışların ve dolayısıyla suyun yetersiz olmasına rağmen, etraftaki tarım arazilerinin yeşil ve bereketli görünümü, baharın ve güneşin canlandırıcı etkisiyle birleşince olumsuz düşünceler yerini mutluluk esintilerine bıraktı. Bunda kuşkusuz kendinizi ait hissetiğiniz ata topraklarına ve dostlara kavuşmanın da getirdiği bir sevincin de payı var.

Dolmuştan Narlı’ya varmadan Kapıçam sapağında inerek tarlaların ve çam ormanının arasından giden yolda yürümeye başladım. Tek tük yayalar ve gelip geçen araçların arasında yürürken, Teran köyü yol ayrımına gelmeden askerlerin yolu keserek, gelen herkesi ve araçları sıkı kontrol ettikleri kontrol noktasına geldim. Hemen sağda, dile getirilen AFAD kampı için çalışan iş makinaları ve işçiler için getirilen konteynerler tarafından iyice daraltılmış hale getirilen bu kontrol noktasının asıl gayesinin, hem orda yaşayan köylüleri, hem de dışardan gelenleri sindirmek olduğu çok açıktı.

Kontrol noktasından geçtikten sonra arabasını durdurup beni alan bir dostla birlikte köyün cemevinin bulunduğu alana gittik. Yolda, kamp inşaatının olduğu alanda ve hemen soldaki çamlık alanda yoğun askeri güvenlik ve TOMA’larla askeri araçlar devletin amacını ve kararlılığını net olarak gösteriyordu sanki. Daha cemevinin bulunduğu alana varmadan, sağda solda yol boyu gördüğüm hareketlilik ve medya çalışanlarının çatılara çıkarak inşaat alanını ve yapılan çalışmaları görüntüleyip, burada röportajlar almaları dikkatimi çekti. Yine her zamanki gibi maalesef sadece duyarlı ve muhalif medya kanallarının, zor koşullarda gönüllü çalışan emektarlarının sayesinde Teran / Terolar köyü ve civarındaki köylerin sesi dünyaya duyurulmaya çalışılıyordu. Tam o gün Cumhuriyet Halk Partisi’nden bazı milletvekili ve yöneticilerin gelmiş olması dolayısıyla ana akım medyadan da bir iki ajans ve televizyon kanalı vardı. Bu bile bir şeydi oradaki canlar için. Çünkü o sayede de olsa burada ne olup bittiği, yetersiz de olsa Türkiye kamuoyuna yansıyabilirdi böylece.

Cemevine girip dostlarla selamlaşıp sohbet etmeye başladığımızda, iki haftadan bu yana süren direniş süresince, inşaat alanının karşısına gelecek şekilde, köyün girişine kurulan çadırın askerler tarafındam söküldüğünü öğrendim. Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Maraş Şube Başkanı Salman Akdeniz’in sözcülüğünü yaptığı Maraş Yaşam Platformu ve kurum temsilcileri ile halktan katılımın olduğu, basın açıklaması, inşaat alanına yürüyüş ve çadırın tekrar kurulması konularında kısa bir tartışma ve müzakere yürüttük. Cemevinden dışarıya çıktığımızda gelen siyasilerin cemevi giriş merdivenlerinde alelacele bir basın açıklaması ve propaganda yapıp dağılma eğiliminde olduklarını görünce, Britanya Alevi Federasyonu  Başkanı İsrafil Erbil dostumla ve platform üyesi arkadaşlarla birlikte duruma müdahale edip, açıklamanın, kampın yapılacağı inşaat alanına toplu yürüyüşün ardından orada yapılması ve çadırın da tekrar eski yerine kurulmasına çalışılması gerektiğini belirttik. Bunun ardından gerçekleşen yürüyüşten sonra gerekli basın açıklamarı ve konuşmalar gerçekleştirildi, ancak çadır kurulmasına kesinlikle izin verilmeyeceğinin belirtilmesi üzerine çadırın cemevi bahçesine kurulmasına karar verildi.

Sonrasında gün be gün dünyanın ve Türkiye’nin her yerinden insanların, kurumların ve siyasilerin çadıra ve cemevine gelerek direnişe destek verdiğini sevinerek izledik. Bu sayede olay Türkiye ve dünya basını ve kamuoyunda, tüm kısıtlı imkânlara rağmen görünür olabildi. Elbette akıldışı ve dünya gerçekliğinden kopuk hale gelmiş, kendi kanunlarını dahi hiçe sayan AKP ve Tayyip Erdoğan diktatörlüğünün planlarından hemen vazgeçmesini biz de beklemiyoruz. Ancak bu durumun yine tüm dünya kamuoyu nezdinde AKP ve Erdoğan zihniyetinin bir kez daha teşhir edilmesi açısından önemli olduğunu görmek gerek.

Çadırı el birliğiyle kurup alanda oturup sohbete başladığımızda, günlerdir burada egemen olan direngen ruhun nasıl olduğunu anlama şansı da bulduk. Anaların, kadın canların o kısıtlı imkânlarla nasıl gelen konuklarını aç bırakmamak için evlerinde hazırladıkları lokmaları getirip pay ettiklerini, cemevi ve platform gönüllülerinin dışardan ihtiyaçların temini için uğraştıklarını, gençlerin canla başla hizmet verdiklerini ve tüm köylülerin gelenleri mihman etmek için yarıştıklarını gördük. Akşamları serinleyen ve yaylalardan kekik kokulu esintiler getiren havada direniş ruhunu yaşatan, ısıtan ve uyandırılan birer çerağ olan ateşler yakılıp, etrafında sohbetler edilip, deyişler türküler söylenip, halaylar çekildiğine tanık olduk. Ayrıca bu durumdan etkilenecek yöredeki Sünni köylerin de bu direnişe destek verdiklerini, gelip muhabbette yerini aldıklarını ve hizmette ortaklaştıklarını sevinerek izledik.

Ve bir kez daha ikna olduk ki bir yanıyla ekonomik ve siyasi boyutuyla bir sömürü, bir yanıyla asimilasyonist boyutuyla bir yok etme, kimliksizleştirme, bir yanıyla tedhiş ve terörle coğrafyayı insansızlaştırma ve öteki yanıyla yaşam alanımızı, havamızı, suyumuzu, toprağımızı elimizden alma, talan etme politikası olan tüm bu uygulamaların hiç bir şansı yok. O kekik ve çiçek kokulu dağlar, yaylalar, ovalar var oldukça, pirlerin, evliyaların toprağa, dağa, taşa sinmiş izleri durdukça, Nurhaklar, Binboğalar, Toroslar’la anlam bulmuş direniş ve özgürlük ruhu yaşadıkça muktedirin yaptığı ve yapacağının hiç bir hükmü yok.

Bu halk yıldızlı gecelerde, yolun delili misali yakılan ateşlerin etrafında bir araya gelecek, türküsü ve halayıyla direnmeye devam edecek ve bu oyunu bozacaktır…

Erenlerin, evliyaların, yol ulularının ve pirlerinin himmeti cümlesinin üzerinde olsun.

Aşk ile…

EN SON EKLENENLER