Tırmanılması gereken dağ varsa, bekletmeyecek öyle çok delil var ki

GÜRBÜZ ŞİMŞEK

Sayın Bayım,

Demişsin ki,  Ne Cumhuriyeti…Cumhuriyet bizim neyimize. Tarihden beri katledildik;ne umduk ne bulduk.Bulduğumuz da elimizden alındı…diye yazdığın gibi, faklı guruplara da, “size şunu yaptılar, bunu yaptılar, ne çabuk unuttunuz” diye haklıca sitemde bulunmuşsunuz.

Sn.Bayım,

Size sonuna kadar katılıyorum.Hatta her satırında, kalemin nasıl çığlık attığına.Nasıl deyim; sizin bile zorlanarak yazdığınıza…Yazsam mı yazmasam mı diye içinizden geçdiğine…Ah deyip,iç çekip  sigara tüttürdüğünde… Belkide badenin son demini yudumladığına…

Sayın Bayım,

Eksik ve noksan,ne zorluklarla kurulduğu,  anaların gözyaşı akıttığı,bizlerde bu yıkık- dökük inşaatın içinden zorla sağ çıkıp bugünlere geldiğimiz bu Cumhuriyet’in eksiklerini mi tamamlıyalım,yoksa evvelden beri bizler için harıl harıl  kazılan mezar yerlerimize ‘kefensiz gömmek için çaba sarfedenlerin  ekmeğine ‘tere  yağ ‘mı sürelim…?

Sen söyle bayım:

Yazmak kolay .Söylemek de kolay.Hatta, ajitasyon yapıp,bize yapılan zulumu dile getirip ,halkımızı daha da gazlamak…

Hepimiz de biliyoruz ki, zulumların içinde büyüyerek geldik. Herkes vazifesini yaparken, bizler birbirimizle yemekle meşgul olduk.Deme dik ki,biz nerde  hata yapıyoruz? Demedik.Ne dedik ise,kolayı yıkmaya-dökmeye çaba sarfedip,  içi su solu tesdimizi kırmakla meşgul olduk.

Hatta hergün,hala bize sunulan içi dolu bardağımızı bile yere atıp kırıyoruz.Camını bile toplamıyoruz ki,birinin ayağını keser diye.

Sayın Bayım,

Durum böyle, bak ne anlatıyım: Köyümde çocuktum; toprakta oynayarak,koşarak,ne pantolonum kalırdı, ne de ayağımda ayakkabım.Ne de burnumda sümüğüm. Yırtılan pantolonuma anam yama yapardı. Delinen lastik ayakkabımı ise, yine başka bir lastik parçası ile kapatıp diker veya kızgın demirle yapıştırırdı Anam.

Neden? Öyle gerekiyordu.Gerisi yok du. İdare ediyordu. Yol yordam onu kılıyordu…Bu yazdığım iki satırı hepimiz yaşadık.Ben yaşamadım diyen çok az kişi çıkar.

Sayın Bayım,

İdareli olmalıyız…Yeni lastik ayakkabımız olması için çaba sarfedip, kendi hatalarımız ile kendimizi sorgulamalıyız.Bize sunulan içi dolu su bardağını kırsak bile yerden toplamasını bilmeliyiz.

Halihazırda yaşadığımız onca sorun yumağının nedenlerini,kendimize bakarak çözüme varabilriz. Yoksa çözümden çok düğümlere takılırız.Asıl düğümü yapan bizde bizim içimiz de olduğunu artık bilmeliyiz.

İçimizden bir çoğu kimin atı hızlı ise,o tarafa geçiyor.Atı yavaş olanın yanına kimse geçmiyor.Çünkü atı hızı olanın yanında hızlı gittiklerinde  rüzgara kapılıyor.Kapılırken,nere gittiğini de bilmiyorlar.Ya bir dereye,ya da uçuruma.Peşinden gidenler  ise,toza kapılıp boğuluyor.

Sayın Bayım,

Durum iç açıcı,içinden çıkdığımız enkazın duvarlarındaki sıvayı,eşiğindeki yontuk yeri, hele hele köşe taşlarına çok iyi bakalım.Altında çukur yeri olabilir…Tamamlıyalım ki eskenlik yapmasın..

Yani sizin yerinizde olsam böyle yazardım.Yoksa hazır binayı yıkıp yenisini yaparsan çok pahalıya maal olabilir. Şu yaşadığımız dönem içinde ama.Zaman bunu gerektiriyor.Karşı taraf bunu istemiyor;t ek istediği kendi istediği zor düzen. O düzenin içinde kalan yaşar, kalmayan bina ile birlikde yakılıp-yıkılır.

Hali hazırdaki  binayı yıkıp, yeniyi yapalım diyenler şeytanla kirvedir. Sakın onlara aldanma.Onların işi gücü,yıkmakdır. Çünkü toplum nazarında kıymetleri yoktur.

Bu yüzden tarihe geri gidersek, atalarımız gideceği yeri önceden kontrol eder sonra giderler.Yoksa,Çaldıran Muharebesinde yapılan ihanete bakarsak,hatayı hep kendimizde aramalıyız.

Baba İlyas Malya Ovasında yenildiyse içimizde şeytanla kirve olanların yüzündendir.

Şeyh Bedrettin Baba mirasını bırakıp halkın yoluna koyulduğunu unutmayalım.

Alaiye (Alanya) Beyi‘nin oğlu Gayb’in baba hanedanını  terkedip, nasıl Kaygusuz Abdal olduğunu unutmayalım.

Baba Zünnun,halka yapılan haraca ve  vergiye bilek kaldırıp,canından olduğunu unutmayalım.

Hızır Paşa tarafından Sivas’ı terkette, sana Valilik,Beylik ne dersen verelim deyip  elinin tersiyle yiten  Pİr Sultan Abdal’ı unutmayalım.

Sayın Bayım,

Yukarıda sıraladığım yiğitlerden kaç önder var? Varsa belki bir kaç tane.İçimizde yeşeren yiğitleri de birkaç kendini bilmezler onları da  ediyor bertaraf. Çünkü,k endimizi sorgulamıyoruz.Bizi yalnızca Alevilik sorguluyor.Alevilik sorgulamayı sever. Biatı hele hiç sevmez.İkrarı yiyeni hele hiç affetmez.İçimizde ikrarı yiyenler çoğaldı. İçimizdekilerde ikrarını yiyenleri destekledi.

Sen neden bahsediyorsun. Çıkdığımız enkazı tamir etmek varken,yenisini yapmak neye maal olur biliyor musun?

Bak bu derin mevzu…Aşılmaz…Çünkü edenin yanına kalıyor.Ne oluyorsa,analarımıza oluyor.Yırtık pantolonumuza dikdiği yamayı çok çabuk unutuyoruz.

Biz unutkanız bayım.Biz bizim kim olduğumuzu bilmiyoruz.Hep hazıra konup,çok laf üretip,dili bülbül olanları dalımızdan uzak tutuyoruz.

İçimizde kalem tutup,hakikatın kitabını yazanları değilde,bilmediğimiz duymadığımız yabancı yazarların kitaplarını başucu kitabı yapıyoruz.Sonra da ,gece rüyamızı karışık görünce,kendimizi Pir‘in,Mürşid‘in yanında buluyoruz…Ertesi günde unutup onu bunu suçlayıp Laik‘liği devirenlere çanak tutuyoruz.

Sayın Bayım,

Zaman, kolay elde edilen ve ucuz olan her  şeyi  siler.Neyi silmez biliyor musun? Hakikat yolunda ömür sürenleri.

En üstte birkaç yiğidin adını verdim.Daha çok aslında…İşte onlar gibi iz bırakacak,parayı,makamı ,ahbap dost ilişkilerini elinin tersi ile itenler her daim unutulmaz olup iz bırakanlardır.Bize onlar gibi lazım.

Birde bir şey yapılacaksa,zamanla olur. Zaman acımasızdır.Kullanmasını bilmessen,silgi gibi değildir.Silgi ile siler,geri yazarsın.Oysa,zaman ırmak gibidir…Bir tarafa tutunup kalırsak,kurtulabiliriz.yok ise, bilmediğimizde,ölçüsüz, kefensiz,hazırlanan mezar yerlerimize isimsiz olarak gömülürüz.

Sayın Bayım,

Unutmaki, Dağlara çıkmayan uzakları göremez.Biz yarınları görmek istiyorsak,başımızı yukarı kaldırmalıyız.Başımızı yukarı kaldırırsak,uzakda olan biteni görebiliriz.Yunus Emre’nin dediği gibi, ‘’Dağlar nice yüksek ise, yol anin üstünden geçer.’’Yani yolumuz,kendi hatalarımızın içinden geçer.Kendi hatalarımızın dağına giden yolu bulursak,kılavuza gerek bile kalmaz.Biz bizden çok kılavuzların sözüne aşıkarız.O yüzden çok şikayetciyiz.Hatta Aşık Veysel bile derki, ‘’Ey gönül derdinden etme şikayet, Yüce dağlar gurur duyar karından.’’

Ozanımızın dediği gibi fazla şikayetçi olmak da etmiyor kar.

Yani, tırmanılması gereken dağ varsa, bekletmeyecek öyle çok ‘’delil’’ var ki içimizde.Dediğim gibi,biz çok şikayetçiyiz. Kendi delilimizi bilmeyecek kadar…

Dağ yağmur istiyor;lakin deniz kabul etmiyor.Çünkü benim tuzum bana yeter.Birde seni mi kabul edeyim diye dalga dalga çığlık atıyor.Canını sıkanıda,kıyıya atıyor…Yani durum bu bayım.

Yağmuru,dağ kabul ediyor.Oysa, deniz hayır diyor.Ne etsek bazen olmuyor.Bildiğin gibi,büyük dağ olanın büyük dumanı olur.Lakin biz dağ gibi çokluğumuzun kıymetini bilmediğimiz için kendi dağımızda kaybolup,dirsek olmadan boğuluyoruz.

Bir orman hayal edip yamaçlarında oturmak keyifli olur.Hatta temiz havası da.İşte orda oturmayı yürekden istiyoruz da,yüksekliğine bakıp ümitsizliğe kapılıyoruz.Ardından bütün hayallerimiz uçup duman oluyor. Bazen bizde yükseklik korkusu olanlarda var.İnkar etmeyelim bayım.

Lakin bizim gibi akıl üretenler bizden önce varıyor.Neden? Çünkü onlar karınca gibi çok çalışıp yorulmak nedir bilmiyor.O yüzden hedeflerine gitmek için,şeytana bile göz kırpıyor.

Yani,sarp kayaları delip su taşımak herkesin tarzı olmadığı gibi herkes de Hasan Sabbah’da olamaz.

Canlı gözlerimle gördüğüm gibi,Hasan Sabbah gibi bir efsane,o kadar yüksekliğe suyu nasıl çıkarmış?Akıl ve zeka ile.Birde yürek işi… Alamut Kalesine gittim. Herkesin görmesini tavsiye ederim. İmkansızı başarıp, binlerce yoksula kapı açıp,onlarca yiğide yol eğitimi vermiş.

Yani böyle olmalı bayım.Fazla şikayet,kar değil…Kar, içimizdeki zekaların yoluna yıldız olmaktan geçer.

Ne deyim bayım;hepimizin kavgası aynıda,sarp kayaları yarıp su sarnıcı yapmak için geç kalıyoruz.

Sayın Bayım,

Üstteki yazımı bitirip, yayınevine gönderince, internete bakdım. Bakdım ki ne göreyim,Cumhuriyet Gazetesi’nin basılıp yönetici ve yazarları alındığı haberlerini okudum.

Şaşırmadım ama, ben Laik Cumhuriyet’i koruyalım derken,Cumhuriyet Gazetesi’ni koruyamadığımız gibi, daha bu bir başlangıç. Oysa geçen haftalar, onlarca TV ve Gazete kapandı.

Ne yaptık?

Sokağa mı çıktık?

Hiç bir şey olmadı. Olan Gazete ve  kapatılan TV’lere oldu. O yüzden elimizdeki binanın korunması. Benim dediğim bir daha çıkdı. Oysa,sen düzenin dediği gibi, her şeyi yıkmak için, içimizde barındırdığımız renkleri bile görmezden geldin.

Biliyor musun biz içimizde çok renk barındırıyoruz. Lakin ne kalemimize sahip oluyoruz, ne de öfkemize.

Hatta bakınız, İmam Musa Kazım ne buyurmuştu .Daha önce de yazmıştım.

‘’Öfkesini tutan, lafını yutmayan’’ bir gelecek hazırlamalıyız. Bu da benim dediğim gibi, kendimizi sorgularsak,bugün yapılan kapatmalara karşı durup, hiç değil yarın bir başka kanal veya gazete kapatılmaz.

Susmayın…

Son sözümü, ’’ Beni kötülerin zulmü değil; iyilerin sessizliği korkutuyor!..’’ diyen Şah-ı Merdan Ali ile bitireyim.

Gürbüz Şimşek

31.10.2016

 

EN SON EKLENENLER